“Kömür müdür yürek midir ocaklardaki,
Ağıt mıdır figan mıdır bacalardaki..”
Bir acının üzerine söylenecek hiçbir şey yok aslında. Her acı tarifsiz. Her acı tesellisiz. Her acı telafisiz. Bugün, kanayan bir lügattan çıkarıyorum kelimeleri.. Bir enkazın altından çıkarıp, yeşertmeye çalıştığımız yorgun umutlarımız var. Üzgünüz. Biliyorum ki hepimiz çok üzgünüz.
Uludağ’ın Tepesinde Erimeyen Kar Misali Bazı Acılarımız..
Bazı acıları, Uludağ’ın tepesindeki hiç erimeyen karlara benzetirim. Bahar da gelse, hayat da yeşerse, yaz güneşi içimizi de ısıtsa o kar hiç erimez. Soma, kalbimizde hiçbir vakit ve hiçbir çağda erimeyen o kar gibi olacak biliyorum. Soma’yı ne vakit hatırlasak, yüreğimizi kesif bir acı kaplayacak. Ne zaman Soma desek; çaresizliğimiz, acizliğimiz, yitirdiğimiz onca can, hep dün yaşanmış gibi kalbimizi yine aynı yerinden vuracak. Ne zaman birisi “çizmelerimi çıkartayım mı” diye sorsa yüreğimiz paramparça olacak. Ne zaman havada bir kömür kokusu duysak, Soma’daki onurlu insanlar için akacak gözyaşlarımız ve onlara dualar mırıldanacağız. “Esirgeyensin, bağışlayansın Allah’ım. Helal rızkının peşinde canını yitiren bu insanları, katında en güzel mertebelere yerleştir” diye dualar edeceğiz. Yürekten bir “Âmin!” dökülecek dilimizden. Gözlerimizde yaş, kalbimizde bitmeyen bir acı, ruhumuzda hep bir sızıyla o güzel insanları, hep o en güzel mertebelerde, en güzel halleriyle anacağız.
İnsanın Teslim Aldığı En Zor Şey Ölümdür !
İnsanın teslim aldığı ve teslim olduğu en zor şey ölümdür belki de.. Kapıda, en sevdiklerini tahta bir tabut içinde karşılamak.. En zor teslimiyet bu işte. Kaybetmek, geriye getirememek, yanına gidememek.. Ama yine de dayanmak. Yine de kalanlar için ayakta durmak. Omuzlara en ağır yük, kefene sarılmış bedenler belki de.. Hem de bir anda. Sabah aynı havayı solurken, akşam bir nefeslik canı toprağa gömmek gözyaşlarıyla..
Yaşamak İçin Ölmek Mi ?
Bazen yaşamak için ölür insanlar.. Bazen sadece nefes alabilmek için.. Çocuklarını, ailesini mutlu edebilmek için, insanlar en zor koşullara dayanabilir ve olası en kötü ihtimalleri dahi göze alabilir. Soma’da içimizi yakan da en çok buydu aslında. Hani zaman zaman “ekmek teknesi, ekmek kavgası, ekmek derdi” diye cümle içinde sıradan bir halde kullandığımız bu ifadeler, Soma’daki maden işçilerinin yaşam gerçeğiydi. “Allah helal lokma versin” deriz ya, Soma’da ölen her canın kazandığı her zerre helal olsun onlara. Helal-i hoş olsun..
İnsan en çok böylesine kapitalist bir düzen içinde savrulan hayatlara hayıflanıyor. Yaşanan her facia, her savaş, her sıkıntı dünya toplumları olarak ne kadar materyalist olduğumuzu gözler önüne seriyor. Görünmeyen bir kast sistemi, varlığını her an ve her saniye hissettiriyor. Parayı, insan canından daha değerli kabul eden bu düzen, insani düşüncelerin hepsini alabora ediyor. Küçük hesaplar çoğu zaman büyük hesaplaşmalar doğuruyor. Bizler “insan”ı merkeze almadıkça değişen bir şey de olmayacak gibi görünüyor. Makineler, insandan daha güçlü olabilir; fakat insanın yerini hiçbir makine doldurmuyor.
Doğanın derisini yüzdük ve üzerlerine gökdelenler inşa ettik. Suları o kadar kirlettik ki, sular artık insanın ruh kirliliğini temizleyemez oldu.. İnsanları paralarına ve yaptıkları işlere göre sınıflandırdık. Değerlerimizi belirleyen tek ölçüt para oldu. İşte bu yüzden, o maden işçilerini, göz göre göre oraya gönderirken, biz bankadaki hesaplarımızla uğraşmaktaydık. Ellerimize paranın ucuz kokusu sindi. Ruhlarımız artık eskisi kadar güçlü değil.. Maddiyata tamah ettikçe, manevi olan her şeyin içini boşalttık. O yüzden o maden işçileri, her gün ölümle burun buruna çalışırken, hiçbirimizin ruhu duymadı. Konforlu hayatlarımızdan vazgeçmemek adına, insanlara acı bedeller ödeten bir sistemi aslında hiç de yadırgamadık.. Soma’daki madenci kardeşlerimiz çok acı bir şekilde öldü. Biz hakikaten hiçbir şey yapamadık..
İnsanları hoş görmeyi edep sayan bir kültürden, insanları hor gören bir geleneğe tutunmak akıl alır gibi değil. Yeryüzünde çalışmak dahi ne kadar zor iken, düşünün ki bu insanlar yerin yüzlerce metre altında ekmeklerini kazanmaya çalıştılar ve yaşamlarını yitirdiler. O insanları buna mecbur eden sistem, artık insanı koruyan bir sistem değildir. Çocukları yetim bırakan bir sistem zaten insani değildir. Herkes külahını önüne almalı ve yeniden düşünmeli, neyi eksik yaptığını ve bundan sonra neler yapılacağını. Tüm sancımız, bir Soma daha olmasın diye..
En Fazla Bir Yıl Sürer, Yirminci Asırlarda Ölüm Acısı..
Ne zaman bir ölüm yaksa içimizi, hep Nazım’ın bir şiirini hatırlarım. Eşine yazdığı bu mektupların birinde Nazım şöyle der:
Birtanem!
Son mektubunda,
“Başım sızlıyor, yüreğim sersem!” diyorsun.
“Seni asarlarsa, seni kaybedersem” diyorsun “yaşayamam!”
Yaşarsın karıcığım,
Kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgârda.
Yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı,
En fazla bir yıl sürer
yirminci asırlarda
ölüm acısı..
Nazım, insanların ölüme dahi nasıl çabuk alıştığını anlatır bu dizelerde ve ben ne zaman biri ölse bu dizeleri hatırlarım. Ne zaman bu dizeleri hatırlasam kederlenirim. Sanki o taze mezara her şeyi gömer gibi.. Nazım’ın da dediği gibi alışır, gideriz.. Bu sefer alışmayalım. Soma’yı unutmayalım. Bu sefer gerçekten bir şeyler yapalım. Gidenlere dua etmekten öte elimizden ne gelir; ama en azından gidenlerin yüzü suyu hürmetine kalanları bırakmayalım. Kara bir duman gibi dağılmasın hatıralar rüzgarda.. Gözlerimizi kapamayalım olanlara ve kulağımızın üzerine yatmayalım. Unutulmasın bu acı.
Ah Soma..
Soma kocaman bir yara artık hayatımızda. Soma artık, coğrafya derslerinde anlatılan “Linyit, Soma’da çıkartılır.” ifadesinin çok çok ötesinde. Soma artık yangın yeri. Soma, sabah dualarla uğurladığı evladının ölüm haberiyle yıkılan Fatma teyzenin yaralı kalbi. Soma, bir gecede yetim kalan yüzlerce çocuğun şehri. Soma, taze mezarların toprağı artık.. Tutulmuş nefeslerin, soluksuz bekleyişlerin, onulmaz acıların ismi.. Soma, en soğuk bahar. En kederli bakış. En zor teselli. S oma, kelimelerimizin en kifayetsiz hali ve tüm cümlelerimizin üzerini acıyla örten en uzun kelime..
Madenci kardeşlerimizin yakınlarının hali, insanı yaşamaktan alıkoyacak kadar güçlü bir hüzne sahip. Gözlerindeki o acıyla karışık ümidi, o en temiz haliyle akan gözyaşını, çaresizliği, o masum evlatları asla unutmayacağım. İnsan, Soma’da olanları görünce yaşadığı hayattan şikayet etmeye utanıyor açıkçası. Hiçbirimiz, hiçbir zaman o maden işçilerinin yaşadıklarıyla empati yapamayız, bu mümkün değil. Ama acılarını samimiyetle iyileştirebiliriz. Ne sevdiklerini, ne evlatlarını, ne de arkadaşlarını geri getiremeyiz. Ancak o kıymetli ellerine sarılıp, ruhlarına şifa olabiliriz.
Soma’da destek için bulunan arkadaşlarımızdan gelen bilgiler hiç de iç açıcı değil. Bu durum önce, bu acının asıl muhatapları için, Soma’da yaşayanlar için ve hepimiz için bir toplumsal travma. Bu travmayı birlikte aşacağız. Aklı yitik, vicdanı kör insanlar bir kenara, biz en saf ve halis duygularımızla birlikte oturup ağlayacağız. Birbirimizin gözyaşlarını sileceğiz. Birlikte uzaklara dalacağız. Birbirimize omuz olacağız. Ellerimizi semaya açıp, birlikte dualar edeceğiz yaşamını yitiren madenci kardeşlerimiz için. Lokmamızı paylaşacağız. Ekmeğimizi bölüşeceğiz. Yetimlere, yetim olduklarını hiç hissettirmeyeceğiz. Birbirimizi ruhlarımızdan tanıyacağız. Ama biz bu acının da üstesinden geleceğiz Allah’ın izniyle.
Öyle acılar var ki hayatta, insan gülmeye utanıyor.. Ah Soma, içimiz yangın yeri. Dünyanın kömürü, ömürleri yıkıp geçti, bir ömür geçse de unutulmayacak acılar ve kederler bıraktı ardından.. Elimizde avucumuzda kalan bir avuç toprak işte.
Hiçbir acı ispat gerektirmez. Kalbimizde yüzlerce ağıt. İçimiz buruk. Gönlümüz kırık. Ruhlarımız paramparça.. Yüreğimizde taş üstünde taş kalmadı..
Duamız odur ki, başka bir Soma daha olmasın. Ümidimizdir ki, maden ocaklarında çalışan kardeşlerimizin çalışma koşullarında, insani kriterler sağlansın. Soma’da ölen kardeşlerimize Allah’tan rahmet; kalanlara sabır, kuvvet ve inşirah dilerim. Söyleyebileceğim tek şey: tüm olanlar çok acı..
Allah yar ve yardımcımız olsun.
Yorumlar