Mimar olmaya karar vermek, mimarlık okulunda okumak ve mimar olmak. Bu çemberlerin herhangi birinin içerisinde isek, üstadımız Mimar Sinan’ı tanımak boynumuzun borcu olmuş demektir. Her mimar mutlaka Mimar Sinan’ın eserlerini inceler, görür, karşısında saatlerce durabilir. Onun yaptıklarının sadece birini ömründe yapmak, birçok meslektaşıma artık herşeyi tamamlamış hissiyatı verebilir.
Bu haftaki sayımızda hangi konuda yazı yazacağımı düşünürken, masamda duran MİMAR SİNAN kitabım gözüme çarptı. Tam anlamıyla 7 yıldır tanımak için çaba sarfettiğim hala okuduğum, öğrenmek için çırpındığım, üstadımı neden anlatmıyorum diye. 3-5 parağrafla anlatılmaz eserleri, yaşadıkları ve aşkı. Ama bir yerinden başlamalıyız onu anlamaya, anlatmaya. Sinan’a dair bildiklerimiz 1-2 cümlede kalmamalı. Sinan’ın titizlikle yaptığı camileri, külliyeleri, tüm özel yapıları, iç mekan düzenlemeleri, kullandığı yöntemler, detayların mühteşemliği.
Sanat eseri olmayı başarmış, kaleminden damlayan her mürekkep. Yaradan’ın özel lütuflarından biri belki de yetenegi. Tüm eserleri adeta değerli bir tablo gibi saatlerce karşısında durup izlenecek, her bir detayının fotoğraflanacak kadar önemli. Hepsi bir çabanın ürünü aslında. Okudugum bir kitapta MİMAR SİNAN için Osmanlı mucizesi diye bahsediyordu. Okudukça tanıdıkça ben mucize olarak görmüyorum.
Yaradan’ın bazı kullarına emekleri doğrultusunda verdiği yeteneği, Sinan kul olarak çok iyi değerlendirmiş ve Yaradan Rabbim de, o bir çalıştıkça sayısız yetenekle lütuflandırmış üstadı. Dediğim gibi, Sinan’ı anlatmak için Sinan gibi olmak hayaliyle belki de yazdığım tüm satırlar.
Mimar Sinan; Kayserinin o günkü ismi Agrianos, bugünkü ismi Ağırnas olan köyde dünyaya gelmiştir. Sinaneddin Yusuf olarak isimlendirilmiştir. Yavuz Sultan Selim zamanında, devşirme olarak 22 yaşında İstanbul’a gelmiştir. Burada Yeniçeri ocağına alınmıştır. Yeteneği göz ardı edilmemiş, zekiliği ve becerikliliğini göz önüne sermiştir. Yeteneğini kendisi de fark eden ve içinde ilgi doğrultusunda mimarlığa yönelmiştir. Dönem içerisinde yapılmış inşaatlarda uzun süreler çalışmıştır. Gözlemlemeyi ve çalışmayı hep çok sevmiştir. O dönem içerisinde 1514 yılında Çaldıran ve Yavuz Sultan Selim ile beraber Mimar olarak 1517 yıllında ise Mısır seferine katılmıştır. Daha sonra Kanuni Sultan Süleyman ile beraber Belgrad seferine yeni çeri olarak katılmıştır.
Sinan ilerleyen zaman içerisinde becerisi, zekiliği ve gösterdiği gayretlerle beraber rütbeden rütbeye terfi etmiştir. Rodos seferine Atlı Sekban olarak katılan Sinan, daha sonra katıldığı Mohaç Meydan muharebesinde gösterdiği başarı ve gayretler sayesinde ödüllendirilerek bölük komutanlığına terfi etmiştir. Zamanla artarak değişen rütbesi Sinan’ı Baş teknisyen olmasına kadar götürmüştür. Van Gölü üstünden geçecek üç geminin başarıyla tamamlanması sonucunda, haseki ünvanıyla ödüllendirilmiştir. Daha sonra 1536 yılında Prut Irmağı üszerinde inşa ettiği bir köprüyle ilgi odağı olan Sinan , Yüksek Dergah Başkanı olmuş , 1539 yılında ise Mimar Acem Ali’nin ölümü üzerine Saray Baş Mimari olmuştur.
50 yıla yakın baş mimar görevini icra eden Mimar Sinan, mimarlar ve ustalardan oluşan çalışma ekibiyle bir çok yapıyı inşa etmiştir. Saray kayıtları ve çeşitli bilgilere göre; 92 camii, 52 mescit, 57 medrese, 7 darül-kurra, 22 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa (hastane), 5 su yolu, 8 köprü, 20 kervansaray, 36 saray, 8 mahzen ve 48 de hamam olmak üzere 375 eser yapmıştır. Ayrıca, Edirne ilindeki Selimiye Camisi Dünya Kültür Mirası listesindedir. Büyük usta merkezi plan sitemini, Osmanlı mimarisinde ilk kez uygulamıştır. Kubbe kullanma imkanlarını en ileri noktalara ulaştırmış, süslemeleri olması gerektiği kadar kullanarak eşsiz ve benzersiz bir sunum hazırlamıştır. Mimar Sinan mimarlık hayatında inşa ettiği eserlerinin içerisinde, en çok çıraklık, kalfalık ve ustalık dönemi diye bilinen eserleriyle dikkat çekmektedir.
1543-1548 yılları arasında İstanbul’da yaptığı Şehzadebaşı Camisi çıraklık dönemi eseridir. 1550-1557 yıllarında İstanbul’da yaptığı Süleymaniye Camisi kalfalık dönemi yaptığı bilinmektedir. 1565-1575 yılları arasında Edirne’de yaptığı Selimiye Camisi ise ustalık dönemi yapıtı en güzel eserlerindendir.
Mimar Sinan, Mimarbaşı olduğu sürece birbirinden çok değişik konularla uğraşmıştır. Zaman zaman eskileri restore etmiştir. Bu konudaki en büyük çabalarını Ayasofya için harcamıştır. 1573’te Ayasofya’nın kubbesini onararak çevresine, takviyeli duvarlar yapmış ve eserin bu günlere sağlam olarak gelmesini sağlamıştır.
Kendi mührü Büyükçekmece Köprüsü üzerinde kazılıdır. Kişiliğini ifade etmek bu satırlarla mümkündür.
Mühür şöyledir:
El fakirul – Hakir Ser Mimaranı Hassa
(Değersiz ve muhtaç kul, Saray özel mimarlarının başkanı)
Böyle değerli bir üstad, 1588’de İstanbul’da vefat etmiştir. Mimar Sinan’ın bedeni Süleymaniye Camii‘nin yanında kendi yaptığı sade türbeye defnedilmiştir.
O tek cümleyle anlatsa da kendisini onu tanıyanlar, hep Sinan için, en iyi cümleler sıralamış peşpeşe. Hepsi de kisiliğinin, sabrının, becerisinin dehalığından bahsediyor. Her biri hayalimizdeki Mimar Sinan’ı gerçek kılıyor.
Lütuf işte…
Eserlerinin eşssiz güzelliği zamana yansımış bin şükür. Sinan olmak, hayatının her dönemini rütbeden rütbeye artarak geçirmek, kaleminden dökülen her damla mürekkebi gün yüzünde hayranlık duyulacak bir lekeye dönüştürmektir.
Mimar Sinan gibi kul, onun gibi bir mimar olabilmek adına.
Görüşmek dileğiyle.
Yaradan’a emanet olun…
Yorumlar