Bak Oğul!
Beni kır, Şeyh Edebali’yi kırma.
O, bizim boyumuzun ışığıdır.
Terazisi dirhem şaşmaz.
Bana karşı gel, ona karşı gelme.
Bana karşı gelirsen üzülür, incinirim.
Ona karşı gelirsen, gözlerim sana bakmaz, baksa da görmez olur.
Sözümüz Edebali için değil, senceğiz içindir.
Bu dediklerimi vasiyet say.
Ertuğrul Gazi
Bilecik’le tanışalı çok zaman olmadı ve şehre ilk girdiğim andan itibaren aklımda hep o vardı: Şeyh Edebali. Nasıl bir zattı, nasıl anlatılıyordu, neredeydi? Sorular zihnimi öylesine meşgul ediyordu ki. Böylesine büyük bir zatın adımladığı topraklarda, sokaklarda yürümek bile benim için masalsı bir güzelliğe ve kutsallığa sahipti en başından beri. Bilecik’e gittiğim bir gün kendimi önce Söğüt’te, Ertuğrul Gazi’nin türbesinde buldum; hemen ardından ise Şeyh Edebali’nin dergahında. Öyle çok istemiştim ki orada olmayı, inanamıyordum.
Şeyh Edebali’nin dergahı, neredeyse şehrin en yüksek yerinde. Müthiş bir manzaraya sahip olduğunu da eklemeliyim. Şeyh Edebali’ye varmak için çıktığım merdivenleri koşarcasına ve vuslata erercesine adımladığımı hatırlıyorum. Yorulmadan, kuşkusuz adımlarla ilerliyordum. Dergahın kapısından girdiğim anda, aradığını bulanlara özgü bir huzur kapladı içimi. Sanki dünyaya ait zaman dilimleri ve insanlar anlamsızlaştı bir anda. Dertler, yükler, yorgunluklar hafifledi.
Bugün size Osmanlı İmparatorluğunun manevi kurucusu olarak da bilinen, her zaman dua ile yadedeceğimiz Şeyh Edebali’den bahsedeceğim.
Alim Edebali
Şeyh Edebali 1208 yılında Kırşehir İli Mucur İlçesi İnaç köyünde doğar. Selçukluların Şeyh’ül İslam’ı Şeyh Sadrettin Konevi ve Mevlâna Celâleddini Rumi’nin çağdaşıdır. Künyesi, İmadüddin Mustafa b.İbrahim b.İnac el-Kırşehri´dir.
Edebali, ilk tahsilini Karaman´da yapar. Hanefi hukukçusu Necmeddin ez-Zahidi´nin öğrencisi olur. Daha sonra Dımaşk´a yani Şam’a giderek Sadreddin Süleyman b.Ebül-iz ve Cemalettin el-Hasiri gibi dönemin tanınmış alimlerinden dini ilim tahsil eder.
Şam´dan ülkesine dönünce tasavvufa yönelir. Eskişehir yakınlarında bulunan İtburnu Köyü´nde bir zaviye kurarak halkı irşada başlar. Aşıkpaşazade zaviyesinin hiç boş kalmadığını, Edebali´nin gelip geçen fukaranın her türlü ihtiyacını gidermeye çalıştığını, hatta bu maksatla koyun sürüsü dahi bulundurduğunu söylerler.
Söğüt ve Domaniç yaylaları, Selçuklu Devleti tarafından aşiretine yaylak ve kışlak olarak verilen Osman Gazi sık sık Edebali´nin zaviyesinde misafir olarak kalır.
Orta Asya´dan getirdikleri birtakım özelliklerden dolayı alim ve sûfilere karşı son derece hürmeti olan Osman Gazi, mübarek günlerde Edebali´nin zaviyesine giderek dini ve idari konularda, onun görüşlerini alır. Misafir olarak kaldığı bir gece gördüğü rüya şöyledir.
Şeyh Edebali´nin koynundan çıkan bir ay gelir, kendi koynuna girer. Göğsünden bir ağaç biter. Öylesine büyük bir ağaç olur ki dalları gökleri, kökleri tüm dünyaya sarar. Gölgesi bütün yeryüzünü tutar. İnsanlar, o ağacın gölgesinde toplanırlar. Ulu dağlara ve dağların eteğinden çıkan coşkun sulara hep o ağaç gölge eder.
Osman Bey rüyasını Şeyh Edebali´ye anlatır. Edebali rüyayı şöyle yorumlar: “Oğul Osman, Hak Teala sana ve soyuna hükümranlık verdi, mübarek olsun, kızım Malhun Hatun senin helâlin olsun.” der.
Edebali´nin bu yorumu üzerine Osman Gazi Malhun Hatun (Rabia Bala Hatun) ile evlenir.
Ey Oğul!
Beysin! Bundan sonra öfke bize, uysallık sana. Güceniklik bize, gönül almak sana. Suçlamak bize, katlanmak sana. Acizlik bize, yanılgı bize, hoş görmek sana. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize, adalet sana. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize, bağışlama sana. Bundan sonra bölmek bize, bütünlemek sana. Üşengeçlik bize, uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana.
Şeyh Edebali, ahi teşkilatının da reisidir. Ahi Şeyhliği’ne Edebali´den sonra kimin geçtiği bilinmemektedir; ancak daha sonra I.Murat´a intikal etmiştir. Bilecik´in Osmanlılar tarafından fethedilmesinden sonra zaviyesini buraya taşıyan Edebali, aynı şekilde dini hizmetlerine devam etmiştir. Şeyh Edebali aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin ilk kadı ve müftüsüdür. Zira Dursun Fakıh, Şeyh’in talebesidir ve Osmanlı Devleti’nin ikinci kadısıdır. Çandarlı Kara Halil’in de bu zatın talebeleri arasında bulunduğu söylenmektedir.
Ey Oğul!
Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teâlâ yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize vaat edilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz.
Osman Gazi´nin vefatından sonra kızı ve torunu Alâaddin Bey ile Bilecik´te Edebali´ye Kozağaç, şimdiki ismiyle Karaağaç köyünün öşür ve hasılatı verilmiş, kızı Rabia Hatun da kendilerine verilen bu köyü tekkeye vakfetmiştir.
Ey Oğul!
Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarlarında savrulur gidersin… Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın! Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır.
Şeyh Edebali, biri gençliğinde, diğeri yaşlılığında olmak üzere iki defa evlenir. 120 seneyi bulan ömür sürdükten sonra 1326 tarihinde vefat eder. Edebali vefat ettikten sonra oğlu Ahi Mahmud, ardından torunu Şeyh Mehmed ve daha sonraki kuşaktan Mümin Dede, “Ede” zaviyesinde hizmetlerine devam etmişlerdir. Ahi Mahmud’un oğlu Ahmet Paşa Orhan Bey zamanında vezirlik yapmıştır. Şeyh Edebali’nin mezarı Bilecik’te zaviyenin bulunduğu yerdedir. Hazirede kızı Bâlâ Hatun ‘un mezarı da bulunmaktadır. Ayrıca Eskişehir’de Odunpazarı semtinde bir makam mezarı vardır.
Ahi reisi Şeyh Edebali, kendisini dinleyenlere şöyle nasihatlerde bulunur: “Toprağa bağlanın. Suyu israf etmeyin. Mirasınızın sağlam kalmasına dikkat ediniz. Veriniz, cömert olunuz, elleriniz yumuk kalmasın. İlim sahiplerini koruyunuz. Ağaç dikiniz. Ödünç aldığınızı fazlasıyla iade ediniz. Kuran-ı Kerim’i güçlü olmak için okuyunuz. Bağınızı bahçenizi viran bırakmayınız. Hadis ezberleyiniz. Bildiklerini öğretenler unutmazlar. Asıl ölüm ilimden payını almayanlaradır. Faydalı ile faydasızı bilenler bilgi sahipleridir.”
Şeyh Edebali dergahı, bu dünya için bir teselli makamıdır belki de. Nihayetinde bu huzuru, dinginliği ve dahi hissettiklerimizi ne kadar anlatabiliriz ki? Eğer olur da bir gün yolunuz Bilecik’e düşerse, Şeyh Edebali Hazretlerinin manevi iklimini solumadan geçmeyin derim. Anlattıklarım o vakit yerini bulacaktır.
Yazınız çok bilgilendirici, bilinmeyenleri ile aydınlatıcı yazınızdan dolayı sizleri tebrik ediyorum, kaleminize sağlık…