Müslüman Kadının Aklı…

Müslüman Kadının Aklı…

Müslüman Kadın

Müslüman Kadının Aklı…

Nietzche, “Bir insanın cinselliğinin derecesi ve türü, aklının en yüksek doruğuna kadar uzanır” derken, acaba ne demek istiyordu? Cinsiyet ve Akıl isimli kitabın yazarı Christoph Türcke’e göre, ya sözü edilen akıl yetisi cinsiyetin bir üssüdür, o zaman düşünceler eril veya dişildirler ama asla genelgeçer değildirler; ya da genelgeçer olanı dile getirmek, cinsiyeti aşan bir güçtür; o zaman bir kişinin cinsiyetinin, o kişinin ne düşündüğü üzerinde hiçbir önemi yoktur. Hayatın bize gösterdiği ve kendimizde teşhis ettiğimiz hakikatin altını çiziyor Türcke: “İnsan aklı bir taraftan her iki duruma uyuyor, yani hem cinsiyet tarafından belirlenip hem de ondan bağımsız bir gelişme gösterebiliyor.” (Kabalcı; 1995)

Dikkatimizi Peygamberimiz (sav)’in yakınındaki kadınlara yoğunlaştırdığımızda her birinin güçlü, mütehakkim, ihmaller, istismarlar ve haksızlıklar karşısında duyarlı ve akli açıdan geride durdukları söylenemeyecek kadar etkili kişilikler olduğunu fark ediyoruz.

Öte taraftan aklın kullanımının bağlamları, “akıl akıldan üstündür” sözünü hatırlatan bir karmaşa içeriyor. Hegel, kadınsı olanı bir altdünyayla ilişkilendirmiş olsa da nitelik açısından tek tip akıl yok aslında. Bir de hayatın öğrettiği şöyle yalın bir gerçek var: İşleyen demirin ışıldadığı gibi akıl da işlek olduğu ölçüde gelişiyor.

Kur’ân’ın içeriğinden çok yorumlarına dayanan cahilî bir telakki, İslam’ın idealindeki kadını tıpkı çocuklar ve köleler gibi Allah’la doğrudan muhatap olamayacak eksik akıllı ve bu nedenle de hem kendi hem de toplumun iyiliği hatırına vesayet altında tutulması gereken insan cinsi olarak tarif ediyor. Asrı-ı Saadet’in bu telakkinin oluşturduğu söylemlerin etkisiyle de Miladi 1000’li yıllardan itibaren yaşanmaya başlanan bir kırılmaya bağlı olarak eril ağırlıklı bir okumaya tabi tutulduğu söylenilebilir; bir önceki yazımda anlatmıştım.

Müslüman toplumlarda kadın aklını görmezden gelen, bastıran veya erkek aklına göre daha aşağılarda bir seviyede tutan yorumlar zincirini ciddiyetle tartışmak için sanki 19. yüzyıla kadar beklemesi gerekiyor Müslüman düşünürlerin. Batı dünyasının, kadın aklını dile ve kamuya taşımanın mücadelesini veren feminist aydınlar kadar oportünist politikacıların, hırslı kâşiflerin ve romantik gezginlerin tasvir ve tenkitleriyle de modernizm karşısında adeta baskına uğramış Müslüman toplumları özellikle kadın alanında bir tartışmaya zorladığı bir dönem, sözünü ettiğim.

Böylelikle Müslüman yazarlar kadının hakları ya da örtbas edilen hakları etrafında kapsamı giderek daha da genişleyen kitaplar yayımlamaya başladılar; Musa Carullah’ın Hatun’u gibi. Mohja Kahf’ın Batı Edebiyatında Müslüman Kadın İmajı ve Rana Kabbani’nin Avrupa’nın Doğu İmajı başlıklı kitapları, Müslüman kadının dinî akıl açısından görülme biçiminin oryantalist söylemler ve imajlar tarafından nasıl etkilendiğini irdeleyen çalışmalar. Assia Djabbar Medine’den Uzaklarda isimli eseriyle, Asr-ı Saadet kadınlarını bazen esrik bazen hikmetli bazen de yapıbozuma uğratacak bir aykırılıkta yükselen sesleriyle anlattı. Andrée Michel ve Germaine Tillion gibi yazarlar Müslüman kadınlara akli anlamda tanınan ikincil konumun Kur’ân’dan değil feodal toplum yapısından kaynaklandığını dile getirdiler eserlerinde. Aklımıza suskunluğu kabul etmektense sürgüne gitmeyi yeğleyen Kerbela kahramanı Zeynep de geliyor; Yezid iktidarına karşı kendine özgü bir dille ve sorularıyla sürdürdüğü muhalefet nedeniyle. Hz. Aişe’nin Cemel Vakası’nda, Hz. Fatıma’nın ise Fedek Olayı’nda takındıkları tavır siyasal sebeplerle eleştirilse bile bu saygın kadınların kendi akıllarıyla hareket etme doğrultusundaki bir dirayet ve özgüveni göstermesi açısından bana çözümlemeye değer geliyor.
Kur’ân’ın içeriğinden çok yorumlarına dayanan cahilî bir telakki, İslam’ın idealindeki kadını tıpkı çocuklar ve köleler gibi Allah’la doğrudan muhatap olamayacak eksik akıllı ve bu nedenle de hem kendi hem de toplumun iyiliği hatırına vesayet altında tutulması gereken insan cinsi olarak tarif ediyor.

Dikkatimizi Peygamberimiz (sav)’in yakınındaki kadınlara yoğunlaştırdığımızda her birinin güçlü, mütehakkim, ihmaller, istismarlar ve haksızlıklar karşısında duyarlı ve akli açıdan geride durdukları söylenemeyecek kadar etkili kişilikler olduğunu fark ediyoruz.

Kendilerine Cahiliye taassubuyla yönelen baskılara karşı bu kadınlar fakih mantığıyla Kur’ân ayetlerine başvurarak karşı çıkıyor ya da salt mevcut meseleye dönük soru ve itirazlarıyla bir ayetin inmesine vesile oluyorlar.

Saadet Asrı kadınlarının, özellikle Hz. Muhammed (sav)’in etrafında yaşayan müminlerin annelerinin akıl yürütmede gösterdikleri cehd ve cesaret konusunda bir örnek, “vakf” ve “ibtida” kaidelerinin kullanımında kendini gösteriyor. Kur’ân ilimleri arasında yer alan “Vakf ve İbtida”, okuma esnasında mananın esas alınarak nerelerde durulup nerelerde geçileceğini bildiren, sahabenin Kur’ân okuma öğrenimine paralel olarak uzmanlaştığı bir saha.

Serpil Başar’ın Kur’ân’ın İlk Kadın Yorumcuları isimli çalışmasında anlattığı gibi vakf ve ibtida kaidesine Müzzemmil Suresi’nin 4. ayeti delil getiriliyor. Ayetin meali şöyle: “Öyleyse sen de Kur’ân’ı ağır ağır oku.” Peygamberimiz’in uygulaması ile sabit olan bu okuma şekli konusunda Ümmü Seleme’nin geniş bir açıklama yaptığını görüyoruz. Verdiği bilgilere bakarak da Ümmü Seleme’yi Kur’ân ve sünnet üzerine bilgilerini uygulamalı olarak topluluklara anlatan bir kadın olarak tanıyoruz. Bu muhterem anne naklettiği vakf ve ibtida kaidesini dikkate almayan bir okumanın manayı nasıl bozduğuna dair rivayetle, sonraki dönemlerde âlimlerin görüşlerinin şekillenmesine katkıda bulunmayı sürdürdü. (İz, s. 47)

Soru soran kadınların, ayetlerin nüzulüne de katkıda bulunmuş olması bir hayli dikkat çekici. Azhab Suresi’nin, Ümmü Umare el-Ensariyye veya Ümmü Seleme’nin Peygamberimiz’e, “Ben her şeyi erkekler için görüyorum, kadınlar için bir şey görmüyorum” demesi üzerine nazil olduğu kaydediliyor. Yine Ümmü Seleme’nin, “Ya Rasûlullah, erkekleri zikrediyorsun ama kadınlardan bahsetmiyorsun!” demesi üzerine de “Allah’ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri özlemeyin” (Nisa, 4/32) ayeti ile “Doğrusu erkek ve kadın Müslümanlar, erkek ve kadın müminler, boyun eğen erkekler ve kadınlar…” (Ahzab, 33/35) ayetleri iniyor. İlk inen ayeti çok farklı katmanlarda okumak olası: Kadınla erkeği birbirinden üstün kılan özellikler var ve “akıl üstünlüğü” bunlardan biri değil. Söz konusu olan belki “akıl farkı.”

Soru soran kadınların, ayetlerin nüzulüne de katkıda bulunmuş olması bir hayli dikkat çekici. Azhab Suresi’nin, Ümmü Umare el-Ensariyye veya Ümmü Seleme’nin Peygamberimiz’e, “Ben her şeyi erkekler için görüyorum, kadınlar için bir şey görmüyorum” demesi üzerine nazil olduğu kaydediliyor.

Başar, aralarında yazı yazmayı bilenler de bulunduğu halde Asrı-ı Saadet kadınlarının sözlü kültüre katkılarının da altını çiziyor burada. Vahiy kâtipleri arasında kadınlar yoktur ancak Hz. Ömer’in vefatından sonra mushaf Hz. Hafsa’ya teslim edilmiştir.

Ayşe ve Ümmü Seleme’nin müteşabih ayetlerle ilgili tartışmalara büyük bir vukufiyetle katılarak akıl yürümeleriyle sonucu etkiledikleri görülüyor.

Fatma’nın eleştirel aklı, Peygamberimiz’in vefatının ardından yönetim çevresini karıştıracak sorularla hatırlanıyor. Fatma’da babasının nübüvvet macerasını çok yakından izlemiş olmanın getirdiği özel bir akıl olduğu açık. Assia Djebar onun babasının hem (gösterdiği şefkat nedeniyle) kızı hem de (zürriyeti dolayısıyla) oğlu olduğu kanaatini dile getiriyor.

Hazreti Aişe; Fatıma’nın, konuşma tarzıyla Peygamberimiz’e en çok benzeyen evladı olduğunu bildiriyor. Yavaş yavaş yükselen bir coşkuyla, sözünü sakınmadan, açık yüreklilikle ve şiir okur gibi konuşurmuş Fatıma. Babasının vefatından sonra “Medine’ye Hayır Diyen Kadın”dır o, Djebar’a göre. Soru ve eleştirileri karşısında aldığı cevaplarla yetinememesi salt bir iktidar meselesi olarak görülebilir mi?.. Peygamber ocağında yetişen kızın Cahiliye ölçeklerine göre muti bir kadın olmaktan uzak durduğunu, Kevser Suresi’nin sunduğu güvenle kendisini “cahil” olarak yargılamaya hazır muhakemeler karşısında cevaplarını hazır ettiği görülüyor.

“Akıl”, diyor Cevdet Said, “vasıta olmayıp bir görevdir”; yazma, okuma veya herhangi bir görev gibi öğrenme ve maharetle kazanılır. Kur’ân’da da akıl sonradan olma, değişebilir bir nitelik. Yani akıllı olmayı öğrenirsiniz, bunun önemini kavramışsanız koşullarınız izin vermese bile akıllı olmaya koşarsınız…

Yazı: Cihan Aktaş
Kaynak: sonpeygamber.info

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir