Moda tarihine baktığımızda belli zamanlarda popülerleşmiş ve benimsenmiş trendleri tanımlayabiliyoruz. Örneğin 1930’lu yıllardaki Chanel çizgisini, 1950 yıllarının Dior estetiğini, 1960 ve 1970 yıllarının özgür giyim tarzını berrak olarak görebiliyoruz. Ama içinde bulunduğumuz, millennial gençlerinin yanı 21. Yüzyılda yetişkinliğe ulaşmış nesillerin benimsediği trendler için bir tanım yapamıyoruz. İşte bu da modanın yeni problemi.
Dijital dünyanın bize sunduğu hızlı, acil, dinamik yaşam tarzında, o kadar çok bilgi paylaşımı ile bombardıman ediliyoruz ki adeta sosyal medya platformlarında boğulmamak için yüzmemiz gerekiyor.
Moda dünyası da bu karmaşıklığa dahil olanlardan. Marka sayıları, tasarımcılar, moda ikonları arttıkça tam olarak ne moda ne değil anlayamıyoruz bile. Bu belirsizlik moda takipçilerinin giyimlerine de yansıyor. O kadar çok karman çorman giyinen, trendleri bir tencereye koyup çorbasını yapıp da giyen gençler var ki, kıyafetleri sevimli de olsa gözü yoruyor. Bu sebepten dolayı, podyumlardaki defile sunumlarına da baktığımızda yıllardır aynı estetiği koruyan markalar hariç, bir cümbüş içindeki kıyafetleri gözlemliyoruz. Minimalist trendlerin gittikçe azaldığını fark ediyoruz.
Zamansız stillerin yerine hızlı akımlı trendler aldı. Bu trendler parçalara bölünüp, şekil değiştiriyor ve anlam taşımayan kopyala-yapıştır stillere sebebiyet veriyor. Moda akımlarının karmakarışık olmasının bir sebebi de aslında teknoloji.
Yüz binlerce müşteri binlerce markanın ürünlerini akıllı telefonların küçük ekranında görüyor. Jet hızlı iletişim platformlarında kalabalık bilgilendirmelerin arasında dikkat çekmek için, rengarenk, büyük desenli, sözcüklü parçalarla müşteriye ulaşmaya çalışıyor. Modanın yeni sorunu haline gelen teknolojik gelişmeler hem podyumlarda karışıklığa hem de trendlerde dengesizliğe yol açmış oluyor.
Yorumlar