Ramazan ayının uzun ve sıcak yaz günlerine tekâbül etmesiyle, oruç tutmanın mahzurlu olup olmadığına dair hekimlere yöneltilen sorularda da artış olmaktadır. Tıbbın ilerlemesi, hastalıkların tedavisinde kullanılan alternatif ilâçların çoğalması, sahasında uzman hekimlerin sayısının artması, bizleri birçok konuda rahatlatmıştır.
Bugün tıp dünyasının, sıhhatin önemli şartlarından biri olarak baktığı “oruç”un basit sebeplerle terk edilmemesi gerekmektedir. Zira pek çok hastalığın oruçla tedavi olduğunu gördükçe, “Acaba hastalar oruç tutsa daha mı iyi olur?” demekten kendimizi alamıyoruz. Lâkin bazı ağır hastalıklarda oruç tutmak, bugünkü tıp bilgilerimize göre mahzurludur ve dînimizde de bu konuda ruhsat verilmiştir. Dînimizin ruhsat verdiği bu hastalıkların tarifini de sahasında uzman ve ehil olan (hâzık) hekimler yapacaktır. Bu sebeple hekimlere önemli vazifeler düşmektedir.
İslâm’ın getirdiği mükellefiyetler, insanın gücü ile sınırlıdır. Bu yüzden zorluk ve sıkıntı olan durumlarda mükelleflere birtakım kolaylık ve ruhsatlar tanınır. Bu prensip gereği, bazı durumlarda farz olan orucu tutmama hakkı tanınmıştır. Ramazan orucunu tutmamayı veya başlanmış bir orucu açmayı mübah kılan özürlerden biri de hâmilelik ve emzirme durumudur. Ramazan ayında hâmile veya emzikli olan kadınlar, kendilerine veya bebeklerine bir zarar gelmesinden korkmaları durumunda oruç tutmayabilirler. Daha sonra kazâ ederler. Bu hanımların oruç tutmamalarının câiz olmasının delili, hasta ve yolcuya yapılan kıyastır.
Bir hanımın hayatında, bünyede meydana gelen değişiklikler sebebiyle hâmilelik ve emzirme dönemi, hassas ve önemli bir zaman dilimidir. Bu döneme denk gelen Ramazan ayında, acaba hâmile veya emziren kadınlar oruç tuttuklarında kendilerine ve bebeklerine bir zarar gelir mi? Bu mevzuyla alakalı yapılmış çalışmalarda çok şaşırtıcı neticelerle karşılaşılmıştır.
İngiltere’de Asya menşeli Müslüman hâmile hanımların, oruç tutmuş olanlarının bebekleri 20 yıl boyunca tartılmış, bebekler çeşitli cihetlerden incelenmiştir. 13.351 yeni doğan bebeğin doğum ağırlıklarına bakıldığında, annelerinin Ramazan ayında oruç tutmuş olmalarının bebeklerde bir zarara yol açmadığı, doğum ağırlıklarına olumsuz bir tesiri olmadığı ortaya çıkmıştır.
Afrika’da yapılan bir çalışmada, hâmilelik ve emzirme döneminde oruç tutan Müslüman kadınlarla, hâmile olmadığı hâlde oruç tutan Müslüman kadınların kan kimyaları incelendiğinde iki grup arasında önemli bir fark görülmemiştir. Emzirme döneminde oruç tutan hanımların, akşama kadar su içmemesinin sütün yapımına menfi bir tesiri olmadığı, bu hanımların vücutlarında süt yapımına yetecek kadar sıvı bulunduğu tespit edilmiştir.
Yine Birleşik Arap Emirlikleri’nde, bebeklerini emzirirken oruç tutan hanımların süt terkipleri Ramazan ayında ve Ramazan’dan iki hafta sonra incelendiğinde, bu süt terkipleri arasında belirgin bir fark olmadığı hayretle müşâhede edilmiştir.
İran’da yapılmış bir araştırmada; hâmile iken oruç tutmanın annenin ve bebeğin sıhhatine bir zarar vermediği, orucun, bebeklerin kiloları ve zekâ seviyelerine menfi bir tesiri olmadığı anlaşılmıştır.
Bütün bu araştırmalardan çıkan sonuç şudur ki; hâmile ve emziren hanımlar, zorlanmadıkça oruçlarını tutabilirler. Burada asıl cevaplanması gereken, “Hâmile ve emziren hanımlar iftarı ve sahuru nasıl yapmalıdır?” sorusudur.
İftar ve Sahuru Nasıl Yapmalıdır?
Zira hâmilelik ve emzirme süreci, kadın hayatında beslenmenin öneminin arttığı bir dönemdir. Artan protein, enerji, vitamin ve mineral ihtiyacı göz önünde bulundurularak hazırlanmış sağlıklı bir beslenme programı ile; hekiminden izin alan hâmile ve emziren hanımlar oruçlarını tutabilirler. Sağlıklı bir beslenme menüsü; annenin ve bebeğin ihtiyacını karşılayacak şekilde düzenlenmeli, bu menünün içinde tahıl grubu, sebze, meyve, et ve süt ürünleri ve bol sıvı gıdalar yer almalıdır.
İlk üç ay bulantıların fazla görüldüğü, son üç ay bebeğin hızla büyüyüp kilo aldığı bir zaman dilimi olduğundan; hâmilelikte oruç tutmanın en kolay ve rahat olduğu dönem, ikinci üç aylık dönemdir. Anne ve bebek, sağlıklı bir gelişme sürecindeyse, günlük alınması gereken gıdaları bir anda almak yerine, iftar ve sahur arasına yaymak, olumsuz tesirleri en aza indirecektir. Uykuyu bölmemek için yiyip yatılmamalı (bu davranış, hazımsızlık ve reflüyü artırır), gün içinde acıkma hissini, hâlsizlik ve baş dönmelerini engellemek için mutlaka sahura kalkılmalıdır. Uzun müddet tokluk hissedebilmek adına ağır hamur işleri, yağlı kızartmalı, baharatlı yiyeceklerin seçilmesi ve tıka basa yenilmesi doğru değildir.
Bu gıdalar, kan şekerinde âni iniş-çıkışlara ve acıkma hissine yol açmakta, ayrıca hâmilelikte artmış karın içi basıncıyla beraber karşımıza çıkan reflü problemini de tetiklemektedir. Reflü; yemek borusundaki kapakların gevşemesi neticesi, mide muhtevasının geriye doğru kaçması rahatsızlığıdır.
Hâmilelikte karşılaştığımız bir başka problem de kabızlıktır. Sahurda; gün içinde kan şekerini dengeleyecek, kabızlığı önleyecek, hazmı kolay, hafif, ancak tok tutan, protein, vitamin ve mineralden zengin gıdalar tercih edilmeli, bol sıvı içilmelidir.
Demir ve kalsiyum hâmilelikte önemli olduğundan, bunların bir kısmı bu öğünde alınmalıdır. Çay, demiri bağlar. Kafeinli içecekler, reflüyü ve sıvı kaybını artırır. Bu sebeple hâmile ve emziren hanımlar, sahurda çay ve kafeinli içecekler yerine süt içmelidir. Kepekli ekmek, az yağlı peynir, haşlanmış yumurta, domates, salatalık, pekmez, süt ve zeytinden oluşan kahvaltı ya da mercimek-sebze çorbası, yoğurt ve salata gibi hafif bir öğün, ideal bir sahur yemeği olacaktır.
Özellikle hâmile olan hanımlar, iftarı iki-üç öğüne bölmelidir. Orucu birkaç yudum su ve hurma ile açmalıdır. Hurma; lif, potasyum ve magnezyum bakımından zengin, kan şekerini dengeleyen harika bir iftarlıktır. Ardından, evde hazırlanmış mercimek ya da sebze çorbasını içmeli ve yemeğe en az yarım saat ara vermelidir. Bu aranın verilmesiyle kan şekerinde âni yükselmenin önüne geçilir, hazım kolaylaşır, tokluk merkezi uyarılarak fazla yenilmemiş olur. Ana öğünde etli-sebzeli yemek, tavuk-sebze haşlama veya balık buğulama ile kepek ekmek yenebilir. Bir saat sonra bir kâse yoğurt, bir porsiyon sebze veya salata yenilmelidir.
İftardan sonra yatana kadar aralarda bir avuç kuru yemiş tüketilmesi, mineral ihtiyacını karşılamaya yardımcı olur. Tatlı isteği de; şerbetli hamur işi tatlıları yerine sütlü tatlılar, kurutulmuş meyveler, az şekerli kompostolar ile giderilmelidir.
İftardan sonra hazma yardımcı bitki çayları içilebilir. Hâmilelik ve emzirme döneminde, özellikle de uzun ve sıcak yaz günlerinde, artmış sıvı ihtiyacını karşılamak için günde 2-2.5 litre su içilmeli, bu miktar, iftar ve sahur arasına yayılmalıdır.
İftardan sonra yorucu ve tempolu olmayan, 15 dakikayı geçmeyen hafif yürüyüşler hazma yardımcı olup bünyeyi rahatlatır, hâmilelerde doğumu kolaylaştırır, gece rahat uyumaya da yardımcı olur.
Sahur ve iftar menülerine misal;
Sahurda: Bir bardak süt, iki kibrit kutusu peynir, domates, salatalık, biber, kepekli ekmek, gün aşırı yumurta, birkaç zeytin, meyve, su, (kafeinsiz içecekler)
İftarda: Su, hurma, bir kâse çorba, salata, kepek ekmek veya iki kibrit kutusu peynir, iki dilim ekmek, domates, salatalık. 1 saat sonra; bir porsiyon et/tavuk/balık, bir porsiyon sebze yemeği, iki kaşık yoğurt veya ayran, kepek ekmek veya az yağlı pilav/makarna, salata. 1-2 saat sonra; bir bardak süt, iki porsiyon meyve.
Hangi hâmile ve emziren hanımlar oruç tutmamalıdır?
Şeker hastası olup da hâmile olanlar, hâmile iken şeker hastası olanlar, emziren ve şeker hastası olanlar, hâmile ve kontrol edilemeyen yüksek tansiyonu olan hanımların oruç tutması tavsiye edilmez.
Bu konuyu, sadece burada yazdıklarımızla sınırlandırmak doğru değildir. Çünkü tıpta hastalık yoktur, hasta vardır. Aynı hastalık, farklı kişilerde değişik şikâyet ve belirtilere sebep olabilir. Bu sebeple, hâmile ve emziren hanımlar, hâzık hekimlerin tavsiyesi ile oruçlarını tutmalı, iftar ve sahur menülerini ayarlamalıdır. Orucunu tutmamaya da hekimiyle beraber karar vermelidirler.
Bkz: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm İlmihali, İstanbul, 2009, sh: 534-535.
Din ve Bilimin Işığında Oruç ve Sağlık, Prof. Dr. Alparslan Özyazıcı, DİB Yayınları, Ankara, 2004, sh: 151-154.
Yorumlar