Kendimizi Bile Zor Tanırken Karşımızdakini…
İki cinsin evlenmeden önce, birbirlerini daha yakından tanımak için buluşması, gezip tozması safhasına “flört” dendiğini duymuşuzdur.
Bu tarif üzerinde düşünmeye “tanımak” kelimesinden başlarsak…
Bir insanın kendisini tanıması bile neredeyse imkânsıdır. Biz bize olduğumuz, bütün eksiğimizi, kusurumuzu, sırrımızı bildiğimiz hâlde, bazen bir hareket yaparız veya bir söz söyleriz de kendimizi yeterince tanıyamadığımızı fark ederiz:
“-Ya, bunu ben mi yaptım?!” deriz.
Gerçekten insan, bir sırlar yumağıdır. Kendi kendimizi çözmek bile bu kadar zor, hatta imkânsızken nasıl olur da “karşı cins”ten birini, hem de “kısa bir zamanda” ve “lâyıkıyla” tanıyabiliriz?!
Bu, neredeyse imkânsızdır. Çünkü kadın da, erkek de bambaşka özelliklerle yaratılmıştır. İkisinin ortak yönleri olduğu gibi, birbirinden farklı yönleri de çoktur. Hatta nice evli çiftler vardır ki, yıllarca birbirlerini anlamaya, çözmeye çalışmaktadırlar.
Bu kadar kısa zaman içinde tarafların birbirini tanımasını engelleyen en mühim faktörlerden birisi de, iki tarafın da kendilerini olduğundan farklı göstermeye azamî gayret sarf etmesidir.
Psikolojik bir gerçektir ki, herkes kendisindeki eksiklik ve hatanın başka insanlar tarafından fark edilmemesine çalışır. Bu yüzden çeşitli maskeleme yolları ile savunma mekanizmaları geliştirir. İşte flört döneminde gençler de, kendilerini “olduğundan daha zengin, daha güzel, daha başarılı, daha sempatik…” göstermek için ellerinden geleni yaparlar.
Bu sebepledir ki, flört veya sevgililik dönemlerinden sonra birbiriyle evlenen çiftler, nikâhın ertesinde birbirini tanıyamazlar. O nâzik, anlayışlı, olgun, kibar erkek; yerini kaba-saba ve kırıcı bir tipe bırakmıştır. Aynı şekilde güzel, bakımlı, alımlı kız gitmiş, çirkin, geçimsiz, huysuz bir kız gelmiştir. İnsanlar, flört dönemlerinde ne kadar çok maske ve yalanın ardına saklanmışlarsa, hayal kırıklıkları da o kadar yıkıcı ve derin olur.
Flört döneminin, gençler üzerindeki en büyük yıkımlarından birisi de ruh dünyalarında bıraktığı acı tecrübelerdir. Okuması, hayatını sağlam temeller üzerine kurması gereken bir devirde karşı cinsten arkadaş bulma kaygısına düşen gençler, çoğu uzun süreli olmayan ilişkilerle avunurlar. Erkekler, bir çiçekten diğerine konan arı misâli, yaptıklarıyla övünürken, bu ilişkilerden mağdur duruma düşen kız ve âilesi dövünmekle meşguldür.
En sağlıklı evlilik yolu ise, âcizâne kanaatimizce, iki tarafı yakînen bilip tanıyan, eksik, hata, noksan ve faziletlerini bilen kimselerin aracı olmasıdır. Elbette bu vasıtalı nikâhta da eşler birbiriyle görüşüp konuşma fırsatı bulacak ve bu görüşmelerde meydana gelen kanaatle bu işe “tamam” veya “devam” diyeceklerdir. Ancak şüphesiz bu görüşmenin öncesinde, kişilerin fizikî güzelliklerinden çok, evlilik hayatı boyunca gerekli olan bilgi, kültür, ahlâk, kabiliyet gibi meziyetleri değerlendirmeye tâbî tutulacak ve çiftin birbirine denk olması gözetilecektir. Bu tür evliliklerde de her zaman yüzde yüz isâbet mümkün değildir. Ahlâkı, üstün vasıfları ve rûhî meziyetleriyle üstün olan iki iyi insan birbiriyle her zaman âhenkli bir evlilik hayatı yürütemeyebilir. Her iki tarafın şahsen iyi olması, birbirleriyle de iyi geçinecekleri mânâsına gelmez. Bu durumda da çiftlere düşen, Allah rızâsını gözeterek, birbiriyle Allah için iyi olmaları veya yine Allah için birbirinden vakitlice ayrılmalarıdır.
Son söz olarak, evlilik bir baht işidir. Ancak evlilikte insan, biraz da bahtını kendisi hazırlar. Gözünü kapatarak rastgele manavdan meyve almayan bir insanın, hayatı birlikte geçireceği kimseyi de her yönü ile incelemesi şarttır. Bu incelemede bir sivilcenin yok edebileceği güzellik ile bir kibritin mahvedebileceği servetin dışında, bir hayat boyu devam edecek şahsiyet, karakter ve ahlâkî faziletler ile dindarlığın ehemmiyetini ifadeye gerek yok, herhâlde…
Kaynak:Şebnem Dergisi
Yorumlar