İslâm’dan önceki Arap toplumunda bazı soylu aile kızları bir takım imtiyazlara sahip olsa da umumiyetle kadının durumu çok kötüydü. Her şeyden önce bitmek bilmeyen kabile savaşları neticesinde bir ganimet malı olarak telakki edilen kadınlar daima mağdur edilmekteydi. Mesela onların cariye statüsünde alınıp satılması bir tarafa, zina ve fuhuş yapmaya zorlanarak pazarlandıkları da olurdu. Ayrıca bir kadın kocası öldüğünde hiçbir güvencesi yoktu. Kocası ölen kadın, babasının evine sığınmadan önce kocanın erkek kardeşi tarafından yakalandığında onun olurdu. Erkekler istedikleri sayıda kadınla evlenebilirlerdi. Aynı zamanda kadın her hangi bir yolla mirasçı da olamıyordu.
Kadınların böylesine istismar edildiği bir toplumda kız çocuğuna sahip olmak tahammül edilebilir bir durum değildi. Dolayısıyla bir utanç vesilesi addedilen yeni doğmuş kız çocukları, zaman zaman ailelerince diri diri toprağa gömülürlerdi.
Hâsılı İslâm öncesi Arap toplumunda kadın, umumiyetle cinsî yönden istismar edilmiş, sosyal ve iktisadi bakımdan sahip olması gereken haklardan mahrum bırakılmıştı.
İslâm’ın gelmesiyle birlikte kadının konumunda önemli değişiklikler olmuştur. Dinimiz, zina ve fuhuş için önleyici tedbirler alması yanında, her Müslümanın kanının, malının, namusunun mukaddes ve dokunulmaz olduğunu ilan ederek öncelikle kadınlara sâhip çıkmıştır. Artık kadın iffetsizliğe zorlanmayacak hatta onun iffetine gölge düşürücü sözler bile söylenmeyecekti. (en-Nur 24/23, 33)
Kız çocuklarının hor ve hakir görülmesi, hele hele diri diri toprağa gömülmesi kesinlikle yasaklanmıştır. (el-En’âm 6/151; en-Nahl 16/59; et-Tekvîr 81/8) Yeni dinin ölçülerine göre, insan olarak yaratılıp bir takım hak ve sorumluluklarla muhatap kılınmaları bakımından kadın ile erkek arasında bir ayırım yoktur. İnsan yegâne üstünlüğü, Allah’a olan kulluk şuuru ile elde eder. Bu husustaki bazı âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulmaktadır:
“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir kadınla bir erkekten yarattık. Birbirinizle tanışmanız için sizleri kavim ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah katında en değerli olanınız O’ndan en çok ittika edeninizdir…”
(el-Hucurât 49/13)
“…Ben, erkek olsun kadın olsun -ki hepiniz birbirinizdensiniz- içinizden gayret gösteren hiçbir kimsenin emeğini boşa çıkarmayacağım…”
(Al-i İmrân 3/195)
“Erkek veya kadın, mü’min olarak kim sâlih amel işlerse ona mutlaka güzel bir hayat yaşatırız. Mükâfatlarını elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.”
(en-Nahl 16/97)
Kadın ve erkek Allah’ın kulu olmaları bakımından eşit statüde bulunmakla birlikte fizyolojik ve psikolojik olarak her birinin kendine has özellikleri vardır. Hayatın düzeni ve fıtrat gereği olan bu durum kadınla erkeğe, birbirlerine üstünlük taslama hakkı vermez. Zira âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Allah’ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri hasretle arzu etmeyin. Erkeklerin de kazandıklarından nasipleri vardır. Kadınların da kazandıklarından nasipleri vardır. Allah’tan lütfunu isteyin. Şüphesiz Allah her şeyi bilmektedir. “
(en-Nisâ 4/32)
Dolayısıyla kadın ile erkeğin hayat yolculuğunda birbirlerinin rakibi değil de yardımcısı olduğu unutulmamalıdır.
Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de bir taraftan “Kadınlar sizin siz de kadınların elbisesisiniz” (el-Bakara 2/187) buyrulurken diğer taraftan söz konusu durum Allah’ın varlığının delilleri olarak şöyle ifade edilmektedir:
“Kaynaşmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi O’nun varlığının delillerindendir. Doğrusu bunda iyi düşünen kimseler için dersler vardır.” (er-Rûm 30/21)
İslam’da Kadının Önemi
Öte yandan Kur’ân-ı Kerîm kadını anne olarak ele almış, Allah’a kulluğun ardından ana babaya iyilikte bulunmanın lüzumu üzerinde durmuş, bilhassa yaşlılıklarında onlara “öf” bile demenin doğru olmayacağını ifade etmiştir. (el-İsrâ 17/23)
Kur’ân-ı Kerîm’in kadına bakışıyla Peygamberimiz’in söz ve uygulamaları tabii olarak aynı minval üzeredir. Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- büyük bir iltifat olarak onlar hakkında:
“Cennet anaların ayakları altındadır”
(Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, I, 125) buyurmuştur.
Efendimiz’in bu yaklaşımıyla kadınlar onun şahsında, kendilerine şefkat ve merhamet eden, eşleriyle anlaşmazlıklarında ara buluculuk yapan, haklarını koruyan, erkeklere hanımlarına iyi davranmalarını öğütleyen ve yaşayışıyla da buna örnek olan bir dost ve hâmi bulmuşlardır.
Nebiyy-i Muhterem -sallallâhu aleyhi ve sellem-, horlanan, aşağılanan hatta zaman zaman dövülen kadınları adeta yetimler gibi telakki etmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Allahım! İki zayıf kimsenin, yetimle kadının hakkını zayi etmekten herkesi şiddetle sakındırıyorum.”
(İbn-i Mâce, Edeb, 6)
İman dairesine girerek İslâm ahlakıyla mücehhez olan her insan, kadınlara, bilhassa kendi hanımına karşı nezih davranışlar sergilemelidir. Fahr-i Kâinât -sallallâhu aleyhi ve sellem-, ümmetin erkeklerine şu tavsiyede bulunmaktadır:
“Mü’minlerin îmân bakımından en mükemmeli, ahlâkı en iyi olanıdır. Sizin en hayırlınız, kadınlarına karşı hayırlı olanlardır.”
(Tirmizî, Radâ`, 11)
Hz. Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- bu ölçüyü bir başka hadîs-i şerîfinde şöyle dile getirmektedir:
“Hayırlınız, aile fertlerine hayırlı olandır. Ailesine en hayırlı olanınız ise benim.”
(Tirmizî, Menâkıb, 63; İbn-i Mâce, Nikâh, 50)
Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- hanımlarını döven erkekleri de muhtelif şekillerde uyarmış ve bunlara karşı daima memnuniyetsizliğini ifade etmiştir. Bir keresinde kocaları tarafından dövülen bazı kadınlar, onları şikâyet etmek üzere Hz. Peygamber’in evine gelmişlerdir. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“– Kadınlarınızı döven o kimseler, sizin hayırlınız değildir”
buyurmuştur.
(Ebû Dâvûd, Nikâh 42; İbn-i Mâce, Nikâh, 51)
Bir başka hadis-i şerifte de Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Bir mü’min hanımına buğzetmesin. Onun bir huyunu beğenmezse, bir başka huyunu beğenir.”
(Müslim, Radâ`, 61)
Kadın erkek her insanın başarılı veya başarısız olduğu yahut yanılarak hata yaptığı anlar olabilir. İşin böyle olması kaçınılmazdır. İnsanları, imkânlarına ve kabiliyetlerine göre değerlendirmek, meseleleri konuşarak rıfk ve mülayemetle çözmek gerekir. Bu, Hz. Peygamber’in metodudur. Nitekim o, kadınlara karşı Câhiliye kabalığından kalma alışkanlıklarını devam ettiren bazı kimselere şöyle seslenmiştir:
“…Kadınlara iyi davranmanızı tavsiye ediyorum. Zira kadın kısmı kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin en eğri yeri üst tarafıdır. Eğri kemiği doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Kendi hâline bırakırsan, yine eğri kalır. Öyleyse kadınlar hakkındaki tavsiyemi tutunuz.”
(Buhârî, Enbiyâ 1; Müslim, Radâ’ 60)
Amr bin Ahvas -radıyallâhu anh-, Peygamber -aleyhisselâm-’ın Vedâ Haccı’nda şöyle buyurduğunu nakleder:
“Ashâbım! Kadınlara iyi davranmanızı tavsiye ediyorum. Vasiyetimi tutunuz. Zira onlar sizin idarenize ve himâyenize verilmişlerdir. Kesin olarak bildiğiniz bir ahlâksızlık yapmadıkları takdirde, onlar üzerinde zorbalık kurmaya hakkınız yoktur. Eğer ahlâk dışı bir hareket yaparlarsa, onları yataklarında yalnız bırakın. Bir yerlerini incitmeyecek şekilde dövün. Şayet size itaat ederlerse, artık onlara zarar verecek bir şey yapmayın.
Şunu bilin ki, sizin kadınlar üzerinde haklarınız olduğu gibi onların da sizin üzerinizde hakları vardır.
Sizin onlar üzerindeki haklarınız, yatağınızı yabancılardan korumaları, istemediğiniz kimseleri evinize almamalarıdır.
Onların sizin üzerinizdeki hakları ise, giyim kuşam ve yeme içme konularında kendilerine iyi imkânlar sağlamanızdır.”
(Tirmizî, Radâ`, 11; İbn-i Mâce, Nikâh, 3)
Fahr-i Kâinat -sallallâhu aleyhi ve sellem- bu tavsiyelerinde, kadınlara iyi muamelede bulunmanın yanı sıra, sözden anlamayan, ailenin yıkılmasına sebep olabilecek gayr-i ahlâki davranışlar sergileyen kadınları da aşırıya kaçmamak şartıyla ve yola getirmek düşüncesiyle dövmenin lüzumuna dikkat çekmiştir. Bu emir, benzer şekilde Kur’ân-ı Kerîm’de de geçmektedir. (en-Nisâ 4/34) Ancak söz konusu durumun nihâî çare olduğu unutulmamalıdır. Ayrıca Resûlu Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem- hayatı boyunca hiçbir hizmetçiyi veya hanımını dövmemiştir. Bunu on yıllık eşi Hz. Âişe söylemektedir. (İbn-i Mâce, Nikâh 51)
Bununla birlikte Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in, duyduğu ve gördüğü bazı olumsuz tavırlar sebebiyle kadınları zaman zaman şiddetli bir üslubla uyardığı da olmuştur. Câbir -radıyallâhu anh- anlatıyor:
Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile birlikte bayram namazına katıldım. Efendimiz hutbeden önce, ezansız ve kâmetsiz namaza başladı. Sonra Bilâl -radıyallâhu anh-’e dayanarak kalktı. Allah’tan korkmayı ve O’na itâati emretti. İnsanlara vaaz edip (ölümü, âhireti, cenneti, cehennemi) hatırlattı. Sonra kadınlar bölümüne geçti. Onlara da aynı şekilde vaaz etti, hatırlatmalarda bulundu ve:
“– Allah için tasadduk edin, zira sizin ekseriyetiniz cehennem odunusunuz!” buyurdu.
Yanakları kararmış itibarlı kadınlardan biri kalkarak:
– Niçin ey Allah’ın Resûlü? (niye cehennem odunlarıyız?) dedi.
Resûlullah ise şöyle buyurdu:
“– Zira siz kadınlar çok şikâyette bulunuyor, kocalarınıza nankörlük ediyorsunuz.”
Bunun üzerine kadınlar zînet eşyalarından tasadduk etmeye başladılar…
(Müslim, Îdeyn, 4)
Hz. Peygamber’in kadınlara merhamet ve şefkatle muamelesinin, sahabiler üzerindeki tesirine de değinmek gerekir. Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anh- der ki:
“Biz Resûlullah zamanında hakkımızda bir vahiy gelir korkusuyla hanımlarımıza istediğimiz gibi davranmaktan sakınırdık. Allah Resûlü vefat edince istediğimiz gibi konuşup davranmaya başladık.”
(Buhârî, Nikâh, 80)
İnsanları Hakk’a davetle emrolunan Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- İslâm’ı kabul eden herkese, kadın erkek ayırımı yapmaksızın dinin ahkâmını öğretmeye çalışmıştır. Umûmî vaazları dışında zaman zaman kadınlara has vaazları da olmuştur. Yukarıda kaydedilen hadiste kadınların sadakaya teşvik edilmesi Efendimiz’in bu vaazlarından birinde vuku bulmuştur. Allah Resûlü’nün sohbetlerinden genelde erkeklerin istifade ettiğini düşünen bazı kadınların, Efendimiz’den özel sohbet talebinde bulunduklarını görmekteyiz. Ebû Sâid el-Hudrî -radıyallâhu anh-’ın naklettiğine göre bir kadın Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e geldi ve:
– Ey Allah’ın Resûlü! Senin sözlerinden hep erkekler istifade ediyor. Biz kadınlara da bir gün ayırsan, o gün toplansak ve Allah’ın sana öğrettiklerinden bize de öğretsen! dedi.
Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“– Peki, şu gün şurada toplanınız!” buyurdu.
Kadınlar toplandılar. Nebî -sallallâhu aleyhi ve sellem- de gidip Allah’ın kendisine bildirdiklerinden onlara öğretti. (Buhârî, İ’tisam 9; Müslim, Birr, 152)
Hanım sahâbîler bir taraftan Hz. Peygamber’in vaazları ve konuşmaları yoluyla İslâm’ın ahkâmını öğrenmeye çalışırken diğer taraftan karşılaştıkları problemlerin çözümü ve akıllarına gelen soruların cevabını alabilmek için Resûlullah’a başvurma imkânına da sahiptiler. Efendimiz de bunlara değer verir ve sorularına mukabelede bulunur, problemleriyle ilgilenirdi. (Müslim, Fedâil 76; Ebû Dâvûd, Edeb 12)
Sahabi kadınlarından bazısı en mahrem sayılacak konularda bile Hz. Peygamber’e soru sormaktan çekinmezdi. Enes bin Mâlik’in annesi Ümmü Süleym, Resûlullah’a kadınların ihtilam olduklarında gusletmelerinin gerekip gerekmediğini sormuştur. (Buhârî, İlim, 50) Esmâ bint-i Şekel adındaki bir kadın sahabi de Hz. Peygamber’e gelerek hayızdan temizlendikten sonra nasıl yıkanılacağını sormuştur. Esma’nın cesaretine hayran kalan Hz. Aişe:
“Ensar kadınları ne iyi kadınlardır. Dinlerini öğrenmek hususunda onlara hayâ mani olmuyor”
demiştir. (Müslim, Hayız, 61)
Ümmü Ümâre anlatıyor:
– Ya Resûlallah her şeyi erkekler için görüyorum, hiçbir şekilde kadınlardan bahsedildiğini görmüyorum, dedim.
Bunun üzerine şu âyet nazil oldu:
“Şüphe yok ki erkek ve kadın Müslümanlar, erkek ve kadın mü’minler, itaat eden erkekler ve kadınlar; doğru sözlü erkekler ve kadınlar, sabırlı erkekler ve kadınlar, gönülden bağlanan erkekler ve kadınlar, sadaka veren erkekler ve kadınlar, oruç tutan erkekler ve kadınlar, iffetlerini koruyan erkekler ve kadınlar, Allah’ı çokça zikreden erkekler ve kadınlar, işte Allah bunların hepsine mağfiret ve büyük ecir hazırlamıştır.”
(Ahzab, 33/35) (Tirmizi, Tefsir, 33/14)
Başta ümmühatü’l-mü’minînden bazı hanımlar olmak üzere birçok kadın sahâbî Peygamberimiz’in hadislerini öğrenip nakletme konusunda temayüz etmişlerdir. Öyle ki Hz. Aişe annemiz en çok hadis rivayet eden (müksirûn) yedi sahâbîden biridir. (Irâkî, s. 350) Ayrıca o, fıkıh, şiir, nesep ve tıp ilimlerinde de uzmandır. (İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 360)
Cahiliye döneminde okuryazar oranı pek yüksek olmamasına rağmen bazı hanım sahabilerin okuma yazma bildiklerini görüyoruz. Mesela okuma yazma bilen Şifâ bint-i Abdillah’ın, Efendimiz’in tavsiyeleriyle hanımı Hafsa’ya okuma yazma ve diğer bazı şeyleri öğrettiği nakledilmektedir. (Ebû Dâvûd, Tıb, 18; Kettânî, I, 49, 50)
Kaynak: Üsve-i Hasene, Erkam Yayınları – İslam ve İhsan
Yorumlar