Manisa’ya yolunuz düşerse Ayn-i Ali Kahvesi’ne uğramadan geçmeyin. Sultan çayı, közde kahvesi ve tömbekisiyle meşhur bu asırlık mekanın daha çekici olan yanı ise bütün bunların muhabbette pişmesi…
Manisa… Şehzadeler şehri… Saruhan Sancağı altında bulunan Spil’in eteklerinden II. Murat, Fatih Sultan Mehmet, Kanunu Sultan Süleyman, II. Selim, III. Murat, III. Mehmet ve I. Mustafa gibi, daha sonra devlet-i âlinin başına geçecek nice şehzade gelip geçti. 16 şehzadeye sancakbeyliği yapan şehr-i sultan Manisa’nın Ayn-i Ali Kahvesi’nde ise yıllardır sultan çayı fokurduyor. Manisa’da kime sorsanız göstereceği bu tarihi kahvehane, adını, türbesi hemen karşıda bulunan Bektaşi Şeyhi Ayn-i Ali Dede‘den alıyor. 150 yıla yakındır hizmet veren kahvehane Kerim İşanlar tarafından kurulmuş. Daha sonra oğul Yusuf İşanlar’a geçen kahvehaneyi bugün torun Levent İşanlar işletiyor.
Kahve müdavimlerinin Levent ağabeyi, dede yadigârı kahvehaneyi anlatırken, “Burası Nizamiye Merkez Komutanlığı gibi. Manisa’nın değil, Türkiye’nin simgesi. Manisa’ya gelen ilk buraya geliyor.” sözleri, düşüyor dilinden. Şifa deposu sultan çayını başlıyor anlatmaya, ardından: “Sultan çayı, rahmetli dedemizin buluşu. 11 bitkinin karışımıyla yapıyoruz. Bunlar arasında papatya, tarçın kabuğu, melisa, kuşburnu, yenibahar, karanfil, hatmi çiçeği, ıhlamur, zencefil var. Bunları harmanlıyoruz, normal çay gibi demliyoruz. Soğuk algınlığının yanında sakinleştirici, yorgunluk giderici etkiye sahip.” Ot çeşitlerinin yarıya yakınını, Spil’e çıkıp elleriyle topluyor. 5 sene evvel, sallama sultan çayı üretimine de geçmiş. TBMM’ye bizzat gönderdiklerini söyleyerek, Başbakan Erdoğan’ın da sultan çayını severek içtiğini ekliyor.
Ayn-i Ali Kahvesi‘ni özel kılan bir yanı da mangalda Türk kahvesi. Tek fincanlık cezvelerde pişen kahve, Osmanlı geleneğini yansıtırcasına kulpsuz fincanda ve okkalı kıvamda ikram ediliyor. Fincanlar Kütahya’da özel olarak yaptırılıyor. Levent İşanlar, kahveyi bizzat kendisi öğütüp kavuruyor. Kadim müşteriler ise nargile fokurdatmadan gitmiyor. Burada aromalı nargile tasvip edilmiyor: “Sade tütünü, tömbekiyi tavsiye ediyorum. İşin sırrı tütünü iyi tavlayıp, iyi sarmakta yatıyor. İçine muhabbet de katarsanız, tadını buluyor.”
Ayn-i Ali Kahvesi‘ne girdiğinizde sarı ışık huzmesi altında, adeta canlı bir müzede -eh biraz da şanslıysanız- taş plakların cızırtılarında kaybolarak, başka âlemlere dalabiliyorsunuz. Kahvehanenin adına müsebbip Ayn-i Ali Dede ve talebesi Raci’nin yaptıkları gibi… Ahmet Kabaklı, Ayhan Songar gibi münevverlerin yanında, duahan Âdem Erim, kasidehan İsmail Coşar, neyzen Arif Biçer, hafız Mahmut Hataylı gibi isimlerle de müşerref bu mekânda, nasibi olanlar muhabbetten payını almaya devam ediyor. Gün olur, kendinizi Tuğrul İnançer gibi manevi büyüklerin meclisinde bulursunuz… Yoksa, sahibinin “Muhabbetten Muhammet doğar.” sözleri, kafiye olsun diye değil!
Ayn-i Ali Dede’ye uğramadan gitmeyin
Ay Kahvenin aşağısında bulunan Ayn-i Ali Dede Türbesi’ne uğrayıp, Fatiha bağışlamadan geçmeyin. Türbe kapısının üzerinde paslı bir zincir var. Bu zincirin farklı rivayetleri var. Birincisine göre, Ayn-i Ali’yi ziyaret eden bir kadının oğlu, düşmana esir düşer. Bunu öğrenen anne, gece gündüz ağlar. Oğlunu esaretten kurtaracak yegâne kişi olarak Ayn-i Ali’yi gördüğü anda kapısını çalar. “Eğer bana kızarmış bir tavuk getirirsen, oğlunu esaretten kurtarır buraya getiririm.” cevabını alır. Dede, getirilen tavuğu bir köpeğin önüne atar. Köpek, kadının oğlunun esir olduğu kaleye gider. Nöbetçilerin üzerine saldırarak, özgürlüğüne sebep olur.
Diğer anlatım ise, Ayn-i Ali’nin türbedarı bir kadının 1877 Osmanlı-Rus Savaşı’na katılan ve haber alamadığı oğluna dayanıyor. Kadın, evlat hasretiyle “Yıllarca sana hizmet ettim. Türbeni tertemiz tuttum. Sen de evliya isen oğlumdan bir haber!” deyiverir. Gece yattıktan sonra bir ses, “Ana, anacağım!” der. Kapıya koştuğunda karşısında oğlunu bulur. Oğlu yaşadıklarını şöyle anlatır: “Ana ben Moskof’a esir düştüm. Bir kaleye götürdüler ayaklarımdan taşa bend ettiler. Dün gece uzun boylu, bembeyaz elbiseli tertemiz bir insan aynı Ali gibi kuvvetli, geldi. ‘Yâ Allah Bismillah’ dedi. Duvardan zinciri çıkardı.”
Ahmet Raci’nin son vazifesi
Ayn-i Ali Dede’nin talebesi Raci ile yaptığı hayal yolculukları Felibeli Ahmed Hilmi’nin Amâk-ı Hayal kitabında uzun uzadıya anlatılır. Biz türbe kapısındaki levhaya söz verelim: “Şu anki kabrinin olduğu yerde asırlık çitlembik ağacı var imiş. O ağacın altında sevenleriyle her gün sohbet edermiş. Bir sonbahar akşamı dervişi Ahmet Raci’yle sohbet ederken şöyle demiş: ‘Evladım Ahmet. Biz bu fani âlemden beka âlemine göçüyoruz. Sabahleyin gel, son vazifeni yap.’ Ahmet Raci, sabah namazından sonra geldiğinde, Ayn-i Ali Baba’nın çitlembik ağacına yaslanmış şekilde vefat ettiğini görmüş. Sanki uyuyor gibiymiş. Sevenleriyle ağacın altına defnetmişler. Bir süre sonra türbe yapmışlar. Vefatından sonra Ayn-i Ali Baba’nın heybesi Ahmet Raci’ye kalmış.”
Kaynak: Zaman
Yorumlar