Çocuklara din ve toplum arasındaki ilişkiden bahsederken bakın diyorum dinden etkilenmemiş bir medeniyet düşünülemez. Sanat hiç… mesela suret çizimi yasak olan bir coğrafyada minyatürün yaygın oluşunu, dokunmak isteyeceğiniz canlılıkta heykellerin ise St. Peter kilisesinde varoluşunu başka nasıl açıklayabiliriz?
Her sanatçı yaşadığı bölgenin birçok özelliğinden ama en önemlisi dini inancından bir şekilde etkileniyor. Bu noktada kimisi doğulu kimisi batılı sanatçıları tercih ediyor. Benim favorim ise kendi başına ‘çok milletli/inançlı’ diyebileceğimiz insanlar, sanatçılar. Mesela; Anish Kapoor.
1954’te Hindistan’da dünyaya gelen Anish Kapoor 16 yaşına kadar Bombay’da yaşadıktan sonra İsrail’e yerleşmiş daha sonra üniversite eğitimi için İngiltere’ye gidip orada Psikanaliz öğrenmiş. Hindistan’ın rengini, baharat kokusunu; İsrail’in hırsını, azmini de yanına alıp İngiltere’de bu ikisine oldukça uzak bir kültürde kendisine de dünyaya da bambaşka bir yerden bakmış. Sanatçı sanki bir yolculuğa çıkıyor ve yol boyunca heybesine ne atıyorsa sonuçta yapılan iş yolculuğun her noktasında edindiklerinden izler taşıyor. Nitekim psikanaliz eğitimi almasa sanatını bu şekilde ifade etmeyebilirdi:
‘İşlerimin çoğu ışıktan çok karanlıkla ilgilidir. Aydınlık, kültürlü ve eğitimlidir, karanlık ise kültürsüz ve eğitimsizdir ve bizim söylenmemiş hikayemizin derinlerindedir. Dante’den Freud’a bir içsel karanlık içinde yaşıyoruz, yıllarca içsel karanlıkla ilgili işler yaptım. Tüm batı felsefesi Platon’un metaforik olarak mağarada oturup ışığa bakıp ‘ilerleyelim’ demesi fikri üzerine kurulmuştur. Freud mağaranın arkasına bakmış ve belki hala mağaranın arkasına bakıyoruz. Son yıllarda yaptığım işlerin çoğu kırmızı. Kırmızı toprağın rengidir, kırmızının anlattığı karanlığın siyah ve mavininkinden daha derin ve koyu olduğunu düşünüyorum.’
İşte karşımızda kültürleri kendisinde karıştıran, sanatını farklı disiplinlerle besleyen bir sanatçı var. Son 30 yılda dünyada bir çok sanat projesine ve sergiye imza atan Kapoor İsviçre’de Kunsthalle Basel, Londra’da Tate Modern, Hayward Gallery, Madrid’de Reina Sofia, Berlin’de Deutsche Guggenheim ve Martin-Gropius-Bau gibi sanat platformlarında kişisel sergiler açtı. Türkiye’deki ilk kişisel sergisi ise Sakıp Sabancı Müzesi’nde 10 eylül’de açıldı ve 5 ocak 2013’e kadar Sabancı Müzesi’nde ziyaretçilerini beklemeye devam edecek. Mimariyle, mühendislikle ve teknolojiyle buluşturduğu soyut sanatı görmek isteyenler ilk fırsatta gitmeli. Hatta Çarşamba günleri Sakıp Sabancı Müzesi’nin ücretsiz olduğunu da bir kenara not edin dilerseniz bir Çarşamba sergiyi ziyaret edip çıkışında da bir Emirgan havası alabilirsiniz.
Gök Ayna’da fotoğraf çektirmeyi hiç birinizin es geçeceğini sanmıyorum.
İyi eğlenceler.
Yorumlar