Aşk nedir dediler, O’na yanmaktır dedim. Sorgu sual eylediler, Rabbine yönelmezsen mutluluğu bulamazsın dedim. Sevginin en asilini “Habibim” nidasıyla yüreklerimize nakşedene yar olmazsak eğer; yaramızı kapatmaya ne bir ilaç ne de bir fani yeter…
Aşk nedir dediler, sen hiç Onun için gözyaşı döktünmü dedim, kapanıp secdeye O’na en yakın hale büründün mü?
Aşk nedir dediler, ve bir sızı düştü yüreğime. Her hatana rağmen affeden, unutsan da veren hatırlasan da veren, sen gittikçe sana on adım gelen dedim.
Aşk O’dur dedim dinlemediler…
Ol derse olur dedim vazgeçmediler
‘İman edenler iman edin’ dedim
Zevk-ü sefadan geçemediler.
Böyledir işte ademoğlu. Ne alışkanlıklarından vazgeçer ne de Rabbinden. Hem çok severim der, hem sevgisini ihmal eder. Başı sıkışınca Allah der, keyfi yerindeyken güler geçer. Başkadır ademoğlu. Ne anlamaya gücün yeter, ne doğruyu göstermeye.
Seven insan sevdiğinin yolunu gözler ve de özler. Çağırdığında hemen gider, hissetmek için gerekirse bin ah çeker. Sorsan Allah’ı da pek sever. ‘Seviyorum’ der ‘fakat yaşayamıyorum.’ Yaşayamamak diye bir şey yoktur. Belki de sevmenin ne demek olduğu bilinmiyordur. Sevmek mesele değil. O sevgiyi yaşamaktır mesele. Yunus’un da dediği gibi,
“Aşkın aldı benden beni , bana seni gerek seni,
Ben yanarım dünü günü bana seni gerek seni..
Yunustur benim adım, gün geldikçe artar oldum
İki cihanda maksudum bana seni gerek seni.”
Bana seni gerek diyebilecek mertebeye ulaşmayı elbette ki hepimiz isteriz. O öyle bir mertebedir ki Hu’ya götüren… Arındıran bütün kötülüklerden ve fesatlıklardan. Bana seni gerek öyle bir kelamdır ki anlayabilene… Bir sen ol yeter demektir. Hakimi olmadığımız hayatın merkezine Hakim olanı koymak demektir. Varolana değil varedene koşmak demektir. O’nu bilmek, anlamak ve anlamlandırmak demektir…
Sevdalanmak bir güzele; En güzele. Yolunda olmaktan ziyade yol olmak gerekirken, tozundan bile faydalanmak ne kadar da zor günümüzde. Soyutlasan kendini dünyadan olmaz, kapılsan dünyaya, ahiretin güzel olmaz. Çay gibidir ahiret; şekeri ise dünya. Az da olsa şeker konursa güzelleşir çay. Ancak çayın öz tadı da şekersiz içildiğinde anlaşılır. Ne ala çayı şekersiz içebilene ve de ne yazık şekerin tadından çayın kıymetini bilmeyene. Ayet-i kerime’de vahyolunduğu gibi: “…İnsanlardan öyleleri var ki; ‘Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver’ derler. Böyle isteyenlerin ahiretten hiç nasibi yoktur. Onlardan bir kısmı da, ‘Ey Rabbimiz! Bize dünyada bir iyilik, ahirette de bir iyilik ver. Bizi ateş azabından koru.’ derler. İşte onlar için, kazandıklarından (ahirette) büyük bir nasip (hisse) vardır…” (Bakara/200-202) Yalnızca dünyalık istemekte, yalnızca ahiret güzelliği istemekte doğru değildir. Bulunduğumuz çağda inzivaya çekilip O’na adanmak neredeyse mümkün değil. Bir aile kurmak, geçim sağlamak, insanlarla iletişimde bulunmak temel ihtiyaçlarımızdan. Bu yüzden duamız ahiretin yanında dünya hayatımızın da salih olmasını dilemek olmalıdır.
Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem “Dünya müminin zindanı, kâfirin cennetidir.” buyurmuştur. Bu hadisi şerifi bazı müslüman kardeşlerimiz dünyadan sıyrılıp ahiret saadetine kavuşmayı beklemek anlamında yorumlarlar. Ancak asıl anlatılmak istenen şöyledir: Dünya hayatı zorludur. Zindandan kasıt, her türlü meşakkat, riya, fesatlık ve daha bir sürü fenalık zuhur olmuşken imanını muhafaza edebilmenin zorluğudur. Bu fenalıklara kapılanlar ise adeta cennette gibidirler. Keyifleri öyle bir noktadadır ki ahireti akıllarına bile getirmezler. Oysa Allah hep sevdiklerine verir sıkıntıyı, O’na sarılsınlar diye. Yine bir ayette “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışma. Allah fesat çıkaranları sevmez.” (Kasas 28/77) buyurmuştur Allah(c.c). Dünya için çalışmak lazımdır ancak bu çalışmanın yolu sırat-ı müstakimden geçmektedir.
Nitekim ayetlerden anlaşıldığı ve Peygamber Efendimizin de vurguladığı gibi “Dünya ahiretin tarlasıdır.” Yaşamakta bizim görevimiz, kul olmakta, doğruyu göstermekte. Dolayısıyla ne ekersek dünyada onu biçeceğiz ahirette. Bunun temeli de Allah’ı sevmekten ve Rasulünü izlemekten geçmekte. En güzel tarif ise yine Yunus Emre’den:
Ey dünü gün Hak isteyen, bilmez misin Hak kandadır?
Her kandasam anda hazır, kanda bakarsam andadır.
İstemegil Hakk’kı ırak, gönüldedir Hakk’a durak,
Sen senliğin elden bırak, tenden içeri candadır.
Gir gönüle bul ordadır, benlik defterin dürdedir,
O has gevher bil ordadır, sanma ki o ummandadır.
O ummanda yüzbin gevher, bir zerreden oldu kemter,
O cana zevâl mi erer, zevâl canı hayvandadır.
Eylegil sûretin vîran, can sırrıdır ona eren,
Bâtın gözüdür dost gören, zâhir gözü yabandadır.
Kim ki gaflet içre geçer, canı zevâl suyun içer,
Derviş sırrı arştan uçar, çünkü mekânı ordadır.
Yunus Emre gözün aç bak, iki cihan doludur Hak,
Gümânı sıdkı oda yak, söyl’eşkere nihandadır.
Yorumlar