Dua denildiğinde aklımıza ilk gelen insanın Yaratıcı’sından bir şey istemesidir. Biraz daha yakından baktığımızda şunlar ilave edilebilir belki; aciz olan insanın acizliğini bilip, kabul edip hatta itiraf da ederek tüm kusurlardan münezzeh, kadir-i mutlak olan yüce Rabb’ine yalvarışıdır. Yani yüce olanın karşısında, acziyeti ilan edip boynumuzu bükmemizdir dua, kime dua edileceğini ve kendisine dua edilenin takdirini önceden kabul etmekdir.
Baş ucu kitabı derler ya, dönüp tekrar tekrar okunması gereken kitap hani.. benim bu soruya cevaben aklıma ilk gelen kitap üniversite birinci sınıfta okuduğum Cemil Meriç’in Bu Ülke adlı kitabıdır. Fikir adamı olarak ayrı hayat hikayesiyle ayrıca ilgimi çeken Cemil Meriç’in kızı Ümit Meriç (ki kendisi İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Anabilim Dalı Başkanlığı’nı başörtüsü nedeniyle bırakmak durumunda kalmıştır) ‘in hayatı da en az babası kadar ilgimi çekmiştir. Bu detayları vermemin sebebi şu Ümit Meriç iman açısından agnostik (bilinemezci) olduğunu söylediği bir hayat yaşarken ani bir değişimle hidayete ediyor. Bu müthiş değişim sonrasında ise yine kendi tabiriyle uzun uzun kıldığı namazlar bir türlü ayrılmak istemediği secdeler ve bitmek bilmeyen dualar var. Ü. Meriç’in duaya, namaza ve secdeye olan bunca düşkünlüğü uzun süre susuz kalmış birinin bir türlü suya kanamaması gibi. Bizlerden çok azının kıymetini bildiği bir hal bu. Hangimiz şu satırları yazdık yahut söyledik: ‘koşa koşa gidiyorum secdeye ve istemeye istemeye koparıyorum kendimi secdeden. Kul olmaktan başka hiçbir şey istemiyorum ki… Rabb’imin huzurundan kalkıp gidecek neresi var?’
İşte böyle bir hal içinde olan Ü. Meriç, Dualar ve Aminler kitabında ‘dua merkezi ben, çevresi kainat ve hatta ötesi olan bir mekan ya da mekansızlık buudunda, bütün yaratılmış ve henüz yaratılmamış olan zamanlardan kendini sorumlu hissetmenin şuuru ve şiiridir ’ diyerek tanımlıyor duayı.
Peki derya içindeki balığın deryanın kıymetini bilmeyişi misali biz neden duaya, secdeye, tevekküle bu kadar yaklaşamıyoruz, bunca sarılamıyoruz? Dua Allah’ın yüceliğini kulun ise acizliğini kabul demekse bir nefis terbiyesi demek de değil midir aynı zamanda?
‘Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez. (A’raf, 55)’
‘Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma. Şüphesiz Rabbinin Katında olanlar, O’na ibadet etmekten büyüklenmezler…’ (A’raf, 205-206)
Allah bizden dua etmemizi bekliyorken, bütün peygamberler peygamberliklerine rağmen dua ediyorken bizim duadan uzaklaşmamız neden? Muhabbet etmeyenin ‘muhabbeti’ artmaz, dua Allah ile konuşma biçimimiz ona içimizi açma biçimimiz iken dua etmedikçe Allah’a olan muhabbetimizin artmasının mümkünlüğünden bahsedemeyiz. Ki Allah Furkan Suresi’nde ‘duanız olmasa idi, ne kıymetiniz olurdu’ buyurmuştur ve Mümin Suresi’nde ise ‘dua edin kabul edeyim’…
Sadece dünya için değil, sadece kendimiz için değil ama hem dünyamız hem ahretimiz hem kendimiz en çok müslüman kardeşlerimiz için, ruhumuzu terbiye için dua etmeli. Aksi halde kıymetsiziz.
Yorumlar