Nisandı…
Zamanın içinde hoyratça akarken insan, bahardı gelen tüm güzelliğiyle. Kimler gördü mevsimin değiştiğini? Gökyüzünde uçuşan martıları, bir yemin gibi güzelleşen kainatı, yeşeren otları, açan çiçekleri, doğanın uyanışını kimler fark etti? Kimler anladı kıymetini sevdiklerinin ve kimler hak ettiği değeri biçti uyandığı günlere? Kimler kışın pusunu attı üzerinden? Kimler şahit oldu gri gökyüzünün mavilere boyandığına? Kimler oradaydı?
Orada değildik, en azından pek çoğumuz… Çünkü zamanın içinde durmaksızın yetişmeye çalışıyorduk yarınlara. Yarınlara yetişmenin mecburi istikametiydi sanki bugünleri hibe etmek. Bedeller istiyordu yaşam. Bugün, dünün yarınıydı. Fark etmedi kimse. Bitmeyen bir ‘yarın sendromu’ sardı benlikleri. Büyük hedefler konuldu yarınlara. Uzun vadeli planlar yapıldı, bir hayli uzun.. Peki, yarına ulaşmak mümkün müydü bugünü hissetmeden ya da bugünü bir bedel olarak ödemeden. Hakkını vermeden geçen zamanın ve erteleyerek, öteleyerek yaşamı yarına ulaşılır mıydı tam anlamıyla. Sahi o kadar vakit var mıydı? Zamanı harcama konusunda bonkör; zamanı anlamak konusunda ziyadesiyle cimriydik. Böyle hatırlayacaklardı bizi gelecek kuşaklar…
Şimdi bir saniye olsun dur. Başını, epeydir bakmadığın o gökyüzüne çevir. Kuşlara, insanlara, ağaçlara ve sana rağmen inadına gelen bahara bak. Doğayı karşıla bir armağan gibi. Günlük telaşlarını bir kenara koy. İndir sırtından bir küfe gibi taşıdığın dünyalık dertlerini. Soluksuz bıraktığın ruhuna, derin bir nefesle can kat. Esirgeme kendinden ve kainattan sevgini. Bir an olsun lütfen dur. Durmazsan anlayamayacaksın. Duyamayacaksın sesini zamanın. Kokusunu alamayacaksın açan bir çiçeğin. Zaten görmeyeceksin bile. Bir hışımla yanından geçip gittiğin güllerin hakkını nasıl ödeyeceksin? Durmazsan nasıl bileceksin?
Zaman, en büyük değirmendir. Kainat var olduğundan beri her şeyi öğüten bir değirmendir zaman. Un ufak eder yaşama dair her şeyi. Uzun vadeli hedefler, gelecek planları kısacası zamanın üzerine kurulan tüm planları öğütür, eritir birer birer. Zamanla hangimiz yarışabiliriz ki? Hangimiz zamandan daha ileriye yol alabiliriz ki? Yarışma o yüzden. Zamanı geçebilecek kadar güçlü değiliz, savurma kendini. Zamanın içinde yuvarlanma. Zamanın kendisiyle savaşma. Zamanla birlikte ak. Akan zamana uysun adımların, koşar adım çıkma yollara. Nefes nefese geçme patikalardan. Baksana zamanın hiç de acelesi yok. O kendi seyrinde, kendi döngüsünde istikrarla ilerlemekte; sen ise koşmaktasın. Üstelik de ne yapsan da zamana yetişemeyeceğin halde koşmaktasın.
İnsan ne vakit böyle hızlandı yaşamın kuytularında? Modern zamanların bu denli hırçın ve depresif bir çağ olduğunu neden söylemedi kimse? Neden bıraktık ardımızda ağaçları, tabiatı, nezaketi ve saygıyı? Ne yapsak buluruz yine onları? Böyle koşar adım geçtikçe hayatın sokaklarından, sürekli fırtınalarla, dalgalarla yüzen bir gemi gibi yol aldıkça ardımızda bıraktıklarımızın çoğaldığını fark etmeliyiz artık.
Önümüze kattıklarımız, ardımızda bıraktıklarımızı telafi edemiyor bu çağda. O yüzden dünyadaki varlığımızı hissettiren yavaş adımlar lazım belki de. Güneşin doğuşunu hayranlıkla izlemek ve ayın dağların ardından yükselişini seyretmek bir şölen değil de nedir gözlerimize? Şaşkınlıkla bak kuşların nasıl uçtuğuna, tabiatı işit en saf haliyle. Açan çiçeklerin kokusunu duy, ellerini toprağa sür, motor sesi olmadan bir yerden bir yere keyifle yürü. Dağların serinliğini, ovaların yeşil kokusunu içine çek. Denize bak uzun uzun ve içine çek deniz tuzunun kokusunu. Sevdiğin bir kitabı oku. Koşma, sakin adımlarla yürü. Kalbinle bak dünyaya. Hakkını ver zamanın.
Sevgilerimle
Yorumlar