Aşk Olsun…

Aşk Olsun…

Aşk, ulvî bir duygudur. Ulvî duygular ise, her kula nasip olmuyor. Çünkü kâinat, bir aşk ve muhabbet neticesinde var olmuştur. İnsanın devamı da muhabbet neticesinde olmaktadır.

Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de “Meveddet” kelimesi ile ifâde ediyor, kadın ve erkek arasındaki sevgiyi. Dolayısıyla aslolan sevgidir.

İnsan, nev-i şahsına münhasır bir varlık… Zıtlıkları, kendi içinde, aynı anda barındırabiliyor. Ulvî boyutu ile “eşref-i mahlûkât: yaratılanların en şereflisi”, süflî boyutu ile “esfel-i sâfilîn: aşağılardan aşağı”… Hatta fıtratından çıkarsa “bel hüm edall: hayvandan da beter” olabiliyor. İnsanı dengede tutan şey, kulluğunun derecesidir. Kul olma arzusu ne kadar yüksekse, Mevlâ katında o denli yükseklerde oluyor. Veya ne kadar çok benlik kavgasından, dünya hırsından vazgeçebiliyorsa, o kadar ötelere sermaye gönderiyor.

Hayatının her safhasında bir denge içinde olması gereken insanın, kendisi için bir lütuf olan evlilik hususunda da âzamî bir titizlik göstermesi gerekmektedir. Evlilik, insana verilen en önemli fıtrî meyillerden biridir. Bu vesîle ile eşler de birbirleri için hem bir nîmet, hem de emânettir.

Hâdiseye sadece emânet penceresinden bakmak bile evlilik müessesesine ne kadar önem verilmesi gerektiğini ifâde için yeterli bir ölçüdür.

Yüce Rabbimiz’in âyet-i kerîme ile ifade ettiği, sevgi ve merhamet, iki taraf için yoktan var edilen bir duygudur. Zîra Cenâb-ı Hak:

Sükûnet bulmanız için, size kendi cinsinizden eşler yaratması ve aranızda meveddet (aşk, sevgi) ve merhamet peydâ etmesi Allâh’ın delillerinden/mûcizelerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için deliller vardır. (er-Rûm, 21) buyurmaktadır.

Bu âyet-i kerîmenin gerektirdiği bir davranış olarak Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, eşler hususunda çok hassas bir ikazda bulunmaktadır. Hadîs-i şerîfte her ne kadar “hanım” ifâdesi geçse de vurgulanmak istenen husus, aslında her iki tarafa da şâmildir: Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyuruyor:

“Bir kimse hanımına kin beslemesin. Onun bir huyunu beğenmezse, bir başka huyunu beğenir.” (Müslim, Radâ, 61)

İnsanlar, her ne kadar evlenecekleri kimseleri kendileri seçiyormuş gibi görünse de, netice itibarıyla eşlerin birbiri ile karşılaşıp buluşması, gönüllerinin birbirine meyledip sonunda yuva kurmaları, hep İlâhî takdir iledir. Bu yüzden evlilik, bir bakıma insanın irâdesi dışında gelişip neticelenen farklı bir durumdur.

Herkes kendi evliliğini bir düşünsün! İlginç rastlantılar, beklenmeyen gelişmeler ve tevâfuklar neticesinde, belki de hiç ama hiç tanımadığımız bir insan karşımıza çıkıyor, onunla evleniyor, bir âile kuruyor ve hayatı paylaşıyoruz. Daha önce hiç bilmediğimiz bir insanla aramızda sarsılmaz bir bağ ve derin bir muhabbet peydâ oluyor. Bu hâdise, ilâhî bir takdirin tasarrufu olmadan bu şekilde gelişemez.

Sonra çocuklar oluyor; çocuklarımızla evliliğimiz taçlanıyor ve sanki evlendiğimiz insanla ta öteden beri berabermişiz gibi bir duygu içine giriyoruz.

Hâlbuki evlilik olmadan kafamızda binbir senaryo, plân ve proje vardı. Hayalimizde evleneceğimiz insanın muhtelif özellikleri vardı. Yahut evleneceğimiz insan veya âilesi hakkında “işte şöyle şöyle olmalı” gibi yığınla teferruat zihnimizde şekillenip durmuştu yıllarca… Bütün bunlar, nasibimizin tecellî etmesine kadar anlamlıydı. O tecellîden sonra hepsi mazinin tozlu raflarına karıştı.

Evliliklerin gerçekleşmesi farklı farklı oluyor. Bunlar bir arkadaş tavsiyesi ile bir görüşte âşık olmakla, âilelerin kararı ile ya da görücü dediğimiz usûl ile… Ancak bir gerçek var ki, o da evlenen insanların irâdesinin çok önemli olduğu ve mutlaka karşılıklı sevmenin, hoşlanmanın, evliliğin temelinin sağlam atılmasında mühim bir yeri olduğudur.

Allah, iki kişi arasında bir sevgi ve ülfet var ediyor. O sevgi, kulun irâdesi ile besleniyor; iki taraf da bu evliliğe îtina gösterirse o zaman o evlilik, bir cennet bahçesi hâline geliyor. Aksi hâlde acı bir imtihan…

Rûm Sûresi’nde geçen âyet-i kerîmeye tekrar dönecek olursak, evliliğin içinde barındırdığı derin mânâyı az da olsa idrâk edebiliriz. Âyet-i kerimede geçen üç önemli kavram var; “sükûnet”, “meveddet” ve “rahmet”.

Allah bu üç kavramı, kendi âyetlerinden, delillerinden, dolayısı ile ilâhî mucizelerinden saymaktadır. Ve bunlar, âile hayatının bir ömür boyu sürmesinde temel şifrelerdir. İnsan evlenirken evliliğini bu üç ana sütun üzerine inşa etmelidir. (bkz: Âilede Sükûn ve Merhamet, www.hasankamilyilmaz.com)

Sekînet safhası, evliliğin ilk yıllarını oluşturan ve eşlerin fizikî ve ruhî bakımdan birbirlerinde sükûnet buldukları, gözlerini dışa kapayıp âile yuvasına açtıkları ve sadece birbirlerini görmekle mutlu oldukları dönemdir. Hayatın hızlı akışı, organizmadaki hücrelerin hızlı bir biçimde yenilenmesi sâyesinde bu dönemde eşler, kendi içlerinde birbirlerine yetmekte ve problemlerini birlikte çözmektedirler.

Meveddet safhası, evliliğin çocuklarla süslendiği, eşlerin birbirlerine samimî bir dost ve arkadaş gibi hayatın zorluklarını paylaştıkları olgunluk dönemidir. Evliliklerinin ürünü olan çocuklarının şenlendirdiği ortamda âile yuvası, sevgi sıcaklığında kemâle erer. Gençlik, câhillik ve tecrübesizliğin ürettiği yanlış tavırlar azalmış, eşler birbirini iyice tanımış, sevgi ve îtimadın hâkim olduğu bir ortam doğmuştur. Bir yandan da eşlerin çocuklarını yavaş yavaş yuvadan uçurmaya hazırlandığı “hasad dönemi”dir bu dönem… Belki de âile saâdetinin en yüksek seviyede soluklandığı bir ortamdır. Yuvadan uçan yavruların huzur ve mutluluğunu görmek, ana yuvadaki meveddet ve muhabbeti artırır.

Rahmet safhası, gençlik ve olgunluğun ardından gelen, sekînet ve meveddetle yaşanan dönemden sonraki yaşlılık safhasıdır. Her şeyin aslına rücûu gibi insan da yaşlandıkça çocukluğuna geri döner. Bu, hem fizikî davranışlarda yardım ve desteğe muhtaç olmasını, hem de psikolojik olarak şefkat ve merhamet desteğine ihtiyaç duyması neticesini doğurur.

Evliliğin bu safhasında eşlerin münâsebetleri merhamet zeminine oturmaktadır. Çünkü birbirlerinin desteğine ihtiyaçları vardır. Birbirlerine ihtiyaçlarının daha iyi farkına varmışlar ve biri olmadan diğerinin hayatını sürdürmesinin zorluğunu anlamışlardır. Birbirlerine olan nazarları bile şefkat doludur. Birbirinin sesini duymak, nefesini hissetmek bile eşlerin bu safhadaki huzur ve mutlulukları açısından çok önemlidir.

Kısaca, insan her zaman muhtaç bir varlıktır. Sevgiye, merhamete, şefkate muhtaçtır. Bunları en iyi göreceği yer âilesidir. Eşler, birbirlerini sevmeyi bir ibadet olarak düşünmeli ve o sevgi sayesinde ayakta kaldıklarını unutmamalıdırlar. Aşk, sükûna ermiş, sevgiye ve saygıya dönüşmüş bir duygu olursa, insanı Mevlâ’ya, dolayısıyla ebedî felâha götürür.

Duâmız

Rabbim! Kudretinle, kurumuş kemikler gibi ağaçları, çiçek çiçek tebessüm ettiriyorsun. Toprağa düşüp, gözlerden uzak olan tohumları yeniden gün yüzüne çıkarıyorsun.

Sen bir baharı, bir çiçeği yaratırcasına kolayca yarattığın gibi; eşimin getirdiği her gülden bir bahar tazeliğinde mutluluklar yarat bana!

Yüzümde bir gül gibi açtırdığın her gülücükten, eşimin gönlüne gül bahçelerinin ıtrını yay!. Yıllar geçtikçe üzerimize çöken puslu hazanların tesiriyle, unutkanlığın rüzgârında savurup dağıttığımız inceliklerimizi, kalplerimizin kuytularında unutup, karanlığa bıraktığımız muhabbet sözlerimizi; tohumlar gibi filizlendir, çiçekler gibi süsle! Âmin.

  • Ebû Dâvûd, Salât, 54
  • Buhârî, Îdeyn, 7; Müslim, Îdeyn, 2-4.
  • Buhârî, İlim, 36.
  • Ali el-Müttakî, IX, 1161/27874.
  • Bkz. el-Furkān, 74.
  • Nesâî, İşretü’n-Nisâ, 10; Ahmed, III, 128, 199.
  • Buhârî, Rikak 51, Nikâh 87; Müslim, Zikir, 93.

Kaynak: Şebnem Dergisi

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir