Şimdi şuraya ‘Türk kızının feminizmle imtihanı’ diye bir başlık atsam altına yazacak şey bulmakta sıkıntı çekmezdim sanırım. Hatta ‘muhafazakar çevredeki kızların feminizmle/feminist ithamıyla imtihanı’ desem sayfalarca yazı yazmam bile gerekebilirdi. Şuanda bile dinden bahsederken ‘yanlış anlamayın dindar değilim’ demek zorunda hisseden bir İngiliz gibi yanlış anlaşılma olmasın diye feminist olmadığımı belirtme ihtiyacı hissediyorum.
Ne acı ki toplumumuzda kadına bakışta hâlâ değişmeyen fikirler var, beton dökülmüşçesine kafalarda sabitleşmiş şeyler var. ‘Bir de şu açıdan bakalım’ dediğinizde karşınızdakinin sizi ‘feminist galiba bu!’ diye yaftalaması sözün ağzınızdan çıkışı henüz tamamlanmadan oluyor. Daha önce bir yazımda bahsetmiştim; annelerimizi anneannelerimizi gülerken salıncakta sallanırken hayal edemiyoruz ne kadar acı diye. Peki, bunu neden yapamıyoruz? Kadına biçilen sınırlı rolden, bu role itiraz hakkının olmamasından, sınırlarını çizenin ‘kendisi’ olmamasından yapamıyoruz.
Gıyabında karısını aşağılayan adamların oğulları bugün hiç kızarmadan kadınlar üzerinden cinsel göndermeli espriler yapıyor. Bunu sosyal medya vasıtasıyla rahatlıkla görebiliyoruz. Elbette yapmayanı da vardır ancak en dikkatlisi ‘Kur’an’da çok eşlilik’ konusu tartışılmaya başlandığında allame-i cihan kesiliyor zannediyorsunuz ki yirmi birinci yüzyılın bir numaralı fakihi hatta tefsir âlimi, emirler, yasaklar, âyetler, hadisler ondan soruluyor. Miras konusunda, nikâh konusunda, çalışma konusunda gösterilen titizlik, ‘değerlerimizi’ savunma sıra Nur Sûresi’ndeki ‘Müslüman erkeklere söyle gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar’ âyetine geldiğinde hemen kayboluveriyor. Nerelere baksak kimlere sorsak bulamıyoruz, ahh nerede vahh nerede…
Bakın din, hiçbir zaman toplumun yaşayış tarzından, dünya görüşünden, örfünden, âdetinden bağımsız bir şey olmamıştır. Bilakis toplumdan topluma, itikadî meselelerde değil elbette ama yaşanma noktasında farklılık gösterir. Bu nedenle kız çocuğuna ayrı erkek çocuğuna ayrı muamele eden Türk toplumunda erkek çocukları mükellef değilmişçesine sokaklara salınır. Bu şekilde büyüyenlerin es kaza dindar olanları kendilerini tesettürlü kızları eleştirme mercii olarak görüp islamı eşlerinin, kardeşlerinin dindarlığı yahut tesettürü üzerinden yaşamaya kalkar. Gelip görelim ki mevzu burada bitmiyor. Bir de imandan, İslâmdan, en önemlisi vicdandan nasibini almamışları var.
Haftalardır canımı sıkan bir konu var. Duymuşsunuzdur 14 yaşında zorla evlendirilen kızı… hani bir yıl sonra dayanamayıp baba ocağına sığındığında iki kuzeninin tecavüzüne uğrayan. Fakat kuzenler o kadar gururlu öylesine namuslu ve haysiyetlerine düşkün insanlar ki kız hamile kalınca çocuğun hangimizden olduğu belli değil diye evlenmeyi reddediyorlar. Tecavüzcüsüyle evlendirilmesi fikrinin korkunçluğu bir yana biraz evvel gururlu, haysiyetli ve namuslu sıfatlarının yanına eklemeyi unuttuğum zekâlarıyla adeta bir Einstein olan bu aile ne yapalım derken çözüm buluyor; kızı öldürelim!
Evet, her ölüm erkendir. Evet, öldükten sonra nereye gömüldüğün, mezar taşının şıklığı, kefeninin kalitesi bir şey fark ettirmiyor ancak siyah ceset torbasına konulup üzerine iş makinesiyle topak atılmayı da kimse hak etmiyor. Hayatını karartıp, yaşarken insan muamelesi yapmadıkları kızın ölüsüne de ‘bir zamanlar yaşıyordu gülen ağlayan duyguları olan bir insandı’ diyip insan muamelesi yapmayı çok görüyorlar. Hadi ailecek, hak bilmez hukuk tanımaz -din-iman zaten hak getire- yaşıyorsunuz ve dediniz ki cezamızı biz keseriz. Tamam, o halde öyle yapsaydınız tecavüzcü oğullarınızı öldürseydiniz! Ceza suçluya mı kesilir mazluma mı bunu bir düşünseydiniz. Kusura bakmayın ama bu, düştüğü için bir tokat da annesinden yiyen çocuğun durumuyla aynı değil; siz o anne kadar masum değilsiniz kız da tokat yiyen çocuk kadar hayatta değil.
Hepimizin sonunu Allah biliyor, bizim de ne olacağımız belli değil ancak bu insanlar için cehennem fikri içimi ısıtıyor.
Yorumlar