Hayatın hızına yetişemediğimiz, insanlık tarihinin en hızlı gelişmelerine şahit olduğumuz ve hatta artık bir parçası olduğumuz bu zamanda aslında o kadar da uzağa gitmediğimizi düşünüyorum bazen. Bundan 20 sene önce hayal bile edemezdik belki ama artık çoğu şeyi ellerimizde tuttuğumuz o siyah ekranlı çok akıllı telefonlarla halledebiliyoruz. Bir önceki nesil olarak İnternetin doğuşuna şahit olmuştum evet ama son nesil İnternetsiz bir dünyayı hiç görmediği için eskiye dair yaşam faaliyetlerinden yani yavaşlığın, azlığın ve anı yaşamanın hazzından habersiz olarak büyüyor. Bundan 20 sene önce kullanılan çoğu gündelik yaşamın parçası olan eşyalar çoktan nostaljinin tozlu raflarında yerini aldı. Halbuki 20 sene önce bir şeyin nostalji olabilmesi için üzerinden çok daha uzun bir süre geçmesi gerekiyordu. Peki zamanın, eşyanın, ilginin, ilişkilerin, modanın ve dikkatlerin bu kadar hızla dağılıp değiştiği bir dünyada ellerimizde tuttuğumuz o akıllı telefonlarla hani güç bizdeydi? Sadece asrımız insanlarına bahşedilen tek bir tuşla istediğin her şeye anında ulaşabilme lüksü…..
Peki bu lüksün çok da yeni olmadığını, bundan 2000 yıldan fazla bir süre önce de insanların bizim gibi tek bir hareketiyle bizden daha önemli kararlara imza atabildiğini bilseydik. Aslında o telefonlarla özellikle sosyal medyada Antik Roma’da “gladyatör” yarışlarındaki herhangi bir izleyici olduğumuzu bilseydik.
Daha önce çeşitli formları da olsa hayatımızı en çok saran ve sosyal medyanın kapılarını açan en güçlü uygulama Facebook oldu. Logosunda bile baş parmak yukarı işareti bulunan bu uygulamanın mantığı çok basitti. Siz hayatınızdan bir şeyleri “arkadaşlarınızla” paylaşıyordunuz ve onlar bunu beğeniyordu. Beğen, yorum yap veya geç. Sonra başka uygulamalar beğeniler, beğenmediler, yorumlamalar, favori işaretlemeler, yeniden paylaşmalar derken şimdi ucu sınırı olmayan bir arenada, binlerce gladyatör ve milyonlarca seyircinin olduğu bir yarıştayız. Neden mi buna benzetiyorum?
Bundan 2300 sene önce gladyatör yarışları başladığında da mantık basitti. Bir dövüş oluyordu ve yarışanların ölüp ölmeyeceğine(!) söz sahibi karar veriyordu. Baş parmak yukarı işareti işte o günlerden kalma bize. Eğer o baş parmak aşağı olarak işaret edilmişse güçlü taraf güçsüz durumdaki yaralı dövüşçüyü öldürüyordu. Bu bazen tüm arenayı, seyircileri bir coşku halinde ele geçiriyordu. Hep birden baş parmaklarıyla gladyatöre ne yapması gerektiğini söylüyor ve gladyatör seyircilerin beğenisini kazanmak için onların dediklerini yapmaya çalışıyordu. Yani rakibinin öldürmeye…
Gladyatör filmini izlediyseniz bu sahneyi hatırlayabilirsiniz. Ve yine aşağıdaki tabloda arenadaki halk coşkuyla gladyatöre rakibini öldürmesini söylüyor. Ellerine dikkat ederseniz baş parmaklar aşağı şekilde.
(Jean Léon Gérome – Pollice Versa / 1872)
Peki şimdi bunun zamanımızdaki iz düşümü olan “like” tuşlarıyla biz neye karar veriyoruz? Sıradan basit bir karar gibi görünebilir ama koca bir arenayı düşünürsek o beğeniler birleşince kimin sosyal medyada tutunup tutunamayacağına karar veriyoruz. Daha fazlası olamaz dediğimiz yerde level atlayarak çoğalan ve hiçbir mantığı olmayan akımların büyümesine sebep oluyoruz. Kimin fenomen olup olmayacağına, o fenomenlerin neyi paylaşmaya devam edip etmeyeceğine, neyin popüler olup olmayacağına karar veriyoruz. Sadece o an bizle aynı düşünüyor diye veya hislerimize hitap ediyor diye önünü arkasını araştırmadan beğenip geçtiğimiz birçok yalan habere veya kimlerin linç edilip edilmeyeceğine karar veriyoruz.
Son zamanlarda muhabbetler ilginçleşmeye başladı. Konu mutlaka dönüp dolaşıp sosyal medyaya geliyor ve herkes birilerini eleştiriyor. Peki göz önünde olanlar eleştirilirken bu kişileri beğenen ve takip eden 100 binlerce insanın hiç mi etkisi yok? Hiçbir doğruluk payı olmayan, tarih zaman hatasıyla dolu ama aforizmatik hala gelmiş ve sürekli tarihten birilerine atfedilen sözleri araştırmadan beğenen, paylaşan kişilerin hiç mi etkisi yok? Sosyal medya hani bizim kişisel medyamızdı ve herkes kendi ilgi alanına göre bir akış oluşturacaktı. O halde sıradan bir like, sıradan bir takip gibi gözüken kararlarımızdan sorumluyuz. Geleceğe bırakmak, örnek olmak istediğimiz kültürün bir parçası olalım. O kültürü inşa edelim. Yıllar yıllar sonra ellerinde telefonlarıyla resmedilecek bir neslin ferdi olarak, bırakacağımız en önemli mirasın kültürel miras olduğunu unutmadan…. Önce kendimizi ve değerlerimizi “like”layarak… hoşçakalın.
Yorumlar