Gençlerde bir evlilik korkusu var, diyecek olsam da, bu korku farklı ölçülerde her zaman vardı ve insanlar korkularıyla bazen yüzleşerek, bazen korku sebeplerini paranteze alarak evlenmeye ancak yanaşıyorlardı, diye düşünüyorum aslında.
“Üç İhtilal Çocuğu” isimli ilk baskısı 1991’de gerçekleşen ilk öykü kitabımı yıllarının ardından yeniden yayına hazırlarken, sayıklar gibi görünen öykü kahramanlarında öne çıkan endişenin, evlilik hayatının sahip olunan ideallar açısından neleri değiştireceğine dair sorulara yoğunlaştığını gördüm. Böyle bir endişenin hikayelerin yazıldığı dönemde kahraman olarak seçilen genç kızların ufkunu değilse de fiili olarak hayatlarını daraltan, seçenekleri sınırlayan şartlardan ileri geldiği söylenebilir pekâlâ. Bu doğrultuda kurcalamalar sürerken evliliğin özellikle kadının fedakârlığını talep eden bir kurum olduğu gerçeğine dönük açık örtük bir eleştiri kendini duyurtuyor öykülerde.
Sanki bir inatlaşma çıktı ortaya. Kapılar yüzlerine kapanınca, geriye dönüş söz konusu olmasın diye de rastgele evlilik, sığınma alanı bulma umuduyla gerçekleşen biricik adım gibiydi. Daha sonra ne olacak, önemi yok. Kariyer-dava-evlilik üçleminde yeri boş kalan kariyer alanından ileri gelen üzüntü ve pişmanlıklarla kimi kadınlar yıllarca yas ikliminde yaşadılar. İdeolojik sözleşmeleri andıran evlilikler hayat sınavını bazen geçti, bazen de bir sınav söz konusu olamazmış gibi –nereye olursa olsun- alıp başını gitmeyi çözüm saydı.
Şimdi ise dünyanın her tarafında evlilik yaşını mümkün olduğu kadar ileriki dönemlere iteleme gibi aile yapılarını zora sokan bir eğilim Müslüman nüfusu başka türlü etkiliyor. Sürekli dışarının uyarılarına açık kendilik formunun icapları, kayıtlı şartlı çift ilişkisi için gerekli yoğunlaşmaya izin veremezmiş gibi bir endişe neredeyse benliklere sinmiş. Otuz yaşına kadar kendimi yetiştirecek, sonra evleneceğim, diyor yüksek lisans öğrencisi kız. Otuzlu yaşlarda da evlilik öyle kolay gerçekleşmiyor. Bir kere kemikleşen kişilik öyle kolay benimsemiyor bir ömür boyu beraber yaşayacağı kişinin kalabalık karışık profilini. Oluşumunu sürdüren tek kişilik konfor, köklü değişiklikler talep eden bir evliliğe sıcak bakmaya izin vermiyor örneğin.
Dolayısıyla, bir zamanların tahsil ve kendini geliştirme alanında zorluklar yaşarken ince eleyip sıkı dokumadan evlenmeyi çözüm sayan Müslüman genç kız tipi yerini ulaşmayı dilediği hedefler için evlenmekten “şimdilik” kaçınan, geleceğe hazırlanma teşebbüslerinin de sonu gelmeyen genç kızlara bırakıyor. Yüksek lisansını da yaptı, şimdi doktora için çalışıyor. Bölüm müdürü oldu, bırakıp başka bir şehre gidemez kolay kolay. Dilini geliştirerek hareket alanını genişletmeye karar verdi, tam bu dönemde evlendiği takdirde mesafe alamayacak, üstelik bu duraklamayı göze almasına değecek biri de çıkmadı karşısına.
Eksiği gediği olmayan kusursuz evlilik hayali, bu yaklaşımda şimdinin ihmali nedeniyle ister istemez alacaklı, borçlanılmış bir geleceğin sebebine dönüşüyor oysa.
Tek boyutlu başarı bir yerden sonra kadınları yoruyor, bezgin düşürüyor. Kırk yaş civarında sosyalist bir kadın gazeteci bu konularda söyleşirken bana, çocuk sahibi olmak için en kısa zamanda evlenmek istediğini; anneliği yaşamadığı takdirde kendini kuru bir ağaç gibi hissedeceğini söylemişti.
Aklıma ayrıca İstanbullu Arife geliyor. İş hayatında çok zorlu dönemleri arkasında bırakarak bir yere geldi. Bir belediyenin kültür merkezinde yönetici. İş dönüşü evinde vaktin nasıl geçtiğini anlamıyor ki niye evlenmedim diye düşüncelere dalsın.
Aklıma bir de Tahranlı Azade geliyor, İmam Humeyni Havaalanı’nda tanıştığım 38 yaşındaki iş kadını. Kendini gerçekleştirme, geliştirme çabasının sanki sonu yok. Evlenmek yerine dünyayı gezmeyi yeğliyor neredeyse.
Azade tek örnek değil; İranlı gençler arasında da benzeri bir evlilik çekingenliği olduğunu söyleyebilirim. Elbet sebepleri çok daha kapsamlı bu ertelemelerin, itelemelerin. Mesela evlilik için aday olan erkeklerin de bir aile sorumluluğu üstlenmeye hazır görünmeyişleri… “Kızlar kaygılı, erkekler ise özgüvenli” şeklindeki araştırma bulguları bizi gerçeğe ne kadar yaklaştırabilir… İslamcı dalga içinde aktif olarak yer alan kadın kuşağının çocukları, zor tecrübelere tanıklıkla ağırlaşan iç dünyalarını “pasif devrim”e uyarlamanın yollarını arıyor. Kendisini donatma konusunda geniş tasavvurları olan genç kızlar, akranları erkekler tarafından “taşınılamaz ağırlıkta” bulunuluyor. Bir öykümde konu etmiştim: Ağırlığı Kaldırmak. Genç adamlar ise bu kızların çok hırslı ve güvenilmez olduğunu düşünüyor.
Taşınamaz bir ağırlıkta görülen “gururlu” genç kızların yaydığı etkinin bir sonucu, çok eşliliği abartılı bir hevesle savunan (ve bu yolla dinsel kılıf geçirilmiş erkek egemen söyleme lojistek destek sağlarkan aynı zamanda bu söylemin iktidarından istifade etme yolunu tuttuğu izlenimi veren) genç kız ve kadınların da tezahürü.
Elbet sorunlu söylemlerin evlilik ve aile kurumu etrafında çoğalan bir derin endişeden beslendiği savunulabilir de… Kimse artık bir ömür boyu birlikte yaşamak için evlenmiyor, diye yazıyordu, bu konulara değinen bir yazar, bir internet sitesinde. Huzursuz, güvensiz gençliğin manzarası, geçmiş aile yapılarına dönük övgü ve yüceltmelerle sürüyor. Oysa kuşaklar birbirinden kopmuyor insan ilişkileri ve evlilik bağları gibi konularda, birbirini bütünlüyor. İfrat tefriti getiriyor hep. Genç kuşak tesettürlü kızlar, annelerinin yaşadığı bağlanma ve özveri yüklü zor hayatların kişiliklerini bastırmayı mecbur eden yönü karşısında bir tereddüt içinde görünüyorlar. Anneleri kariyer diye bir şey bilmedi, dini eğitimi birinci sıraya yerleştirdi, ailenin gözetilmesini ikinci sıraya. Cemaatler, eşleri, cemaat ağabeyleri hatta bazen ablaları, onları joker yerine koydu zaman zaman, sistemle bütünleşirken. Hayranlık hislerini ve saygı cümlelerini kamusal bir kabulü olan alanlarda öne çıkan laik kadınlara yöneltti saygı duyulan İslamcı aydınlar.
Hayat görüşümüz gibi hayat tarzımızla ilgili seçimlerimiz de olumsuz örneklerin sunduğu perspektife bağımlı olmak zorunda değil, hatta kesinlikle böyle bir bağımlılık olmamalı. Ancak tanığı oldukları çelişki ya da tutarsızlıklar genç kuşağı başka türlü etkiliyor. Joker olmak, yedek olarak bir köşede tutulmak istemiyorlar, zaten olabildiğince düşük görünen enerjileriyle… Kendi seçtikleri, belki kendilerini buldukları köşenin güvenli alanı içinde gerçekleşmeli alacakları yol.
Üstelik nazlı nazenin zamane kızları eş adayından hem babaları gibi koruyucu ve (kuşatıcı anlamında) otoriter, hem de alacakları yolda kendilerine özgürlük ve destek sunacak esnek kişiliklere sahip olmalarını bekliyor. Genç erkekler de evlenecekleri kızın hem anneleri gibi olmasa da dindar ve ev hayatının sorumluluklarına hâkim, hem de modern kadınlar kadar kamusal bir faaliyet, üretkenlik ve duruş içinde olmalarını… Mükemmellik arayışı ise çoğunlukla, tek kişilik konforu bozma korkusunun elverişli bahanesi…
Ya da belki bir depresyondan söz etmeliyiz, Kristeva’nın “Kara Güneş”inde irdelediği şekilde… Bütün bu hareketlilik, hep bir adım sonrasını düşünme, aslında neyin kaçışı veya korkusu… İdealleştirmenin sürmesi, somut hayatın taleplerine yabancılaşmakla sonuçlanıyor belki de.
Evlilik insanın kendi varlığıyla ilgili keşif yolculuğunda değerli bir tecrübe. Herkes aynı yaşlarda evlenmek zorunda değil, kimi insan daha erken hazır olur evliliğe, kimisi daha geç. Ancak uzayıp giden bir olma yetişme emeli, çok birikimli, nitelikli, donanımlı, ama aşk bağıyla gelen veya anlaşmaya dayalı bir evlilik ve aile yuvası konusunda olsun, zamanında anne olma konusunda olsun kariyerini sağlama alma adına treni kaçırmaya gönüllü genç kızlar ordusunun kalabalıklaşması gibi bir sonuç veriyor. Kendini sınırının ötesinde gerçekleştirme çabasının gelecekten ödünç alınan güç ve zamanla sürerken ertelemeleri çoğaltması kaçınılmaz.
Daha kötüsü, işte o saf ve kusursuz güzel gelecek hedefini bir başına var etmenin ancak kaygılara yol açan bir geçmişi kısmen de olsa unutmaya zorunlu kılması gerektiğine dair bir algı… Bu nedenle de şimdide gerçekleşen her şey hem geçmişin ağır ve yorucu (üstelik haklı, böyleyken yer yer de olsa unutulması şifa sebebi sayılan) mirası, hem de geleceğin zamanında üstlenilmiş ağır vazifelerden çıkartılan derslerin hatırına da bir ödül gibi yaşanacağı umulan güzel rüyası adına bir açıdan eksik, birçok açıdan hatalı yine de aynı nedenlerle vazgeçilmez görünüyor olmalı. Gelecekten ödünç alınan süre, geleceğe borçlanılan vadeyle bir onarma, yeniden kurma çabası büsbütün kuşatıyor şimdiki zamanı ve güzel, sahici, kusursuz geleceğin hazırlığı, tamama ermesine yüreklerin elvermediği bir faaliyet halinde ufku kaplıyor.
Yazı: Cihan Aktaş
Kaynak: dunyabulteni.net
Yorumlar