İnsan zekasında, üstünlüğü oluşturanın ne olduğu konusunda ortak bir fikir birliği ve uzlaşma bulunmamaktadır. Birçok otorite, “üstün (gifted)” bireylerin, karmaşık ve üst düzeyde soyut bilgilerle
kolayca başa çıkabilmeyi sağlayan gelişmiş bir merkezi sinir sistemine sahip olduklarına inanmaktadır. Kimileri üstünlüğün genel, zihinsel bir üstünlüğü temsil ettiğine; kimileri de bu üstünlüğün özel bir yeteneği yansıtabileceğine inanmaktadırlar. Bazılarına göre üstün çocuklar yaratıcılıkları yüksek olan çocuklardır; bazılarına göre ise üstünlük akademik başarıdır. Zeka ile ilgili yüksek kabul gören en önemli düşünceler Jean Piaget ve Howard Gardner’a aittir. Piaget için zeka, hayatın problemleriyle başa çıkabilme ve adaptasyon olarak tanımlanırken; Piaget’nin öğrencisi olan Gardner’a göre ise zeka bir problem çözme sürecidir ve her insanda farklı bir zeka türü önplana çıkmaktadır. Varoluşsal zeka ile birlikte, toplamda 9 tür zekadan bahseden Gardner, bu zeka alanlarının birbirleriyle ilişkili olduğunu söyler ve ona göre her insan bu zeka alanlarından her birini bir parça da olsa kullanmaktadır fakat sonuçta her bireyde farklı bir zeka türü baskın bulunmaktadır. Dolayısıyla zeki ve üstün olmanın kriteri, zeka alanlarına bağlıdır. Zihinde, parlaklığın bitip, üstünlüğün nerede başladığı önemli bir sorudur. Ancak daha da önemlisi, bu çocukların nasıl yönlendirilmesi gerektiğidir.
Okullarda “üstünlük” çoğu zaman göz ardı edilen bir durumdur. Çünkü üstün çocukların her çevrede ve her durumda başarılı olduklarına inanılmaktadır. Bu elbette ki temelsiz bir inanış. Bununla birlikte, yalnızca ortalama çocuklar için çalışan bir eğitim sistemi de üstün çocuklar için güçlükler çıkarmaktadır. Bu hızlı “öğreniciler” sınıfta sıkılabilir, düzeni bozabilir ve kendilerini farklı hissedebilirler. Özellikle yoksun ve avantajsız çevrelerden gelen üstün çocuklar için bu büyük bir tehlikedir. Yapılan pek çok vak’a analizinde, yoksun bir çevrede eğitim alan zeki çocukların okulda öğretmenleri tarafından diğerlerinden farklı ve usta bir üçkağıtçı olarak nitelendirildiği; bu çocukların zamanla illegal çetelere girdikleri görülmüştür. Dolayısıyla zeka dediğimiz yapı, çevre koşullarından oldukça fazla etkilenmektedir ve zeki olmak hiçbir zaman tek başına yeterli değildir. Sonuçta salt ortalama zekayı hedef alan bir eğitim sistemi, üstün çocukları güdülemede başarısız olacaktır ve onların bilişsel üstünlüklerini köreltecektir. Tıpkı özel eğitim gerektiren çocuklar gibi, üstün zekalı çocukların da kendi yapılarına uygun bir eğitim süreci yaşamaları gerekmektedir.
Albert Einstein tanıdığımız en popüler üstün zekalı insanlardan biri aslında. Einstein bu yüksek potansiyelini olumluya çevirmiş ve kendince bir eser ortaya koyabilmiş zekilerden biri. Ancak her zaman böyle örnekleri göremeyebiliriz. 1898-1944 yıllarında William James Sidis adında Rus Yahudisi, muhacir bir ailenin, üstün zekalı çocuğunun yaşamına tanıklık eder zaman.. Sidis, Albert Einstein’den sonra gelen dünyanın en zeki insanı olarak literatüre geçer. Hatta Sidis’in zeka seviyesinin ölçülemediği ve bu nedenle 200-300 arasında bir IQ değerine sahip olduğu söylenir. Sidis, 6 aylıkken alfabeyi çözer, 18 aylıkken New York Times okuru olur, 2 yaşında Latince’yi, 3 yaşında Yunanca’yı öğrenir. Anatomiler üzerine denemeler yazdığında henüz daha 4 yaşındadır.. 8 yaşına gelmeden önce İngilizce, Yunanca, Rusça, İbranice, Fransızca ve Almanca’yı öğrenir. İlkokul çağına geldiğinde ise Vindergood ismiyle tanımladığı yepyeni bir dil geliştirir. 1.sınıf 1 gün, 2.Sınıf birkaç gün, 3.sınıf 3 ay, 4.sınıf 1 hafta, 5.sınıf 15 hafta, 6. ve 7. sınıfları beş buçuk hafta gibi kısa bir sürede tamamlayan Sidis, 11 yaşında Harvard’a kabul edilir. Aynı yıl Harvard’da profesörlere 4 boyutlu objeler hakkında ders vermeye başlar, 26 yaşında Harvard Hukuk Fakültesine geçer, 20 yaşına geldiğinde ise sosyalist eylem ve mitinglere katıldığı için uzun bir gözaltı sürecinde tutulur. Sidis’in bir dili, bir günde öğrendiği ve ertesi gün bildiği diğer diller ile çapraz kıyaslama ve tercüme yapabilir hale geldiği söylenir. Sidis, 46 yıllık kısa ömründe, dünyadaki bütün dilleri öğrenmiştir. Babası Harvard Üniversitesi’nde psikoloji ve psikiyatri eğitimi veren, annesi ise bir tıp doktoru olan Sidis, bütün bu zeka dolu hayatına ve yüksek imkanlarına rağmen bekleneni verememiştir. Bir iki akademik kitap ve çok kayda değer görülmeyen makale ile silinip gitmiştir. Aslında dünya çapında bir “harika çocuk” olma fırsatı varken, Sidis “umutları boşa çıkartan kişi” olmuştur. Gerçek şu ki, Sidis hayata dair anlamlı bir eser ortaya koyamamıştır. Fakat bunda da yine kendisinden yararlanmaya çalışan ve Sidis’i beklentileriyle boğan ailesi ve medya çok etkili olmuştur. Sidis, haftada 20 Dolar getiren bir işte katip olarak hayatını kazanan, dedektif romanları okuyan, Amerikan yerlilerinin ritüellerine merak saran ve bunlar dışında başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen bir insan olarak ömrünü tamamlamıştır. Sidis’in hikayesi bize göstermektedir ki; zeka için yoksun çevre nasıl bir risk ise; bazen uyarıcı ve imkan anlamında çok zengin bir çevre de aynı risk faktörünü taşımaktadır. Önemli olan üstün çocukların doğru bir eğitim alması ve doğru bir şekilde yönlendirilmesidir.
Eğitim sistemi içerisinde kaybolup giden, hiç fark edilmeyen, bazen de diğerlerinden farklı olduğu için dışlanan bu çocukları topluma kazandırmak oldukça önemli. Bunun için, öncelikle çoğunluğa hitap eden eğitim sistemi içinde yer alan, fark edilemeyen bu üstün çocukları doğru analizler ile tespit etmemiz gerekiyor. Bununla birlikte, anne-babalarının duyarlılığı da çok önemli bir konu. Günümüzde eğitim alan çocukların %2.5-3’ü ancak üstün zekalı olarak nitelendirilebilecek düzeydedir fakat görülen o ki her aile, çocuğunun üstün zekalı olduğunu iddia etmektedir. Elbette ki bir çocuğun üstün zekalı olması değerli bir şey fakat bu konuda ailelerin büyük bir çoğunluğu yanılmaktadır. Çünkü az önce de bahsettiğim gibi Türkiye dahil tüm dünyada tam anlamıyla üstün zekalı çocukların oranı çok daha düşüktür. Okullarda eğitim gören çocukların çok büyük bir kısmı 110-120 arasında yer alan ortalama zekaya sahiptir. Burada naçizane belirtmek isterim ki, önemli olan bir çocuğun üstün zekalı olması değildir. Piaget’nin bahsettiği üzere, zekanın sırrı, kişinin hayatla mücadele etme başarısında saklıdır. Dolayısıyla 110-120 gibi bir ortalama zeka da başarı için ve mutlu olmak için yeterlidir. Çocuklar, bilişsel ve duygusal olan tüm yönleriyle, aileleri tarafından oldukları gibi kabul edildiklerinde çok daha başarılı olacaklardır. Bu nedenle, akademik hayat süresince, çocuklar ister çok zeki olsun; isterse algısı çok düşük olsun, çocukları etiketlememekte büyük faydalar var..
Bugüne baktığımızda eğitim sistemimiz içerisinde üstün zekalı çocuklar için çok az şey yaptığımızı söylemek isterim. Türkiye’de, üstün zekalılar ile ilgili eğitim veren devlet okulu sayısı oldukça düşük ve bu sayının arttırılması bu çocuklar ve aileleri için en gerekli konu. Sovyetler Birliği ve ABD ve hatta İsrail gibi ülkeler, üstün zekalı olan ailelerin çocuklarına ciddi imkanlar sunarak, bu çocukları kendi bünyelerine almak istemektedirler. Bence asıl beyin göçü, hatta kaybı da budur.. Bu nedenle Türkiye’de, bu çocukları köreltmemek ve yanlış yollara sürüklememek adına alınacak önlemlerin ilki üstün zekalılar ile ilgili eğitim veren okulların sayısını çoğaltmak olmalıdır.
Zeka, insanın potansiyel enerjisi aslında. Dolayısıyla yüksek zeka, yüksek potansiyel anlamına da geliyor. Bu potansiyelin nasıl işlendiği, işlenmezse sonuçlarının neler olacağı, bu çocukları kazanmak için öncelikle neler yapılması gerektiğini elimden geldiğince, dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım. Eğitim sistemimiz içerisinde, üstün zekalı çocuklarımızı kazanmak, her şeyden önce toplumsal bir yükümlülük. Ancak ailelere önerim şudur ki; çocuğunuz ister bir deha olsun, isterse ortalama zekaya sahip bir çocuk olsun, biliniz ki bunların hiçbiri önemli değil ! Her çocuğun muhakkak özel olarak yetenekli olduğu bir alan vardır ve bu da bize her çocuğun zeki olduğunu gösterir. Çocuğunuzun öncelikle mutlu bir çocuk olmasını sağlayın. Sidis örneğinde de olduğu gibi, çocuklarınızla ilgili tüm umutlarınızı onların zekalarına bağlamayın. Onları önce koşulsuzca sevin ve onlara koşulsuzca sevmeyi öğretin. Çünkü hayatın örgüsü, sevgiden oluşur. Hayatın dokusunda ise şefkat ve merhamet vardır. Hayat akıp giderken, su akıp yolunu bulurken, tıpkı meşhur Sidis gibi zeki olan bir çocuk çok başarılı olmayabilir; ama ailesi tarafından koşulsuzca sevilen ve koşulsuzca kabul edilen her çocuk hayat içerisinde başarılı olacaktır. Buna tüm kalbiyle inananlardanım..
Nihayetinde çocuğunuz bir kariyer projesi değil, bir mutluluk projesi olsun..
Selam ve dua ile…
Ayşegül hanım yazılarınızı takip ediyorum bebek bekliyorum ve Aydın’ın Didim ilçesinde yerel bir gazetede çalışıyorum eğer izniniz olursa sizin yazılarınızı gazetemizde yayınlamak istiyorum. Bilgilerinizi bizimle paylaştığınız için çok teşekkür ederiz…