Tohum Dergisi 150. sayısında, görünürlüğü olan örtülü kadınlara “Tesettür” ve yaşanan değişim algısının, bize neleri getirdiğini neleri kaybettirdiğini sormuş. Bizlerde bu değerli röportajı sizlerle paylaşmak istedik…
Değişen siyasal rüzgârlar ve etkilenen inançlar, değerler, yaşantılar…
28 Şubat ve sonrasında yaşanan süreç, hepimizin hayatlarından bir şeyler götürdü. En çok tartışılan ve üzerine mücadele verilen ise üniversitelerden, kamudan, sosyal hayattan uzaklaştırılan “Türban”/“Tesettür”/“Örtü” oldu. Yeniden değişen siyasal rüzgârlar ve yeniden şekillenen özgürlükler üzerinde de bir tartışmadır yürüyor yine son zamanlarda. Meydanlarda ise kadınlardan çok erkeklerin sesini duyduk belki de en çok…
* Bilinen bir tesettür giyim değişimi var. Gözle görülen bu değişim özellikle 2000’lerin başından itibaren dikkat çekmeye başlıyor. Bunun da AK Parti Hükümetinin iktidara geldiği süreçle paralellik gösterdiği düşünüldüğünde günümüzde tesettürün de jenerasyona uğramasının da iktidarından pay almak ve otoritelere şirin görünmek isteyenlerin dezenformasyonu ile oluştuğu söylenebilir mi?
Cihan Aktaş: Toplumsal süreç ve olguların tek bir açıklaması yok. İlk planda hep dile getirilen “yozlaşıyoruz” kanaatinin ötesinde başka türlü açıklamalar olabilir, olmalıdır: Tesettürü sağlayan kılık kıyafetin toplumsal gelişme paralelinde kendine özgü değişiklikler sunması bana normal geliyor. Toplum başörtüsüyle arasındaki yasak engeli kalktıkça farklı yorum, açıklama ve kabullere açılıyor, deniyor, yanılıyor, geliştiriyor. Doğru, artık başörtüsü ateşten gömlek sayılmaz, ama bu tespit başka bir olguyu hatırlamayı da gerektiriyor: Üzerindeki baskı kalktıkça başörtüsüne yönelik ilgi da bağımsızlaşıyor. Öte taraftan belki yasak nedeniyle ortalıkta görünmeyen genç kızlar ve kadınlar da bir görünürlük kazanıyor.
Namevcut sayılan kadınlar kamusal yasaklar nedeniyle bir tür getto yaşantısına zorlandılar. Bana kalırsa şimdilerde yaşanan “dezenformasyon”u bu açıdan kendini gösteren bir depresyonla da açıklamak olası. Müslümanlar çağın idrakine İslam’ı söyletirken kadın meselesini paranteze almayı sürdürdüler. Bu nedenle de sizin belirttiğiniz yeni döneme uyarlanma bir de iktidar fenomenleriyle karıştığında çok farklı, çelişkili, sarsıcı, şaşırtan sahneler ve örneklerle karşılaşmak sıradanlaşıyor. Ben bu sahne ve örneklerin sadece iktidar/hükümet etkisiyle izah edilemeyeceğini düşünüyorum. Çünkü benzeri eleştiriler 1970’lerde yayımlanan İslami dergilerde yer alıyordu, 1910’lu yıllarda yayımlanan İslami gazetelerde de… Görece refah kazanmak hem görünürlük hem de satın alma gücü oranında bir etkiye sahip kuşkusuz. Ancak unutmamak gerekiyor ki “görünürlük”, çeşitli iletişim kanallarının yaygınlaşması da sadece İslami kesimle sınırlı kalmayan genel bir olgu, öyle ki mahremiyet kavramını da Beatriz Colomnia’nın “Mahremiyet ve Kamusallık’ta irdelediği gibi iletişim kanalları zaviyesinde yeniden okumaktan kendimizi alamıyoruz. Televizyonun zararlarını konuşmayı bir kenara bıraktık, sosyal medyayla ilişkimizin sınırlar üzerine düşünmeye başladık. Mobil telefonlarla sahnelerin ve kişilerin fotoğrafını çekmek adım atmak kadar olağan karşılanıyor.
Serra Karaçam: “Tesettür Dezenformasyonu”nda iktidar ve benzer dünyevi sebepler ile kapanmanın ağırlıklı bir gerekçe olduğunu düşünmüyorum. Öne çıkan ve farklı muhitlerde yaşamaya başlayan “deforme tesettürlüler” görünür oldu. Yeni tesettüre girişlerin tarzındaki değişim ile ilgili olduğunu sanmam. Çünkü bu tarzı, deforme olmayan tesettür geleneğine sahip ailelerin ilk gençlik çağındaki çocuklarında da görüyoruz. Daha önceden de kenar semtlerde başı yarı örtülü ve bu halde yarı açık giyimli hanımlar mevcuttu.
Tesettür deformasyonu konusunu ayırarak tesettüre girişlere çıkar ilişkisinden bakmak bana doğru gelmiyor. Niyetleri kalpleri ancak Allah bilir. Kötü zandan kaçınmak gerektiğini düşünüyorum.
Allah’a inananlar buna daha da dikkat etmeli. Bunu söylemek ne ilmi ne dini olarak mümkün değil. Genellemek doğru olmaz. İktidarda dini yaklaşımı pozitif bir siyasi parti olunca dini dünyaya alet edenlerin çıktığını tahmin edebiliriz ancak insan yokluktan gelmekte ve nefsi ile ruhi ihtiyaçları arasındaki çekişme nedeniyle niyetleri çelişebilmekte. Bir şekilde bu farzın, yapanlara kısmen ve göreceli olarak bir güçlük olduğunu farz edersek bir samimiyet görmek daha kolay olsa gerek. Kişiler kendilerince tesettürün inceliklerini bilmeden içinde korku olup o nedenle bir şekilde bir yerden başlamak istiyor ve bu nedenle Kur’an’da mükâfatlandırılacağı müjdelenenlerden olabilirler. Bu konuya değinirken itham dilinden ziyade nasıl örtünmek gerekti ğini kaynaklar ile izah edebilmek önemli.
“Her yaştan insanın benzer giysilere bürünmesini beklemek büyük hataydı.”
Yıldız Ramazanoğlu: Aslında her yaştan insanın benzer giysilere bürünmesini beklemek büyük hataydı. 13 yaşındaki çocuğun da altmış yaşındaki kadının da aynı model ve biçimde giyinmesine yol açan daha doğrusu İslami diyerek dayatılan robadan kesimli estetikten yoksun bir tarz vardı. Burada örf olan yerel modellerin evrensel bir söylemle en doğrusu budur diyerek öngörülmesi ve bunun dışına çıkanların hoş karşılanmaması kötü hicaplı, şuursuz gibi yaklaşımlarla mahkûm edilmesi doğru değildi. Tesettürün temel ilkeleri içini göstermemesi dar olmaması ve hatları mümkün olduğunca belli etmemesidir. Bunun dışında elbette çalışan bir şehirli kadın ya da kırsal alandaki kadının, bir öğrencinin pratik yaşamdaki giyim ihtiyaçları değişebileceği gibi insan birey olarak kendi beğenisini estetik zevkini işin içine katabilir, katmalıdır da zaten. İçinde rahat edip kişiliğiyle özdeşleştirebileceği formu seçme özgürlüğü var. Sonuçta İslam temel meşruiyet alanlarını ve ilkeleri koyar ama herkesin biricik tercihlerine de alan açar tek tip insan ve görünürlük öngörmez.
* Yaşanan tesettür algısı değişimini kültürel bir değişim olarak görürsek sizce; değişimin alt yapısını, pazardaki açığı/ihtiyacı fark eden tüccarlar mı gerçekleştirdi, yoksa toplumda/muhafazakar kitlede kültürel kodlar değişti de pazar buna ayak mı uydurdu?
Cihan Aktaş: Değişimin tek yanlı bir etkiyle gerçekleştiğini düşünmüyorum. Mütedeyyin kadınlar artık daha fazla kamusal alanda yer alıyorlar, bu da onların görünürlüklerini farklı açılardan hesaba katmaları anlamına geliyor. Evden alışveriş için mahalle bakkalına veya kahve içmek, Kur’an okumak için karşı apartmandaki komşuya giderseniz, ona göre kıyafet seçersiniz. Bütün gün bir büroda çalışacaksanız, kılık kıyafetiniz sizi zorlamasın istersiniz.
Piyasa dolgulara kâr açısından bakar, kamusal alanın bu yeni yüzlerini de hesaba katmakta gecikmedi. Burada bence önemli olan seçimlerimizde ne kadar özgür olduğumuz. Çünkü moda her zaman kendi zevkini geliştirmekte yetersiz kalan kitleleri hedef alıyor. Bir zevki, üslubu geliştirmek de emek istiyor.
Mütedeyyin nüfusun talep ve enerjisinin gözden gelinemediği noktada gerçekleşen toplumsal hareketlilik piyasayı da etkiledi. Bir on yıl öncesine kadar giyim firmaları tesettürlü kadınların taleplerini hesaba katmazlardı, artık katıyorlar. Benim kuşağım kılık kıyafet bağlamında az çok Unkapanı firmalarına bağımlıydı. Firmalara sindirilmiş ideolojik bakış eskisi gibi egemen değil. Firma veya marka ayakta kalmak için mütedeyyin kesimleri de hesaba katıyor. Başörtülü kadın ve tesettürlü kadın ayrımını ortaya çıkaran sanırım biraz da bu arz dalgasıyla gelen seçme güçlükleri. Sanırım depresif bir öğrenme döneminden geçiyoruz.
Mütedeyyin kesimin kamusal görünürlük bağlamında en azından kırk yıldır yoğun bir yeniden öğrenme süreci geçirdiğini de göz ardı etmemeliyiz bu konuları irdelerken. Mesela 1980’lerde yırtmaçlı pantolon, yüksek topuklu ayakkabı ve pantolon giyen başörtülü kadınlar kınanırdı. Pantolon giyen kadının erkeğe benziyor olmakla Kur’an’ın vurguladığı cinsiyet anlayışını ihlal ettiğini düşünenler olurdu. Oysa pantolon sonuçta şalvarı da kapsayan bir giyim tarzı ve modeli sizin seçiminize bağlı olabilir.
“Yozlaşma da canlanma da her zaman mevcut ve birlikte yol alıyor.”
Bana kalırsa yozlaşma da canlanma da her zaman mevcut, birlikte yol alıyor. Yozlaşma da bilinçli giyim de kendi içinde çeşitlilik gösteriyor. Dönemimizin görünürlüğü öne çıkaran kültürü ile mütedeyyin kesimlerin geçmişte olmadığı ölçüde kamusal katılımlarının sebep olduğu arz ve talebi birlikte ele almazsak eğer, bu alanda eksik konuşmuş oluruz.
Serra Karaçam: Pazarda bulunan firmaların oluşturduğu özenti tesettürün on-on beş yıl öncesinin kodlarından çok uzağında bir çizgide değil. Daha butik çalışan bazı yerler etkili olmuş olabilir. Modadaki bazı detayları çizgi olarak takip etseler de başlangıçta yer alan firmalar ana hatlarla oynamadı. Defile tekstil-giyim sektöründe tesettüre uygun bir sunum olabilir. Muhafazakâr kesimin bir bölümünde bu kodların değişmiş olduğunu söylemek daha mümkün.
“Erkekler hiçbir şekilde kendi özlerini ilgilendiren tesettür bahsine eğilmedikleri en modern ve dar giysiler içinde gezebildikleri halde sürekli kadınlar üzerinden değerlerin muhafazasını talep etmişlerdir.”
Yıldız Ramazanoğlu: Moda diye bir gerçeklik var elbette. Bu zamanın ruhuna göre teknolojinin, eşyanın, imkânların değişmesiyle ilgili. Elbette bu pazar ekonomisinin kapitalist düzenin kölesi olma boyutunu içermeyen insani boyutuyla ele alınması ve teslim edilmesi gereken bir husus. Şunu unutmamak gerekir ki erkekler hiçbir şekilde kendi özlerini ilgilendiren tesettür bahsine eğilmedikleri en modern ve dar giysiler içinde gezebildikleri halde sürekli kadınlar üzerinden değerlerin muhafazasını talep etmişlerdir. Üstelik de zaman içinde İslami ilkelere daha uygun olarak giyinen kadınlardan uzaklaşmış, incelikli bir horgörü beslemiş, ilgilerini daha modern ve modaya uygun giyinen kadınlara yönelterek genç kadınların direncini de kırmışlardır.
Giyim konusu maalesef çok ön planda, aşırı israf ve rekabet alanı, neredeyse varoluşun göstergesi haline geldi kimi kesimlerde. Oysa tesettür, tersine tevazu, mahviyet, sadelik ve ruhi derinliğe işaret eder. Şimdi bedenini bir gösteri alanına dönüştürmede başörtülü kadınlar daha fazla öne çıkıyor. Bu sadece onlara eleştiri yönelterek değil medeniyete hayata önceliklerimize ilkelerimize yeniden eğilerek ele alınabilecek bir konu. Hiç kimse masum değil yanlışlarımız söz konusu olunca, zamana yayılan bir var olma ve inşa süreci her alanda gerekli. Giyim konusunu gereğinden fazla mesele yaparsak buradaki yanlışlara kaynaklık eden asıl temel sapmaları gözden kaçırırız.
* İmam Hatiplerin 90’ların sonunda yasaklar ile kapatılması önüne engeller konulması neticesinde muhafazakâr elitler çocuklarını kolejlere göndermeye başladı. Kolejde okuyan çocukların, okullarının yurtdışı gezilerine katılması, sonrasında üniversite eğitimini yurtdışında yapması sonucunda, yurtdışında bulunan moda akımlarını ülkemize taşıdığı ve giyimlerini imam hatip okullarında okuyan çocuklara nazaran değiştirerek yeni bir görünüş ve düşünüş şeklinin ilk adımlarını attıkları konuşulmakta. Sizce değişimin temelinde bahsi edilen durum yatmakta mıdır?
İmam Hatiplerin önüne konulan engeller bu konuya ne derece etkili olmuştur?
Cihan Aktaş: Engeller tabii ki tahsillerini sürdürmek isteyen gençleri farklı arayışlara itti. Yurtdışına giden öğrenci, bulunduğu yerin moda akımlarından etkilenmiş olabilir, ama aynı zamanda temsil ettiği sorun varlığında, mücadelesinde somutlaştı. O somut varlığın öne sürdüğü sorularla ve temsilinin açıklamalarıyla Avrupa Merkezciliğin silikleşmesinde bir etkisi olmadı mı acaba? Ayrıca gerçekleşen etkilenme özde midir yoksa sadece bir renk bir desen düzeyinde mi… Bence moda oturduğumuz yerde de bizi yakalayabilir. Etkilenme ihtimalini göz önünde bulundurarak hayatımızı sınırlayamayız, bu bir kaçış olur. Bir de değişen hayat tarzlarının getirdiği veya çekici kıldığı tercihler var. Ekim ayında Fas’taydım. Orada da tesettürlü kadınlar bizde olduğu gibi farklı şekillerde örtünüyor. Kimi genç kızlara, kadınlara bakarak bildik “yozlaşmış başörtülü” yargısını tekrarlayabilirsiniz. Ama kadınların büyük çoğunluğu da modern veya geleneksel, kentli veya köylü fark etmeksizin geleneksel bir örtü olan cellabeyi kullanmayı sürdürüyor. Üstelik bizde yayınlanan türde alangirli “muhafazakâr” kadın dergileri onlarda da var. Dolayısıyla farklı giyinme eğilimlerini bambaşka açılardan irdelemek önemli geliyor bana.
“Moda tesettürün dini uygunluğunu bozmadığı sürece tesettürün düşmanı denilemez.”
Serra Karaçam: Muhafazakâr elitlerin gelir durumu ve okul teşebbüslerinin artması, birlikte değerlendirilebilir. Yurtdışında İslam ülkeleri dışında Avrupa’da Amerika’da bir Müslüman topluluk mensubu Müslüman kadınlar bir şekilde modadan, pazardan etkilenebilir. Moda tesettürün dini uygunluğunu bozmadığı sürece tesettürün düşmanı denilemez. Ancak tüketime takva açısından bakarsak modayı eleştirmek mümkün. İhtiyaç dışı olana özendiriyor. Doyumsuzluğu teşvik ediyor. Bu ise İslam ülkelerinin de kanayan yarası. Bugün Müslüman Arap ülkelerinde de swarovski taşlı bir abaye Türk lirası ile 5 bin lirayı bulabiliyor.
İmam Hatip daha mütevazı bir kültürdü. Ailelerin geneli orta-alt gelir seviyesindeydi. Ekonomik genişleme ile görünüş değişmiş olabilir. Bana göre “trend” rahat giyim ile frapan bir çizgi arasında gidip gelenler arasında farklılık arz ediyor. İmam Hatiplerin önüne engel konulması, siyasi iktidar arayışında dini özgürlük ihtiyacının belirleyici olmasına yol açtı. Bunun ardından iktidara taşınan mağdur kesimin bir bölümü doğal olarak zenginleşti. Bunun dinamikleri ayrı bir konu. Yurtdışını görmek kısmen etkili olmuş olabilir. İnsan doğası baskı kalkınca bir gevşemeye de giriyor. İnançlarına baskı altında sahip çıkmaya direnen bazılarının idealistliğinde değişimler olabiliyor. Genel konuşmak zor.
Yıldız Ramazanoğlu: Yurt dışı tecrübesi başka Müslümanlarla karşılaşmaları getirdi. Görüldü ki İslami esaslar dâhilinde çok farklı formlara açılan geniş bir görünürlük alanı var. Birçok Arap kadınının Türkiyeli kadınların pardesü modellerinden etkilendiği gibi bizim kızlarımızda farklı halkların formlarından etkilenebilir. Bir de başka insanlarla bir arada yaşama farklı eğitim ortamlarına dâhil olma zorunluluğu diyalogu zorlaştırmayacak ve insani bir ilişkiyi ketlemeyecek şekilde yeni yaklaşımlar ortaya çıkardı. Bu Türkiye içinde de söz konusu. Mesela milyonlarca genç kadın başörtülü ya da açık pantolonu tercih edebiliyor. Dar olmamak ve hatları vurgulamamak koşuluyla farklı renkler modeller kumaşlar neden denenmesin. Yaş meslek meşrep kültür coğrafya elbette etkiliyor ne giyileceğini.
* Sizin yaşadığınız sosyo-ekonomik çevrede geçmişten itibaren gördüğünüz/ yaşadığınız tesettür sıkıntıları, konu ile gözlemleriniz nelerdir? Bizlerle paylaşabilir misiniz?
Cihan Aktaş: Birçok husustan birkaç tanesine değinebilirim burada. Evvela yasağın bu hususların hemen hepsinde biretkisi olduğu açık. Bir kere ulusal eğitimin ve yaygın kültürün bir kadının mutluluğu ve başarısını her yolla bağladığı bir meslek edinme imkânından yoksunlaştırılmanın başörtülü genç kızlar ve kadınlarda oluşturduğu burukluk, kendini savunma ve açıklama ihtiyacı, faaliyet ve katılım eğilimi, dahası yarım bırakılan sevilen iş/tahsil yüzünden saplanılan yas duygusu, hiç istisnai haller değil. Kusursuz olma ve başarı arayışını başörtüsü nedeniyle üniversite sınavlarına alınmayacağı kaygısı içindeki bir genç kızdan duymuştum. “Anne, ben hiçbir şeysiz bir kız mı olacağım?” diyordu.
Bir diğer husus yasakla oluşan baskıya karşılık süren iç baskı, toplumsal yozlaşmanın sürekli başörtülü kadınların üzerinden okunmasının sebep olduğu gözetleniyor olma hissinden de ileri gelen- bir tür tedirginlik, savunma hali, kamusal görünme çekingenliği olarak tanımlanabilir. Üstelik birçok başörtülü kadından yasağa karşı mücadelede yalnız bırakılmış olmanın burukluğunu yansıtan hikayeler dinleyebilirsiniz.
Bunlara ilaveten kamusal tecrübe yoksunluğundan ileri gelen bir dil farklılığının özel alandaki (eşler arası) iletişimide zaafa uğrattığnı gösteren örnekler hiç az değil. Erkeklerin bir şekilde -eğreti de olsa- yerleştiği alan, kadınlar için mayınlı bir arazi gibi tehlikeli sayılırdı. Ona bakılacak olursa, Kemalistlerin başörtülü kadınlara uyguladığı yasağın tam karşısında bir yerde de fitne fesat sebebi olacağı gerekçesiyle kadının sokağa çıkmasını hoş görmeyen (sözde) din adına bir telakki yer edinmeye çalışmıştır hep.
“Tesettürsüz Müslüman bir kadın ile tesettürlü Müslüman bir kadının dini vecibelerdeki sorumluluğu aynıdır.”
Serra Karaçam: Tesettüre uygun ve şık kıyafet kombine etmek zor. Pardüse giymek özellikle iş hayatında nedense resmi ve formal olarak algılanmıyor. Bu nedenle kıyafet seçimi zaman ayrılması gereken bir şey olabiliyor. İkincisi yine kıyafet detayları. Normal bir mağazada uygun fiyata alacağınız bir parça, tesettür markalarında daha pahalı ve hatta kalitesi daha düşük. Tesettürsüz kişiler için olan mağazalarda kolu az daha uzun yakası az daha kapalı parçalar olsa bu sıkıntı kalkacak. Buralardan bir şey aldığınızda ya içine bir şey ya üstüne ek bir hırka giymeniz gerekiyor. Bu konuda pazarda eksik olduğunu düşünüyorum.
Bunun dışında; Tesettürlünün genel davranış kalıpları ile ilgili toplumda ciddi bir linç kültürü var. Bunu temsil makamı olarak görürken kullanılan dil can sıkıcı olabiliyor. Tesettürsüz Müslüman bir kadın ile tesettürlü Müslüman bir kadının dini vecibelerdeki sorumluluğu aynıdır. Kutuplaşma eğilimindeki insanlar tesettürlünün herhangi bir dini zaafını kullanmaya eğilimli. Özellikle genç kadınlar tesettürlü oldukları için Allah ile olan ilişkilerinde ve bunun sosyal boyutunda bazı baskılarla karşılaşıyorlar. Bu baskılar dini ve ruhi iyiliğe yol açmıyor herzaman. Özgür iradesi ile tesettürü seçen biri zaten Allah’a saygısını göstermiştir. Bu saygının tek yolu ve yeterliliği sadece tesettür değil. Ancak herkesin zaafı olabilir. Özellikle dindar beyefendilerin dini simge taşımıyor olmalarının rahatlığı ile tesettürlünün giyimini-stilini konuşuyor olması bana ikiyüzlülük gibi geliyor. Herkesin dini vecibeleri yapabildiği ölçüde yapmaya hakkı var. Tamamını yapamıyor diye hepsini elden bırakması bekliyor insanlardan adeta. Bu Kur’an’a uygun bi yaklaşım mı ilahiyatçılar bilir. Okuduklarım bana öyle olmadığını gösteriyor.
Yıldız Ramazanoğlu: Biz ilk örtündüğümüz zamanlarda hazır eşarp bulamazdık. Daha çok boyunbağı dediğimiz fular olarak tasarlanmıştı eşarplar, çok küçüktü. Kumaş alıp kenarlarını diker kullanırdık. Tesettür bizi yaşadığımız çevreden tamamen kopardı bir dönem, çünkü okumuş bir kızın belli süreçlerden geçip batılılaşacağı varsayılır ve tesettürlü görünüm bir başkaldırı ve isyan gibi değerlendirilirdi. Batı dışı modernleşmeler, batıyı tartışmaya açan tecrübeler, modern bir tecrübe olarak İslamcılık gibi yaklaşımlar bilinmiyor ya da kabul görmüyordu. Normalleşme şimdiki zamana kadar adım adım gerçekleşiyor. Yaşam tarzı mücadelesinin bir parçası olarak görülüyor ve nasıl yaşayacağına karar vermenin insanın en temel hakkı olduğu düşüncesi yeni yeşeriyor ülkemizde.
Kaynak: Tohum Dergisi / Önder
Yorumlar