Bilim insanları, içgüdü konusunda yıllardır bir tartışma halinde. Bu tartışmanın merkezinde, hayvanlarda içgüdü olduğu ancak insanlarda içgüdü olmadığı, insanda en fazla içgüdüsel davranış olabileceği yönünde öne sürülen tezler var.
İçgüdüler, kaynağını henüz çözemediğimiz, karmaşık davranış örüntüleri. Dünyadaki tüm arıların neden geometrik şekillerde bal yaptıklarını bilmiyoruz; kuşlar neden V şeklinde uçuyor bilmiyoruz ya da ipekböcekleri neden koza örüyor, tüm bu davranışların kaynağını hala bilmiyoruz ve bunları “içgüdü” olarak tanımlıyoruz. Bu durum hayvanlarda içgüdü olarak net bir karşılığa sahipken; biz sosyal bilimciler açısından, insanlarda içgüdü olmadığına ancak içgüdüsel davranışların olabileceğine ve insanda bu içgüdüsel davranışa en yakın örüntünün ise “annelik” olduğunu düşünme eğilimindeyiz. Peki gerçekten “annelik” içgüdüsel bir davranış mı, yoksa öğrenmeyle mi alakalı? Sormamız gereken bir başka soru da bu konunun dışında tutulan babalarla ve babalık ile ilgili. Peki babalık için içgüdüsel bir temel var mı, yok mu ?
Yoksa Annelik Sadece Bir Hormonla mı İlgili?
Simon De Beuvoir, annelik içgüdüsünü tartışmaya açan ilk kadın bilimciydi. Yaklaşık kırk yıldır bilim insanları, anneliğin içgüdü olup olmadığını tartışıyor. Anneliğin içgüdüsel bir şey olmadığı kabul ediliyor edilmesine ama, annenin çocuğu için duyduğu sevginin olağanüstü güçlülüğü, benzersizliği ve bu sevginin ancak doğanın sırlarıyla açıklanabileceği inancı ve fikri hala yaygınlığını koruyor.
Anneliğin, içgüdü yerine sevgiyle alakalı olduğu bugün için daha geçerli bir anlayış. İçgüdüye ait tüm bu özellikler, sevgi kavramıyla açıklanmaya çalışılıyor. Artık kabul gören görüş, anneliğin içgüdüsel bir şey olduğu kadar, “annelik sevgisi” ile ilişkili olduğudur. Her şeyi salt bir hormonla açıklamak bana biraz zalimce geliyor. Annelik mitinin kanıtı, koca bir insanlık tarihi ve annelik miti eleştiremeyeceğimiz kadar gerçek bir durum.
Annelik Mitine Tarihsel Bakış
Eski Yunan’da anneler, yalnızca değerli, erdemli olduğunu düşündükleri çocuklarına bakarlardı. Diğerlerini, özellikle kız çocuklarını ölmeye terk ederlerdi. Benzer bir durum, Arap Bedevi kültüründe de vardı. Böyle bir durumda bir çocuğa bağlanma duygusunun geliştirilmesi pek de akıllıca değildi.
Uzun yıllar, özellikle Avrupa kültürlerinde, “annelik sevgisi” denilen bu duyguya itibar edilmediğini görüyoruz. Neredeyse 18. yüzyıla kadar anneler, doğan bebeklerini ücretli sütannelere bırakma eğilimindeler. Hatta çoğu insanın, gerçek annesiyle hiç temas kurmadan yaşamını sonlandırdığını anlatan hikayeler çok sık. Avrupa’da uzun yıllar çocukların minyatür yetişkinler gibi görülmesi, değersiz bulunması, çocuk ölümlerinin önemsenmemesi konuyla ilgili bize fikir vermektedir.
18.yüzyılın büyük toplumsal değişimleriyle birlikte, anneler bir anda anaç tavuklar haline dönüştü. Annelik artık kutsal bir görevdi. Bir kadının, hayatta sahip olabileceği en iyi, en soylu tek şey anne olmaktı. Bu dönemde çocuklar, sütannelerin kollarından tekrar kendi öz annelerinin kucaklarına verildi.
18.yüzyılın dönüm noktası Jean Jack Rousseau’dur. O dönemde Rousseau’nun çocuk yetiştirilmesi ve pedagoji üzerine yazdığı yazılar ve kitaplar çok büyük ilgi toplar. Rousseau’ya göre çocuğun hayatta kalma şansının artması için annenin çocuğuna bakması ve sevgi göstermesi bir zorunluluktur. Sağlıklı çocukların çoğalmasının savaşların kazanılması için ne kadar önemli olduğunu vurgulanır Rousseau. Bu amaçla, 18. yüzyılda annelere çocuklarını kendilerinin emzirmeleri, sütanneye vermemeleri konusunda kanun çıkartılır. Bu gelişim, büyük aileden çekirdek aileye geçişin de öyküsüdür aslında.
20. yüzyıl, insanların ruhlarının kapitalizmle ilk kez yaralandığı bir çağ olarak tarihe geçti ve 20. yüzyılın kılıç darbelerine maruz kalan yerlerden biri de “kutsal annelik miti” oldu. 1970’lerin kadınları, kadının toplum içinde asli görevinin “eş ve anne olmak” düşüncesine karşı çıkarak annelik içgüdüsünü reddettiler. Ayrıca, annelik sevgisi diye özel bir sevgi türü olamayacağını, annelik içgüdüsünün bir efsane olduğunu ve aslolanın kadının “insan” olarak görülmesi gerektiğini dile getiriyorlardı. Onlara göre, ilk çağdan bu yana, annelik toplumsal doku içerisinde öğrenilmiş bir meslekti.
1940’lı yıllardan itibaren iyi, sevgi dolu bir anne olmak bir kadın için standart ideal haline geldi. Toplumda annelik vasfına erişmeyenler hoş karşılanmamaya başladı. Çocuğun tüm sorumluluğu annedeydi. Onu besleyecek, büyütecek ve toplum için ideal bir insan haline bürüyecek olan anneydi. Böyle bir sosyal ortamda, elbette ki annelik içgüdüden daha fazla bir şeydi. İçeriği daha sevgi dolu bir şey..
Annelik İçgüdüseldir; Ama Anne Olmak Öğrenilir!
Bugünkü bilimsel çalışmalarda da, annelik bir içgüdü olarak görülmüyor. Bilim adamlarının bunlarla ilgili kanıtları da var. Buna göre annelik, hayvanlara özgü bir içgüdüsellikten çok uzak ve daha çok öğrenilen bir duygu, bir rol ve bir davranış kalıbı. Hacettepe Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı Kliniği Başkanı Prof. Dr. Atalay Yörükoğlu, anneliğin içgüdüsel bir yetenek değil; öğrenilen bir davranış olduğunu savunan bilim adamlarımızdan biri. Şöyle diyor Yörükoğlu:
“Annelik yeteneği, sanıldığının tersine, tümüyle içgüdüsel bir yetenek değildir. Yapılan bilimsel gözlemler, ister memeli hayvanlarda olsun ister insanlarda olsun annelik duygusunun ve davranışının büyük ölçüde sonradan kazanıldığını kanıtlamaktadır. Kuşlar ve memeli hayvanların dişileri yavrularını özenle besler, bakar ve savunurlar. Bu gözlemlere dayanarak, annelik yeteneğinin içgüdüsel olduğunu söyleyebilir miyiz? Anneliğin içgüdüsel ya da doğuştan gelen bir temeli olsa da, daha çok öğrenmeyle ilgili olduğunu gösteren kanıtlar vardır.”
İsviçre Basel Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı’nda ihtisasını yapan Dr. Alper Hasanoğlu, annelik içgüdüsünü şöyle analiz ediyor: “Annelik güdüsü vardır, olmasaydı hiçbir canlı türünün devam etmesi mümkün olmazdı. Ancak güdü, bir davranışın ortaya çıkmasına neden oluyorsa, bunun bir süreklilik kazanması bir öğrenme ve deneyim kazanma sürecidir. Yani annelik içgüdüsel bir şeydir ama anne olmak öğrenilir.”
Peki, ya Babalar?
Yapılan son çalışmalar, babaları da artık konunun içine dahil ediyor ve babalığın da içgüdüsel temelleri olduğunu gösteriyor. Çocuklarıyla oyun oynayan babaların MR’larına bakıldığında, erkeklerde beynin iki lobunun da aktive olduğunu görüyoruz: duygusal ağ ve mantıksal süre. İlgisiz babalarda ise duygusal ağın daha zayıf olduğunu söyleyebiliriz.Ancak çocuklarıyla çok ilgili olan babalarda, beyin aktivitesi annelerle benzer bir tablo çiziyor. Bu babalar, hem anne hem de baba rolünü kolaylıkla üstlenebiliyor.
21.Yüzyılda Anne ve Baba Olmak
Anneliği ortaya çıkaran, anne olmamızı isteyen güç içerden bir yerlerden geliyor, bu konuda mutabıkız. Çünkü tüm dişiler, buna hayvanlar da dahil, aynı içsel kudretle anne olmayı istiyor. Ancak anne olduktan sonra o çocuğun bakımı, o çocuğa sunulan sevgi işte bu içgüdü değil öğrenilen ve aktarılan bir şey. Çünkü eğer çocukla kurulan bu temas ve yakınlık içsel bir güdü olsaydı, anne olan her insan çocuğuna aynı sevgiyi sunabilirdi. Fakat böyle olmuyor. Cennet annelerin ayakları altında şüphemiz yok. Lakin annelik makamı kutsanmış olsa da, her anne o kutsal suyla yıkanmış mıdır bilmiyoruz. Doğurmak tek başına annelik sayılamayacağı gibi; elbette ki salt doyurmak da babalık değildir.
Bir anne, içgüdüleri ile yaşam boyunca öğrendiklerini biraraya getirir. Baba da çocuğun ihtiyaçlarına ve duygu dünyasına hitap edebiliyorsa çocuk için önemlidir. Eskiden süt veren bir annenin çocuk için çok önemli olduğu söyleniyordu. Bugün, hem anne hem de baba için kriterler değişmiş durumda. Çocuğun yakınlık duyduğu ve model aldığı birey; ona şefkatle yaklaşan, duygusal ihtiyaçlarına cevap veren, ilgili bir yetişkin model olarak kabul edilmektedir.
21. yüzyılın kaotik ortamında, bir çocuk için sadece annenin değil babanın da etkin bir rol oynadığını gösteriyor yapılan tüm bilimsel çalışmalar. Anneler artık hem ev hayatını hem de çalışma hayatını yönetmek zorundalar ve artık çocuğun sorumluluğu sadece annede değil. Babalık içgüdüsü diye bir şey var mı yok mu henüz tam emin değiliz, ancak babaların ilerleyen tarih sahnesinde, en az anneler kadar etkin bir rol oynayacağını söyleyebiliriz. Hatta öyle ki, parçalanmış ailelerin artmasıyla birlikte anaç babalar da artış olabilir. Sağlıklı olan elbette ki aile içinde anne ve babanın rollerinin belirgin olması. Sağlıklı olan elbette ki hem annenin hem de babanın çocuğa karşı sevgi dolu olması.
Babalık, anneliğin tahtını sarsar mı bilinmez. Ancak babaların misyonu artmış görünüyor. Belki de bundan sonra çocuklar artık “anne” diye değil “baba“ diye ağlayabilirler; kimbilir…
Psikolojik Danışmanlık & Aile Danışmanlığı
üzerine ayrıntılı bilgi almak için www.cozumpsikoloji.com ‘u ziyaret edebilirsiniz.
Yorumlar