Gülriz Sururi röportajını okudunuz mu? Hani hafta içinde sosyal medyada baya bir çalkantıya yol açan röportaj. Ya da durun önce bir Gülriz Sururi kimdi onu hatırlatayım 12 yaşındayken sahneye çıkmasının annesinin ilk primadonna olmasının dışında tanıyacağımız tanımıyla çocukluğumuzun ‘ala luna’ reklamlarında kafasında her daim olan minik topuzuyla meşhur kadın oyuncu.
Henüz okumamış olanlarınız varsa röportajı buradan okuyabilirler. Okuduysanız soruyorum; ne hissettiniz?
Benim düşündüğüm tek şey ‘Allah’ım bu nasıl bir kafa karışıklığı, bu nasıl bir nefret!’ olmuştu. Çünkü sözlerinde insanı rahatsız eden öyle bir şey var ki… tarif edebileceğimden emin değilim. Hissiyatını anlıyorum, ne demeye çalıştığını nasıl desem duygusu bana geçiyor ama adını koyamıyorum. En hafif haliyle nefret diyebilirim, bu kadar uzun yaşamayı beklemiyordum diyebilecek kadar uzun süre yaşayıp da kendi ülkesine, burada yaşayanlara sanki Madagaskar’dan dün gelmişçesine ‘yabancı’ olmasını anlayamıyorum. Sanki daha yeni karşılaşmış gibi bir şaşkınlık bir anlayamamama bir tanımlayamama. İnsan bilmediği anlamadığı şeyden korkar, biraz daha iddialı olduğunu düşünen bir tipse korkusunu nefrete dönüştürür bu da o misal işte. Ben de hâlâ kendi kendime ‘nasıl böyle yabancı olur nasıl bu kadar kutuplaşmacı olur’ diye düşünür dururum.
Sevmiyorum, kategorize edip ‘bunlar’, ‘şunlar’, ‘ötekiler’, ‘berikiler’ diye tasnif yapıp insanları hatıra kutuları gibi kutucuklara doldurmayı kutuların üzerine etiket yapıştırmayı aman kimse birbirine karışmasın herkes kendi bahçesinde oynasın tavrını sevmiyorum. Ama şöyle söyleyebilirim kendilerine ‘cumhuriyet kadını’, ‘cumhuriyet çocuğu’ etiketini uygun gören kişilerin geliştirdikleri ortak bir tavır var, ‘ben cumhuriyet çocuğuyum ve buralar hep bizim’. ‘Paşa Dedesi’nden kalmış çünkü o nasıl istiyorsa öyle yaşanmalı mesela Gülriz Sururi hanım Nişantaşı’nda başörtülü görmek istemiyorsa oraya gitmemeli. Ay yok artık ‘türban Çankaya’ya çıkamaz’ diye düşünüyorsa çıkmamalı, çıkmışsa inmeli. Ama o yine de o kadar hoşgörülü bir insan ki herkesi bağrına basmaya hazır balkon konuşmasında hep hayal ediyor şimdi oradaki hanımlar saçlarını aynı anda açıp da bir savursa… Ahhh ne müthiş olurdu değil mi? Büyük bir devrim, Türkiye’den başlayıp dalga dalga bütün İslam coğrafyasına yayılan bir hareket… şaka yapıyorum elbette.
Aslında söylemek istediğim şey şu; ‘Ben Çok Sıkıldım’. Bu tavırlarınızdan, burada kuralları ben koyarım halinizden, ‘sen bilmezsin ben senin yerine düşündüm, hadi hadi kalk kalk daha modern olucaz’ itelemenizden, kapalı kız ama giydiğine bak giydiğine fakihliğinizden, eskiden bunlar yoktu son on yıldır çıktılar, ‘her yerdeler her yerde!’ paranoyanızdan sıkıldım.
Sıkılırken bir yandan şunları söylüyordum; ‘Hayır, burada kuralları sen koyamazsın. ‘Burası’ benim hayatım ve burada senin söz hakkın yok. Canım çok düşüncelisin ama modernlik de bana kalmasın mesela? Belki de istemiyorumdur modernliği üstelik senin tanımladığın haliyle! Modernlik bana kalmıyor, burada tamamsak önerim şu; fakihlik de sana kalmasın. Kabul etmediğin bir inancı uygulamaya çalışana ‘olmadı ki, yapamadın ki, öyle Müslüman olunmaz ki, ne biçim yaptın kabul olmaz ki’ diye fetva buyurmasan cami dendiğinde secdeye değmemiş alnına bakmadan ‘asıl ibadet mütevazi olur ne öyle gösterişli camiler istiyosunuz’ diye zahidlik taslamasan nasıl olur?
Son olarak; Sen on yıl önce bana dikkat etmiyordun diye ben yok değildim ve her yerde olmaya devam edicem. Ama bunu karşılıklı nefretleşmeden yaparsak da memnun olurum. Tamamsak, ben gidiyorum…
Zeynep Hnm her zamanki gibi çok güzel bir yazı olmuş. Eline, emeğinize sağlık…