Şule Yüksel Şenler Davasını Anlattı
İslami kadın hareketinin “Ateşleyicisi”, bugünkü “Türban” tarzını belirleyen isim Şule Yüksel Şenler mücadelesini anlattı…
1938 doğumlu Şule Yüksel Şenler, İslami kadın hareketi açısından önemli bir isim. Hayatını “davası” belirlemiş, kararlı ve tutarlı durmak adına hapis de yatmış. Seveni de çok sevmeyeni de. Modern eğilimleri olan bir ailenin kızı olarak büyüyen Şenler, ağabeyi Özen Şenler’in yönlendirmesiyle gençlik yıllarında tesettürlü bir hayatı seçer. Ortaokulda eğitimini bırakmak zorunda kalır. Ama bu onun öğrenme hırsını etkilemez. Eline ne geçerse okur ve bir süre sonra da yazmaya başlar. Onun döneminde parmakla sayılacak kadar az olan kadın gazetecilerden biri olur. Gazetecilik tek uğraşı olmaz. Romanlar, senaryolar yazar. “Huzur Sokağı” adlı romanı o kadar ses getirir ki, günümüzde bile basımı devam ediyor. Şule Yüksel fırtına gibi girer kadınların hayatına.
İnsanları hidayete davet eden kitaplar yazar, durmaz dinlenmez özellikle kadınların katıldığı, İslam’ı anlatan konferanslar verir. Şehir şehir, kasaba kasaba dolaşır. Verdiği konferanslara 10 binler gelir. Muhafazakâr çevrelerde Şule Yüksel deyince akan sular durur. Sayısız kadın onu dinledikten sonra kapanmaya ve İslami kurallara uygun yaşamaya karar verir. Kentli geçmişi, Şule Yüksel’in tarzına yansır. Konferanslarında kendi çizdiği modellerden yaptığı başörtülerini, kıyafetleri kullanır. Hatta onun yarattığı baş bağlama biçimi “şulebaş” olarak anılır. 1968 yılında Ankara’da Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde yaptığı konuşma, İslami kadın hareketi açısından bir milat sayılır. Bugün yazan çizen tesettürlü kadınların çoğunun “Şule Abla”sıdır o. Ocak ayı sonunda Timaş Yayınları’ndan çıkacak olan Sibel Erarslan imzalı “Bize Ne oldu” adlı kitap Yüksel’in İslami kadın hareketindeki yerini anlatıyor. Yüksel kitap piyasaya çıkmadan önce Aktüel’e mücadelesini anlattı.
- Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a yazdığınız mektup yüzünden hapis yatmışsınız…
“Cumhurbaşkanı’na açık mektup” diye seri bir yazı kaleme aldım. Öyle ses getirdi ki, birçok milletvekili ve bakan, yazılarımı bitireyim diye kapıma kadar geldi. Yazıda Kur’an’ın bir harfini inkâr edenin kâfir olarak adlandırıldığından, cumhurbaşkanın ise iki ayeti birden inkâr ettiğinden bahsediyorum. Bu nedenle de milletten özür dilemesi gerektiğini ve bu yanlışı tashih etmesi gerektiğini belirtiyorum. Sonra Sunay davacı oldu ve dokuz ay 10 gün hapis yattım.
- Cezaevine girmek size neler hissettirdi?
Birçok milletvekili ve bakan beni kaçırmayı, saklamayı teklif etti, hiçbirini kabul etmedim. Şöyle dedim: “Eğer bir yazar idealist, dava insanı ise onun gereğini yapmalıdır. Kanunlara ters düşmemelidir. Biz sonu hapis de olsa idam da olsa davamızdan dönmeyiz. Bu millet kime güvenecek.”
- Cumhurbaşkanı daha sonra sizi affetmek istemiş…
“Affetmek büyüklüktür ama suçlu olan affedilir. Hiç suçlunun masumu affettiği görülmüş müdür? Ben böyle bir affı kabul etmiyorum” dedim.
“Hastalar suratıma tükürüyordu”
- Daha sonra hapishanede rahatsızlandınız…
Cezaevinde küçücük bir yerde tam 32 kişi kalıyorduk. Kimi mahkûmlar yerlerde yatıyorlardı. Fareler cirit atıyordu. Akciğerlerimden rahatsızlandım. Yatağımın başında jandarma bekliyor, tuvalete gittiğimde bile yanımdan ayrılmıyordu. “Mahkûm” diye insanlar birbirlerine beni gösteriyorlardı. Herkes bana bir suç isnat ediyordu, hızsızlıktan zinaya kadar. İnsanlar suratıma tükürüyordu. Bayılacak gibi oluyordum.
- Başörtülü-başı açık kutuplaşmasını nasıl yorumluyorsunuz?
70 küsur yıllık hayatımda milletimizde böyle bir ayrım görmedim. Benim ateist, mini etekli arkadaşlarım da oldu. Onlar beni benimsedikten sonra benim onları benimsememem için bir neden yok.
- O dönemin tesettürlü kadınlarla bugünkü tesettürlü kadınları karşılaştırır mısınız?
O dönemin kadınlarının sahip olduğu şuuru bugünkülerde göremiyorum. O dönem tesettürlü kadınlarda kesinlikle makyaj göremezsiniz.
“GELENLERDEN KOLTUKLARIMIZ ÇÖKERDİ”
Gelen giden çoktu. Öyle ki artık yazı yazamıyordum, bir yandan da mahkemelerim, konferanslarım var. Dedim ki böyle olmaz ve her ayın 10’unu kabul günü yaptım. Oturduğum daire büyüktü, inanın bir kez tam 700 kişi geldi. Kaç koltuk takımı çöktü inanamazsınız. Kapım herkese açık. Emine Erdoğan orada örtündü.
“EMİNE HANIM İLE TAYYİP BEY’İ BEN TANIŞTIRDIM”
Emine’yi en yoğun olduğum zamanlarımda tanıdım. Daha 17 yaşındaydı. Açıktı, geldiğinde. Ben konuşma yaparken, beni görünce ve sözlerimi dinleyince çok etkileniyor. Hâlbuki ağabeyi devamlı olarak kendisine örtünmesini tavsiye ediyor fakat kabul etmiyor. Beni görünce; “Böyle olursa örtünürüm” diyor. Ama o zaman görseniz, açık gelen başörtülü çıkıyordu.
Tayyip Bey, Erbakan döneminde gençlik kolları başkanıydı. Tayyip Bey kadınlara hiç ama hiç bakmazdı, gözü hep yerdeydi.
Erbakan günleri, bir toplantı… Sanıyorum Taksim Gazinosu’ndaydı. Ben de Üsküdar’da oturuyorum. Annesinin izniyle Emine’yi de yanıma aldım, gittik. O güne kadar Tayyip Bey’i hiç tanımamış. En önde oturuyoruz. Önümüzde bir podyum var, haremlik selamlık oturuyoruz. Konuşmalar yapılıyor. Tayyip Bey çıktı, şiirlerle süslediği bir konuşma yaptı. Emine’ye; “Nasıl güzel konuştu değil mi?” dedim. Emine’de ses yok. Başı önünde, kıpkırmızı oturuyor, cevap yok! Bu arada dikkat ediyorum; Tayyip Bey katiyen kadına, genç kıza bakmaz. Ama gözü arada bizim oraya kayıyor.
Vapurda güvertede oturduk. Emine’nin durumu aynı. Dedim ki: “Emine, Tayyip Bey’i sorunca neden cevap vermiyorsun?” Utana sıkıla; “Abla dün gece rüyamda ben onu gördüm. Aksakallı bir zat parmağı ile onu gösterip; ‘onunla evleneceksin’ dedi. Beyazlar giymişti” diye rüyasını anlattı. Ve o gün Tayyip Bey beyaz bir takım elbise giymişti, ince, çok şıktı. Kısmet oldu, evlendiler. O zamanlar Tayyip Bey’e de söyledim. O bir liderdi ve Emine ona çok uygundu.
“SAYLAN’IN DAVASI KÖRDÜ”
- Siz de kadınların güçlü kanaat önderlerinden birisiniz, Türkan Saylan da öyle biriydi. Durduğunuz yerden bir kadın olarak Türkan Saylan’ı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hiçbir noktada buluşacağımızı zannetmiyorum. Bu soruya cevap vermemeyi çok isterdim. Bizim zamanımızda Türk Kadınlar Birliği vardı. Tamamen zıt fikirlerimiz vardı. Şahsen benimle çok uğraştılar. Onlar da kendilerini bir dava insanı olarak görüyorlardır. Biz “kör dava” deriz böyle davalara. Ama kör de olsa onlar da dava sahibi insanlar.
- Bugün karşıt görüşte olmasına rağmen bazı konularda beraber hareket edebilen kadınlar hakkında görüşleriniz neler?
Bütün ters gelişmelere rağmen bu insanların bir araya gelebilmeleri çok güzel.
- Medyada sizin koca dayağı ile ilgili görüşleriniz de büyük tartışmalara neden oldu?
“Birleşen Yollar” filmi Muhatara Polatkan’ın köşkünde çekiliyordu. Filmin gayri İslami olmaması için ben de sete gidp geliyordum. Orada Muhatara Hanım “Kur’an’a göre erkekler kadını dövebilir diye savunuyorsunuz. Ne demek istiyorsunuz?” dedi.
- Siz dayağın meşru olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Kur’an’da “eşlerinize eziyet etmeyin” der. Bu tartışmalarda yanlış anlaşılan bir mesele var. Sertlikten hoşlanan, bundan zevk alan mazoşist kadınlar ve sadist erkekler var. İkinci mesele ise Kur’an erkeğin İslami olan isteklerine kadınların uymasını istiyor. Mesela erkeğin şer’li bir kadınla eşinin görüşmesini istememe gibi bir hakkı var. Eğer
kadın buna uymuyorsa erkek iki kez ikaz eder, üçüncü seferde kadınla yatağını ayırır. Dördüncü seferde kadın hâlâ eşinin isteğine uymuyorsa kol ve bacaklarına, ruhunu incitecek şekilde vurur; yoksa şiddetle değil.
- İslami kadın hareketi için çok şey yaptınız; sizi feminist olarak tanımlamak mümkün mü?
Feminist, erkeklere karşı olan kadındır. Ben erkeklere karşı değilim. Kadın hakları olduğu gibi erkek hakları da var.
- Günümüz muhafazakâr erkeklerini hangi noktalarda eleştiriyorsunuz?
Onları kendi dinlerini iyi tetkik etmemek, anlamamak ve bilmemekle tenkit ederim. İçlerinde bilenler olduğu hâlde bunu yaşamıyor. Yaşamak işine gelmiyor. Böyle bir zamanda yetiştiği için çeşitli şeylerin etkisi altında mı kalıyor bilemiyorum.
- Siz sayısız kadını etkilemiş birisiniz. Evliliklerinizde şiddet gördünüz değil mi?
Sormayın! Hakiki dram bu işte… Anlatılır gibi değil.
- Görücü usulüyle mi evlendiniz?
Hayır. Bir tiyatro artistiydi ve İslami oyunlar oynardı. Erkeklerden oluşan bir ekibi vardı… Bir oyununu görmeye gittim. Takdir ettim. Ve bir yazı yazdım.
- Evlenmeye nasıl karar verdiniz?
Bir gün ağabeyim, “Şule, Abdullah Kars bey sizinle görüşmek istiyor” dedi. Geldi, ailece oturduk. Bir Anadolu çocuğu, hemen çıktı koltuğa bağdaş kurdu. Ben de diyorum ki; ne kadar samimi, olduğu gibi görünüyor. Üniversite okumuş; hem ilahiyat hem de tiyatro… Benden bir tiyatro oyunu yazmamı istedi. Daha önce yazmamışım ama kendime güveniyorum; yazarım dedim. Üçüncü gelişinde bana talip oldu. O zamanlar talibim çok, yaşım da kemale ermiş; 30’lu yaşlarım. Talibim çok ama evlenmek istemiyorum. Çünkü kimsenin mesleği bana uymuyor, beni taşıyabilecek biri olmalı, davama destek olacak. Bu da tiyatrocu… Dedim ki onun gece sahne alacağı yerde gündüz ben de konferans veririm. Annem hiç istemedi ama…
- Size şiddet uyguladı mı?
Çok şaşırdım, çok. Onlar anlatılamaz! Anlatılırsa inanılamaz.
- Nasıl katlandınız bu duruma?
Ben konferanslarımda, hem kadınlara hem erkeklere sabır tavsiye ederdim. Ben de söylediklerime ters düşmemek için sabır gösterdim. Şunu da söyleyeyim; boşanmak helaldir. Ama Allah’ın en az sevdiği helaldir.
“Benim yüzümden boşananlar olurdu”
- Ama neden sabrediyorsunuz. Böyle olunca erkekler, ben yapayım, nasıl olsa sabredecek diye düşünmez mi?
Şunu da düşündüm; onu afişe etmek de istemedim, çünkü hatasına rağmen hizmet ehli bir insan o da. İkincisi o günkü hanımlarımız, genç kızlarımız öyle ki; inanın Şule Yüksel ne yaparsa, aynısını onlar yapıyor. İnanın ufacık bir şeyden kocalarından ayrılmaya kalkacaklar! Ve o zaman bütün erkekler bana karşı cephe alacaklardı.
- Bu konuyu konuşmuyor muydunuz?
Hiç sebep yok! Birden bire nasıl oluyor, nasıl ediyor anlamıyorum, gazapla bir şey çıkarıyor ve üzerime hücum ediyor. İlk dayağımı hiç unutmuyorum. Ama nasıl dövmek!
- İnsan böyle vahşi bir adamla evlenir mi? Âşık mı oldunuz?
Hayır olmadı öyle bir şey. Bunun bir cevabı var. Benim davamdan başka hiçbir şeyi gözüm görmüyordu. Onu da bir dava insanı olarak bildim.
- Aşk duyduğun bir adamla dava arkadaşlığı daha güçlü olmaz mı?
Ben eşlerime hiç âşık olmadım. Hiçbirini sevmiyordum. Sevgisiz bir hayat. Aşkı ben çok genç yaşta yaşadım. 14’ten 18 yaşıma kadar. Nişanla noktalanıyordu, söz kesildi fakat bozuldu. Ama bir ömür boyu bende kaldı. Ve hâlen de öyledir.
- Hâlâ insanlar başörtülü olanlar âşık olabilir mi diye soruyor?
Bu bez parçası benim bir tek saçlarımı örtmeye yarıyor, bir kadın olarak duygular aynıdır.
“ŞULEBAŞ AVRUPA’YA KADAR GİTTİ”
Bunun siyasi bir tarafı yoktu. Rüzgârda saçım açılmasın diye örtümü arkadan bağlama ihtiyacı hissettim. Bunu da kendime göre bir stile soktum. Hatta Avrupa mankenlerinin dergilerdeki fotoğraflarında şapkalarının yerine başörtüsü yerleştirerek yeni tarzlar oluşturmaya çalışıyordum. Bu yaptığım çalışmaları daha sonra hayata geçiriyor, konferanslarıma bu kıyafetlerle gidiyordum. Bu da kadınlar tarafından büyük bir hayranlıkla kabul ediliyordu. Daha sonra Avrupa mecmualarında başörtüye benzer tarzda kıyafetler de gördük.
Yorumlar