İlim rütbesi, rütbelerin en büyüğüdür şüphesiz! Onun hakkını verebilmek, bu sorumluluğu taşıyabilmek de elbette ki o ölçüde zordur.
İslam medeniyetleri tarihin çok önceki devirlerinden itibaren ilim adına tüm dünyaya öncü olan çalışmalar yapmışlardır. İsimleri bir sayfaya sığdırılamayacak kadar çok olan bu alimler hayatın her safhasına (matematik coğrafya, tıp, sosyoloji, vb.) öyle derin nüfuz etmişlerdir ki, bugün bile bilim adına sır olan pek çok şey İslam alimleri tarafından yüzyıllar öncesinden açıklanmıştır. Esasen İslam alimlerinin bu değerli çalışmalarının, Rönesans’tan bugüne değin, Batı’nın ‘‘Bilimin sahibi Batı Medeniyetleri’dir’’ sloganı altında hak ettiği yerde henüz olmadığını görmekteyiz. Batı’nın İslam’a unutulmuş bir teşekkür borcu bulunmaktadır. Çünkü biz biliyoruz ki, Batı’da Ortaçağ’ın karanlık perdesini aralayan bütün buluşlar, asıl kaynağını İslam alimlerinden almıştır ve akabinde bu buluşları gerçekleştiren pek çok Batılı da İslam alimlerinden eğitim görmüşlerdir, tıpkı Cristof Colomb gibi…
Avrupa ortaçağın tozlu dönemlerinde tam bir ilim düşmanı iken, İslam dünyası ilmin beşiği halindeydi. Batıda hür düşünce ortamı bulamayan bilim adamlarının İslam ülkelerine kaçtığını ve oralarda öğrendiklerini ülkelerine taşıyarak Rönesans’a bir kök hazırlandığını söylemek oldukça yerinde bir ifade olacaktır. Uzunca bir süre bu gerçek görmezden gelinmiş olsa da bugün yurtdışında yapılan pek çok konferansta Müslüman bilginlerin eserlerinin yeniden incelenmesi bu konudaki haklılık payımızı da açıkça göstermektedir. 23 Ekim 1980 yılında New Scientist’ın ‘‘Can Science Come Back To İslam (İlim Tekrar İslam’a Dönecek mi?)’’ başlığıyla yayımlanan dergide ilginç ifadeler yer almaktadır .
‘‘Batılı bilim tarihçileri Müslüman alimlerin medeniyete olan hizmetlerini ısrarla, sistemli bir şekilde ve kasten gözden kaçırmışlardır. Kan dolaşımındaki buluşların Harvey’e, yerçekimi ve optikteki gelişmelerin Newton’a atfedilmesi gibi .’’
Yunan medeniyetinden birden Rönesans’a atlayan Batılı bilim tarihi, aradaki yüzyılların boşluğunu bir türlü açıklayamamaktadır. Müslüman olmak ve bilim yapmak arasında derin bir ayrım olduğunu düşünmek oldukça hatalı bir kanaat, ki eğer Müslüman alimler bu denli komplike başarılara imza atmışlarsa, bunun sebebini İslamiyetin ilmi övmesinde ve Müslümanları ilme teşvik etmesinde aramak kaçınılmazdır.
Bilim tarihi incelendiğinde bilimin gelişiminin özellikle İslam inancının kabul edilişinden sonra parladığını görmek mümkündür. Kainattaki her şey, taklidini mümkün kılamayacak düzeyde ayrıcalıklarla inşa edilmiştir. Elbette ki bu muazzam eser tevhid inancında olan herkesin gözlerini kamaştırmış ve insanları bu muazzam eseri anlamaya sevk etmiştir. Bu nedenle ilimle uğraşan, yaradılan her şeyin kendi kendine olamayacağını idrak eden her alim mü’min sıfatı taşımaktadır. İslam bize açıkça şunu göstermektedir: düşünebilen, kainatı anlamaya çalışan, araştıran, inceleyen herkes bir zaman sonra bu muazzam eserin sahibini, Yaratıcısı’nı kalbinde hissedecektir. Max Planck’ın dediği gibi ‘‘Hangi alanda olursa olsun, ilimle ciddi olarak uğraşan herkes, ilim mabedinin kapısındaki İman Et! yazısını açıkça görmüştür. İman eder ve etmiştir. Çünkü iman, ilim adamının vazgeçemeyeceği bir özelliktir. ’ Planck’ın bu sözünü doğrulayacak yüzlerce örnek verilebilir. Mesela Albert Einstein Allah’ın kainatı yaratırken zar atmadığını söylerken kainatta tesadüfe yer olmadığını ve kainatın kusursuzluğunu açıkça dile getirmiştir. Edison bir otun bile tüm varlığıyla Allah’ı zikrettiğini ve hiçbir keşfin otun toprağı yarıp çıkmasından daha üstün olamayacağını dile getirir. Newton der ki: ‘‘Hiçbir kanıta lüzum yok , bir başparmak bile Allah’ın varlığını ispata yeter!’’ Descartes’ın herkesçe bilinen fakat içeriği çok net bir şekilde anlaşılmayan “Cogito Ergo Sum (Düşünüyorum Öyleyse Varım)” sözü de esasen ilmin Allah’ı bulmanın başka bir yolu olduğunu bizlere sunmaktadır. Descartes’ın , önermesini oluştururken tek bir amacı vardır Allah’ın varlığını kanıtlamak! Bu nedenle her şeyden şüphe ederek argümanına başlayan Descartes öyle bir noktaya gelir ki şunları söyle : ‘‘… fakat şu an düşünüyorum ve düşünüyor olmaktan şüphe edemem. Düşünen ben isem ve düşünüyor olmak var olmaksa düşünüyorum öyleyse varım!’’ Psikoloji alanında çalışmalar yapan Filkenstein Allah’ın varlığına delil olarak insan zekasını gösterir; zekanın kendini anlamaktan aciz olduğunu ve sadece kendisinden üstün bir Varlıkla idrak edilebileceğini aktarır. Örnekleri çoğaltmak mümkün fakat burada önemli olan şudur ki: yapılan her çalışma, atılan her adım, kainatı anlamaya dair ilmi bütün kaygılar aslında Allah’ı bulmak amacıyla yapılmaktadır. Bu nedenledir ki, hak din olan İslam dini, ilmi de her zaman yüceltmektedir.
Allah’ın kelam sıfatının tecellisi olan yüce Kur’an-ı Kerim’de de ilmin önemine dikkat çekilmektedir. Kur’an-ı Kerim her şeyden önce bir kulluk kitabıdır. İnsan yaşamına dair her şey sayfa sayfa okunduğunda anlaşılmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de geçmişte yaşayan toplulukların ve gelecekte ortaya çıkacak teknolojinin bilgileri de yer almaktadır. İslam alimleri Kur’an-ı Kerim’i de bu açıdan ele almışlardır. Sebe Suresi’nde Süleyman Aleyhisselam’ın iki aylık mesafeyi bir günde uçarak gittiğinden bahsedilir ve şu açıklamalara yer verilir: “Beşere yol açıktır. Bir abdim (kulum) nefsinin arzusunu terk ettiği için onu havaya bindirdim. Siz de nefsinizin tembelliğini bırakıp tabiata koyduğum kanunlardan güzelce istifade ediniz ki siz de binebilesiniz.” (Sebe, 12) Yine Neml Suresi’nde uzak mesafelerden bir eşyayı aynen veya sureten ihzar etmenin mümkün olduğuna dair atıflar bulunmaktadır . Neml suresinin işaret ettiği eşyanın aynen nakli şu ana kadar yapılamamış olsa da ışınlanma , zamanda görecelik ile ilgili çalışmalar günümüz bilimini halen meşgul etmektedir. Geçtiğimiz günlerde uzaydan Dünya’ya bir atlayış yaparak ses hızını aşan Felix Baumgartner bir örnektir ve aslında hala insanların bir şeyleri aşabildiği kadar aşamadığının, ulaşamadığının ve İlahi Kelam’ın haklılığının da bir göstergesidir… Kur’an-ı Kerim’in insan tecrübesine hitap etmesi, Peygamber Efendimizi doğru anlama isteği, Allaha kavuşma ümidi velhasıl tüm bu kuvvetler insanın ilim yolunda öteden beri ışığı olmaktadır. İbn-i Haldun , İbn-i Sina gibi değerli ve tarihin çok ötesinde yürüyen, çağını önceleyen alimlerin de ilham kaynağı her daim bu kuvvetler olmuştur.
Bilimin bugün geldiği nokta başdöndürücü olsa da, artık her şey teknolojiyle oldukça kolay hale gelse de ulaşamadığımız, aklımızın ermediği sırlar hala var… İnsanın ilminin erişemediği noktada gönüller sırları kimi zaman ifşa eder… İlim, kendisini herkese açar belki ama gerçek alim olmak kolay iş değildir..! Gerçek alim, ilmin izzetini koruyan İmam-ı Gazali gibi samimi, Ebu Talip Kurtubi gibi doğru olmalıdır. Alim her zaman Hakk’ın huzurundaymışçasına, hakkın yanında ve Hakk için olmalıdır…
‘‘Hakk’ın hatırı yücedir, hiçbir hatıra feda olunmaz.’’
Böylesine büyük alimler vesilesi iledir ki hakikat bu zamana dek , 14 asırdır , değişmeden aynı heyecan ve istekle bugüne kadar taşınmıştır . Her ne ile uğraşırsa uğraşsın her kul o ilmin hakkını verebiliyor olmalıdır . Yunus Emre ne güzel söyler: “İlim, ilim bilmektir. / İlim, kendin bilmektir. / Sen kendini bilmezsen / Bu nice okumaktır…”
Yeni dünya düzenlerinde ve ütopyalarında bilimi bir din, bilim adamlarını da o dinin peygamberleri gibi konumlandırmak dünyaya çok derin acılar yaşatmıştır; Hiroşima gibi, Nagazaki gibi, 1945 Almanya’sı gibi… İnanç örtüsünü bilimin üzerinde kaldırmak, ister istemez insan faktörünü de değersiz kılmaktadır. 2000’li yıllar bilim ile dini çatıştıran bilim adamlarının bu gereksiz savaştan çekildiğini göstermektedir. Önyargıların kırıldığı bu dönemde İslam alimlerine verilen değerin artması ve hakperest bir bakış açısının oluşması sevindiricidir. Kendine tapmayan bir bilim ve Yaratıcı’sına kul olan bir alim de dünyaya yeni çığırlar açabilir. Sonuçta Roma’yı yakan değil belki ama Kutsal Roma’yı yıkarak Ortaçağ’ın kaderini değiştiren de Allah’ın bir kulu, bir devletin baştacı ve medreselerin o zamana dek yetiştirdiği en büyük alimlerinden idi…
Alim olmak da zordur, arif olmak da… Hem bilek işidir, hem de yürek… Sahibini bilen her ilimse nurdan bir ışıktır gözlerimize. Her şey çok önceden keşfedilmiş olsa bile…
Yorumlar