Kitle iletişim araçlarının küresel platformda yaygınlaşmasıyla birlikte, son 10 yıldır tüm dünyada format yarışmalar insanlara pompalanmaya başladı. Bu format yarışmaları ilk olarak ABD ve Avrupa’da gördük, hemen akabinde ise Türk televizyonlarında da bu yarışmalar kendilerine yer buldu ve hem dünyada hem de Türkiye’de izleyenler tarafından da oldukça büyük ilgi gördü.
Küresel düzeyde oldukça popüler olan bu yarışmalara hiçbir zaman kanım kaynamamış olsa da, insan psikolojisini anlamak, toplumun değerlerini izlemek açısından ve de mesleğim gereği gündemi ve insanların ilgisini çeken popüler programları mümkün mertebe takip etmeye çalışıyorum. Yaklaşık iki haftadır “Bu Tarz Benim” isimli yarışma programını analiz ediyorum. Analizlerimi sizlerle de paylaşmak ve bu konuda katkılarınız olursa da istişare etmek isterim.
Öncelikle bu yazıdaki amacım yarışmayı veya yarışmanın konseptini eleştirmekten öte konuyu insan psikolojisi açısından değerlendirmek. Ancak programı ilk izlediğim andan itibaren yarışmacılardan kaynaklı, göğsümün sıkıştığını da gizleyemem. Yarışmayı izlemeyenler için kısaca bahsetmek gerekirse, bu yarışma moda üzerine bir konsepte sahip. Yarışmacılar her gün bir kurgu çerçevesinde, kendi tarzlarına uygun kombinlerini jüriye sunuyorlar. Jüri de, yarışmacıların tarz olup olmadığı konusunda fikir beyan ediyor. Yarışma elemeli bir yarışma ve yarışmanın sonunda 100.000 liralık bir ödül var!
Memleketimden İnsan Manzaraları
Yarışmacılar konusunda tek tek isim olarak yorum yapmayı etik ve doğru bulmadığımdan genel konuşacağım. Kalabalık yarışmalar, “memleketimden insan manzaraları” durumunu çok net gösterir. Yarışmada bulunan hanımların da bu anlamda aslında Türk toplumunun küçük bir örneklemi olduğunu söylemek mümkün. Çünkü her yarışma, hayat içinde bir yerlere oturtulabilir düzeydedir. Tıpkı futbol gibi, araba yarışları gibi her yarışın hayatta gerçek bir karşılığı vardır.
“Bu Tarz Benim” yarışmasında yarışan kişiler de hayatın tam da içinde, bildiğimiz ve tanıdığımız gerçek insanlar. Yarışmacıların hepsi yaşadığımız toplumda etrafımızda olan, birlikte çalıştığımız; arkadaşlık ettiğimiz veya etmediğimiz; selam verdiğimiz, vermediğimiz; sevdiğimiz veya sevmediğimiz; sempatik ya da antipatik; iyi niyetli, kötü niyetli; şık veya rüküş; kıskanç ya da tatminkar insan profillerinin küçük bir örneklem tablosunu ifade ediyor. Dolayısıyla orada yaşananları, “bu sadece bir yarışma” deyip basite indirgememeli. Orada bulunanlar yarışmacılar gerçek, orada yaşananlar da hayatın ta kendisi…
Kazanmak İçin Her Şey Mübah Mı Olsun ?
Hayat bir kavga mıdır, savaş mıdır, yoksa ahenk midir? Freud’un iddia ettiği tarzda insan doğası iki yapıdan oluşur: birincisi “yaşam yani eros”, ikincisi “ölüm ya da saldırganlık yani thanatos”tur. Freud, bazı insanlarda yaşam güdüsünün, bazı insanlarda ise saldırganlığın egemen olduğunun altını çizer. Bu tarz yarışmalar insanın saldırganlığını motive eden bir konsepte sahiptir. İnsanlara hayatın bir kavga veya salt bir rekabetten oluştuğunu empoze ederler.
“Bu Tarz Benim” yarışmasında da beni en çok rahatsız eden bu rekabet ve bu rekabet uğruna her şeyi mübah gören yarışmacılar oldu. Hayatın içinde yarış elbette var ama her yarışın da bir etiği ve normu var. Bu Tarz Benim yarışmasında ise yarışmacılar tarafından, pek çok etik ve insani kuralın açıkça ve çoğu zaman kasten ihlal edildiğini görüyoruz. Birbirlerini eleştirme biçimlerindeki acımasızlık, hadsizlik, vizyonsuzluk gerçekten ürkütücü bir düzeyde. Hayatta, her şeyin akl-ı selim bir şekilde konuşulduğu takdirde çözüleceğine inanan bir insan olarak oradaki konuşmaların, yarışmacıların birbirlerine yönelik eleştirilerinin herhangi bir şeyi çözmesini veya herhangi bir şeye yapıcı katkıda bulunmasını insan psikolojisi açısından kabul etmemiz mümkün değil. Yarışmacılara baktığımda; bıraksalar, ellerinde savaş baltalarıyla birbirlerini yok etmeye yemin etmiş “hanımefendiler” görüyorum. Hem kendilerini hem de başkalarını yıpratan böyle bir saldırganlığı nasıl tölare ettiklerini görmek için bir iki yarışmacı üzerinde deney bile yapılabilir.
Yarışmacıların birbirlerine hitapları, beden dilleri, duruşları akıllara zarar boyutlarda. Muhtemelen kendi özel hayatlarında da böyleler. Çünkü her insan kendinde var olanı bir yere kadar gizler. Dolayısıyla haftalardır süren yarışmada izlediğimiz yarışmacılar tam bir hayal kırıklığı. Aralarında, zaman zaman ortamdaki gerginlikten kaynaklı direnci düşse de, hatta kendini iafede etmek için çırpınsa da, yanlış da anlaşılsa, yanlış da anlatılsa olumlu bir örnek olarak ismini verebileceğim Nur Bozar bence yine de tüm yarışmacılara göre çok daha olgun ve seviyeli. Tarzı bir kenara tavrı en azından bizim toplumsal motiflerimize yakışır düzeyde. Maruz kaldığı onca müdahaleye rağmen umarım bu tarzını ve tavrını korur.
Kimse Bir Fenomen Değil…
Yarışmacılarda dikkatimi çeken bir başka özellik ise gün be gün artan bir kendini gösterme çabası. Sürekli şişen bir ego. İçine büründükleri bir “ünlü psikolojisi”. Öyle bir edaya sahipler ki, çoğunun birbiriyle ve jüriyle konuşurken ki tavrı bile sanki polüler bir insan havasında. Yüksek dozda bir üst bakış, hemen hemen tüm yarışmacılarda var ve bu durum gün geçtikçe artıyor…
Ukalalık demek kabalık olacağı için aşırı bir özgüven olarak tanımladığımız bu durum yarışmacıların çoğu kez saygınlığını yitirmesine sebep olacak kadar ileri düzeyde. Televizyondan izlediğim kadarıyla psikolojik tanı veya teşhis koymayacağım elbette. Fakat halihazırda var olan durumun çok da iç açıcı olduğunu da söyleyemeyeceğim.
Yarışmacıların psikolojisinin yıprandığı ekrandan da çok net bir biçimde görülüyor. Bu süreçte yıprandıkça hırçınlaşanlar da var, içine kapananlar da. Ancak böylesine gergin bir ortamda ruh sağlığını korumanın en iyi ve kısa yolu kişinin özbenliğini kaybetmeden davranması olacaktır. Yarışmacıların kendilerini moda ikonu, stil danışmanı hatta jüri gibi hissettikleri bu çarpık duygudan kurtulup, bir an önce “kendileri olmaları” psikolojilerini korumaları açısından çok elzem. Jüriden yıldız aldıkça kendilerini Donatella Versace zannedenler yarışma bittikten sonra depresif bir ruh haline bürünebilirler.
Dikkat çeken bir başka konu da, yarışmacıların birbirlerine yaptıkları yorumlar. Yarışmacılara, kombinini sunan arkadaşları ile ilgili yorum yapmaları istendiğinde özgünlükten uzak yorumları da oldukça itici. Haftalardır izliyorum, jüri neyi eleştirirse, o kişiyi o konuda yerden yere vurma gibi bir özelliğe sahipler. Böyle yaptıklarında jüriyi arkalarına dayanak olarak aldıklarını düşünme eğilimindeler. Ancak maalesef, özgün olmayan ve orijinallikten uzak bu fikirler pek de itibarlı görünmüyor açıkçası. İnsanlara hakkını verebilmek hakikaten bir erdem meselesi.
Yarışmacılar Şık Mı Rüküş Mü ?
Modaya çok da uzak olmayan ve bu işlere kafa yoran bir insan olarak da konuyu değerlendirmem gerekirse, yarışmacıları gördükçe çoğu zaman sahnede şıklıktan çok rüküşlüğe kaçan kombinlere rastlamak daha olası. Türkiye’de modaya dair bayanların kafa karışıklığının aynısını yarışmada da izleyebiliyoruz.
Yarışmada gerçekten tarz denilebilecek kişi sayısı bir elin beş parmağı kadar bile değil. Jürinin de eleştirdiği üzere sürekli açık göbekler, oldukça mini etek ve elbiseler, derin yırtmaçlar insanı şık yapar mı, işte bu kocaman bir soru işareti. Bu konuyu düşününce aklıma hep dünyanın en iyi markalarından biri olan Valentino gelir. Valentino kıyafetlerinin çoğu uzundur, dekoltesizdir ama asildir. Yine de insanların neyi nasıl giydiğine karışmak bana pek doğru gelmiyor. Ancak yarışmada yapılanların çoğu da tarz olarak pek yansımıyor.
Günlük hayatta çok rastladığımız bir durum değil ama yarışmada çok sık rastlıyorum. Mesela bir yemeğe, sinemaya ya da kahve içmeye giderken yarışmacıların çoğu kısa miniler, yırtmaçlar ve şuh kombinler tercih ediyorlar. Türk toplumunun yaşayışını, aile yapısını düşündüğümüzde ise günlük hayatta sokakta yürürken, sinemaya giderken, bir yemek davetinde, bir aile ortamında insanların daha sade ve mütevazi kıyafetleri tercih ettiğini görebilirsiniz. Eminim ki yarışmacı arkadaşlar da, günlük hayatta ve aile ortamlarında bu tür konseptleri daha az tercih ediyorlar fakat yarışmada bunun tam aksini ortaya koyabiliyorlar. Sokak modası açısından seksapeli yüksek kombinlere insanların pek de ihtiyaç duyduğu söylenemez. Şanzelize Meydanı’nda ya da Londra’da bu durum sırıtmazken; Türkiye’de bir hanımefendiyi sıkıntıya sokabilir.
Aslında şık olmak veya tarz olmak, ne çok mini giymek, ne de çok fazla dekolteli kıyafet tercih etmektir. Tarz olmak, kelimenin tam anlamıyla, insanın kendisini tanıması ve ruhundaki iklimi bilmesiyle alakalı bir durum. İnsan giyinirken önce içindeki ruha seslenmeli, önce ruhunu giydirmeli. Kıyafeti taşıyan her ne kadar bedense de, o kıyafeti alımlı yapan insanın ruh iklimi. Burada bir kriter yok. Mini giymek giymemek, dekolteli kıyafet tercih etmek, pahalı bir elbise veya pazardan bir kıyafet giymek bunların hiçbirinin bir değeri yok. Burada değerli olan tek şey kişinin o kıyafeti yorumlama biçimi. Ancak şeklin ötesine geçemeyen ruhların bir tarza da sahip olabileceğine veya bir tarza bürünebileceğine açıkçası inanmıyorum.
Jürinin Sabrı
Yarışmanın en sempatik üyeleri hiç şüphe yok ki jüri. Uğurkan Erez’in kareografisini hazırladığı ve Nur Yerlitaş, İvana Sert, Kemal Doğulu’nun jüri olarak görev aldığı programda hepsinin tavrını çok değerli, kibar ve sabırlı buluyorum. Özellikle Uğurkan Erez ve Nur Yerlitaş benim için her zaman özel ve kıymetli bir yere sahip olmuşlardır. İvana Sert ve Kemal Doğulu da, Nur Hanım gibi programı yatıştıran isimlerden. Hakikaten çok sabırlılar. Yarışmacıların onlara yönelik tutumlarına kendileri de şaşırıyor olmalılar.
Jüri konusunda en çok dikkatimi çeken konulardan bir tanesi yarışmacıların, jüri tarafından beğenilmediklerinde, neredeyse jüriyi haksız çıkartmaya varacak kadar uzun açıklamalar yapmaları, yersiz ağlamaları, jüriyle güç yarıştıran kavgaları… Lafa laf, söze söz. Susmayı acizlik gibi algılayan tavırlar. Hatta izledikçe, en rahatsız edici tavırlardan biri de jüriye hesap soran yarışmacı tutumları oldu. Jürinin verdiği kararın doğruluğunu sorgulayan, verdiği kararların yanlış olduğunu ima eden bir bakış izleyenleri olduğu kadar jüriyi de rahatsız ediyor olmalı. Bu Tarz Benim jürisi, bu sağduyulu duruşları ile gerçek bir takdiri hak ediyorlar.
Tarz, Tavırdan Sonra Gelir…
Bu tarz yarışmaların, insan psikolojisini zedelemesinin en büyük sebebi “kazanmak için her şey mübahtır” anlayışı! Kazanmak için yanında oturan arkadaşını hiç hak etmediği halde yerden yere vurabilirsin; onu ekranların ve de başkalarının önünde rezil edebilirsin veya zor bir duruma sokabilirsin; arkadaşını yarışmada giydiği kıyafetiyle eleştirmen gerekirken onun kişiliğine saldırabilirsin, onu aşağılayabilirsin, küçümseyebilirsin, yok sayabilirsin, ezebilirsin, alay edebilirsin, ayağını kaydırmaya çalışabilirsin, hatta yalan söyleyebilirsin, ağlayabilirsin, oynayabilirsin, çok beğendiğin halde o kişiyi ölümüne yargılayabilirsin. Her şey mübah, her şeyi yapabilirsin! Kazanmak için her yol mübahtır ya sonuçta… Ama insanın değeri ve insan onuru açısından lütfen bunları yapmayın. Bunları günlük hayat da olsa, bir yarışma programında da olsa her şeyden önce kendinize olan saygınız için yapmayın. Velev ki, kimsenin kimseye bu denli fütursuzca davranmasının haklı görülebilecek ve savunulabilecek hiçbir tarafı da yok. Unutmayın ki, insanların hayata dair bir duruşları ve tavırları olduğu müddetçe tarzları bir anlam kazanabilir…
Dediğim gibi, yarışmalar hayatın bir örneklemidir. Bu oldukça güçlü bir argüman. Dolayısıyla insanların yarışırken ortaya koyduğu tavırları hayata da uyarlayabiliyoruz. Çünkü hayat ile insana dair bütün formatlar (yarışma, sosyal medya, vb.) birbirine paralellik taşır. Bu bir yarışma, hayattan bir kesit. Ancak hayatla paralelliği olan bir kesit. Muhtemelen buradaki yarışmacılar, gerçek hayatta da böyleler. Bu örneklemi genişletecek olursak etrafımızdaki insan profilleri de üç aşağı beş yukarı böyle. Hırsları uğruna önünde engel olarak gördüğü her şeyi fırlatıp atan ya da yok eden insanlar günlük hayatta da etrafımızda. Bir konuyu konuşurken, tartışırken, arkadaşlık ilişkilerinizde aynı o yarışmadaki profilleri görebilirsiniz. Ama tüm bunlara rağmen hayattaki duruşunuzu asla bozmayın. Çünkü insanlar kıyafetleriyle değil, hayattaki erdemli duruşlarıyla var olurlar. İnsanı değerli kılan, saldırganlık veya gönül kırıcı olmak değil; gönül yapmak olmalıdır.
Kumaş Meselesi…
Bir yarışma uğruna kişiliğinizi, özsaygınızı, başkalarının size olan saygısını lütfen yitirmeyin. O ekranda ileride pişman olacağınız kırıcı davranışlarda bulunmayın. Çünkü diğer türlü ekranda izleyenler için çok da hoş olmayan hatta çoğu zaman başımızı çevirmek zorunda kaldığımız ve hatta kanalı değiştirmek zorunda kaldığımız üzücü görüntüler ortaya çıkıyor.
Hayattaki duruş aslında bir kumaş meselesidir. Ne giydiğiniz, ne taktığınız, saatinizin markası, kabanınız, eteğiniz, kaftanınız, statünüz sizi bir yere kadar taşır. Ancak kıyafetlerinizin veya hırslarınızın sizi getirdiği noktada kalırsanız, bu konum insanı üzen bir konum olacaktır. En önemlisi hayatta bir duruşunuzun, tavrınızın ve tarzınızın olmasıdır. Yarışmanın konseptini de düşünecek olursak “Bu Tarz Benim” kelimesinin hakkını, insan onurunu zedelemeden asil bir şekilde verebilmektir.
Psikolojik Danışmanlık & Aile Danışmanlığı üzerine ayrıntılı bilgi almak için:
Telefon: 0 533 692 3411
www.cozumpsikoloji.com
bence tarz olan hiç kimse yok benim tarzım NURELLA çok seviyorum onu iletirseniz çok sevinirim 🙂