Kur’an ve Sünnete Uygun Düğünler
Hafta sonları her semtte duyulan konvoyların korna sesleri, düğün sezonunun açıldığının habercisi.
Güneşin sıcağını hissettirdiği şu günlerde, evlilik arifesindeki nişanlı çiftleri bir telaş almış ki sormayın gitsin. Günlerce süren alışverişler, gelinlik provaları, düğün ve kına gecesi için beş yıldızlı otelin balo salonunun kiralanması derken bir de bakmışsınız düğün günü gelmiş çatmış. Uzaktan gelen akrabalar, eş-dost, arkadaşlar herkes bir arada. Ama yine de yolunda gitmeyen bir şeyler var. Dünürlerin yüzünden düşen bin parça. Aileler arasında yaşanan anlaşmazlık had safhaya ulaşınca sorun gelinle damata da sirayet ediyor. Bir de bakıyorsunuz, son anda yüzükler atılıp düğün iptal ediliyor.
Son yıllarda birçok düğünün “El âlem ne der?” mantığı üzerine inşa edildiğini görüyoruz. Hele bir de ailenin gösteriş merakı varsa dörtbaşı mağmur bir düğün uğruna yakın akrabalardan borç alınıyor, bankalara bitmek bilmeyen taksitler yapılıyor. Haliyle borç ödeme sürecindeki sıkıntılar, yeni kurulan ailenin huzurunu kaçırıp ağzının tadını bozuyor. Yaşanan sorunlara genç çiftin evlilik hayallerini gerçekleştirme çabası ve ailelerin yanlış tutumları da ekleniyor. Zira birçok genç hanımın zihninde ‘en alımlı gelinlik ve takı’, ‘en güzel düğün‘, ‘en iyi eşya’ hayali fazlasıyla yer ediniyor. Birçok ailede haftalar hatta aylar öncesinden yapılmaya başlanan düğün-kına gecesi hazırlıkları, “Kur’an ve sünnete uygun bir düğün nasıl olmalı?” sorusunu akıllara getiriyor. Sorularımıza cevap bulabilmek adına Türk toplumunun ‘düğün‘e bakış algısını masaya yatırmak istedik. Konuyu sizin için uzmanlarla uzun uzun tartıştık.
Evlilik, ‘aile’ birliğinin kurulması için atılan önemli bir adım. Aile, bireyin birçok ihtiyacını karşılamakla kalmıyor, temel toplumsal dinamiklerine de yön veriyor. Yuva kuran birey, sadece toplumsal bir aktör olma görevini üstlenmiyor toplumun inşa sürecinde de birebir yer alıyor. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de “Evlenmeye gücü yeten evlensin. Çünkü evlilik gözü ve ırzı korur. Kim evlenmeye imkân bulamazsa oruç tutsun. Orucun koruyuculuk özelliği vardır.” buyurarak ümmetini aile kurmaya teşvik ediyor.
Dinimize göre aile kurumu, ancak sahih nikâh temeliyle vücut bulabiliyor. Yani kadın-erkek birlikteliği nikâh haricinde hangi usûl ve prosedüre göre gerçekleşirse gerçekleşsin dinimizce uygun değil. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim’de aile birliğinin kurulmasında nikâh açıkça emrediliyor. Yani İslâm dini, duyurulmayan kadın ve erkeğin birlikteliğini meşru saymıyor. Nikâhın ilan edilme görevini de hiç kuşkusuz düğünler üstleniyor. Evlenen çiftlerin yeni hayatlarına neşe içinde adım atmalarını, eş-dost ve akrabaları, hatta tüm din kardeşlerinin bu sevince ortak olmaları için düğün yapmayı Peygamberimiz de tavsiye ediyor. Zira Resûlullah sahabe içinde yeni evlenen Abdurrahman bin Avf’a şöyle buyuruyor: “Düğün yap, bir koyunla da olsa ziyafet ver.”
Düğün konusunda birçoğumuzda yer alan kafa karışıklığını gidermek amacıyla eski Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Prof. Dr. Hazma Aktan’ın kapısını çalıyoruz. Aktan’ın ilk cümlesi, “Her şeyden önce düğün haramlara kapalı, mubahlara da açık olmalı.” oluyor. Bu noktada ölçüyü yine Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) çiziyor: “Nikâhı ilan edin, onu mescitlerde kıyın, onun için def çalın.” Bu hadis-i şerifte def çalınmasıyla ilgili kısım, nikâh sebebiyle bir eğlence tertip edilmesinin dinen uygun olduğunu gösteriyor. Ayrıca Aktan, eğlencede müzik aletleri eşliğinde şarkılar ve türküler söylenmesi, oyunlar oynanmasının tabii bir durum olduğu görüşünde. Resûlullah’ın müzik aleti olarak deften söz etmesi, başka enstrümanların çalınmasının caiz olmadığı anlamını taşımıyor. Ancak O’nun müzikli düğün tertibini tavsiye etmesi, pek çok düğünde şahit olduğumuz sınırları aşan hal, davranış ve oyunlara izin verdiği anlamına gelmiyor. Aktan, eğlencedeki sınıra da açıklık getiriyor: “Oyun ve eğlenceler, müziğin ritmi ve oyunların hareketleri hayvanî duygulara hitap etmemeli. Toplu eğlencelerde alkol, sevinç ve neşeyi doğallıktan çıkarıyor, ölçüsüz sapmalara sebep olmakla kalmıyor sevinci de kedere çevirebiliyor. Ekseriyetle müşahede ettiğimiz israf, gösteriş, lüks ve alkollü eğlenceleri içeren düğünler, kötü örnek olmanın yanı sıra ıslah yerine fesada sebep olabiliyor.”
‘Düğünün en güzeli, en az masraflı olanıdır” hadis-i şeriften yola çıkacak olursak, düğünlerde helâl dairede eğlence düzenlenmesinde dinen mahsur yok. Fakat günümüzde eğlencenin abartıldığı bir gerçek. Peygamberimiz’in hem kavlî nem de fiilî sünneti olan evlilik, israf, gösteriş, lüks, eğlence, alkol gibi olumsuz şeylerle kirletilebiliyor. Oysa düğünü bahane ederek helâl dairenin dışına çıkmamak gerekiyor. Aktan, düğün harcamalarında da diğer konularda olduğu gibi itidalin esas tutulması gerektiği kanaatini taşıyor. İsrafın haram olduğu Kur’an hükmüyle sabit. Hele gösteriş maksatlı israf, mümine yakışan bir sıfat kesinlikle değil. Nitekim malı gösteriş için sarf etmek kâfir sıfatlarından biri olarak Yüce Beyan’da belirtiliyor. Gönüllerin Sultanı’nın, “Düğünün en bereketlisi, en güzeli, en az masraflı olanıdır. Ziyafetin ilk günü hak, ikinci günü mâruf, üçüncü günü ise riya ve gösteriştir.” sözleri de bu konuda evlenenlere yol gösteriyor.
Aile Yaşamını Koruma Derneği Başkanı, aynı zamanda evlilik uzmanı olan İnci Yeşilyurt, düğün hazırlıkları konusunda yapılan hataların genellikle gösteriş merakından kaynaklandığını düşünüyor: “Birçok ailede şu düşünce hakim: ‘Bir kere olacak, tam olmalı.’ Oysa düğün, aile olan çiftin yakınlarına, dostlarına bu mutlu günü duyurması ve paylaşmasından başka bir şey değil. Maalesef günümüzde ‘Bizim yörede böyle’ yaklaşımı ve dayatmasıyla düğünler adeta ticarete ve gösterişe dönüştürülmek isteniyor.” Zira gösterişli düğün merakı son yıllarda gençler arasında iyice moda oldu. Sırf bu yüzden düğün ve kına geceleri için otellerin balo salonları kapatılıyor, bir veya iki günlük eğlenceler uğruna bütçeler sonuna kadar zorlanıyor. Halbuki evliliğin mecburî ihtiyaçlar dışında borçla başlaması, aile danışmanları tarafından kesinlikle önerilmiyor. Çünkü aşırı borç içinde yüzen yuvalar, zamanla su alabiliyor. Sorunların aşılamadığı durumlarda ise geminin batması kaçınılmaz oluyor.
Birçok düğünde karşılaştığımız yanlış âdetlerden biri de “Bir günden bir şey olmaz.” anlayışı. Böyle bir bakış açısı ile mahremiyet algısı göz ardı ediliyor. Normal hayatında giyimine dikkat eden genç hanım, gelinlik alırken tüm prensiplerini bir kenara itebiliyor. Straplez bir elbise giyebiliyor ya da günlük hayatında tesettürlü olmasına rağmen kendi düğünü için başını açabiliyor. Oysa Yüce Beyan’da, kadınların ve erkeklerin namahrem olan kimselerin yanında örtünme ölçü ve kriterleri belli. Zaten tesettür şekilsel bir ibadet değil ki duruma göre vazgeçilebilsin. Aktan’a göre, sosyal hayatın her anında olduğu gibi düğünlerde de bu kural geçerli. Fakat her nasılsa o özel günün de hesabının verileceği gözden kaçırılıyor. İş bazen öyle bir hal alıyor ki mahremiyet hususunda hassasiyet gösteren kimi yakınlar, düğünlerde yaşanan aşırılıklardan rahatsız olabiliyor. Hatta sırf bu sebeple akrabasının ya da yakın dostunun mutlu gününde yanında bulunmayanlar oluyor. Oysa sosyal münasebetler açısından düğünlere icabet edilmesi oldukça önemli. “Hem düğünü tertip eden hem de bu hassasiyeti taşıyanlara neler tavsiye edersiniz?” sorumuza Aktan’ın cevabı ise şöyle: “İnsanlar komşuların, hısım ve akrabanın sevincine ve kederine ortak olmalı. Sevinçler paylaştıkça çoğalır, kederler de paylaşıldıkça azalır. O sebeple davetlere icabet edilmesi efdal. Ancak düğün sahiplerinin, davetlilerin mahremiyet açısından sıkıntı duymayacakları bir ortamı hazırlamaları gerekiyor.”
Birçoğumuzun ya kendisinden ya da yakınlarından tecrübe ettiği gibi düğünlerde en fazla anlaşmazlığın çıktığı kısım, takı merasimi. Düğün öncesi kız-erkek taraflar arasında yaşanan “Kim ne kadar takmış?”, “Gelinin takısı mı daha fazla damadın bahşişi mi?”, “Ben bu kadar takmıştım. O bana bu kadar taktı.”, “Takıları almak oğlan tarafının hakkı.” tarzındaki tartışmalar, düğünün neşesine gölge düşürebiliyor. Oysa takı takma ve bahşiş verme âdeti evlilik hayatına yeni adım atan gençlere malî açıdan destek olmanın yanı sıra Allah’ın rızası gözetilerek yerine getirilen bir uygulama. Takı takma ritüeli, şayet bu niyetle yapılırsa sadaka hükmüne geçebiliyor. Bu yüzden takıların ya da bahşişlerin az veya çok olduğuna bakılmaması gerekiyor. Bu âdet, Allah’ın rızası gözetilmeden sırf gösteriş ya da çıkar amaçlı yerine getiriliyorsa ne sadaka hükmüne geçiyor ne de yeni evli çifte huzur veriyor. Üstelik takı töreninin dedikodusunu yapanlar da gıybet ederek günaha girmiş oluyor.??
Her şeyden önce “Allah’ın emri Peygamber’in kavli…” cümleleriyle başlar evliliğe niyet. Ancak nişan, kına, düğün, takı derken içinden geçilen süreçler, insanı kimi zaman öyle bir noktaya getiyor ki mutlu bir yuva için ne niyet kalıyor geride ne de Peygamber’in kavli. Bu süreçte Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin bizzat işaret ettiği, “Ey kardeşlerim! Mühim ve büyük bir umur-u hayriyenin (hayırlı olayların) çok muzır mânileri olur.” cümlesini dikkate almakta yarar var. Kim bilir belki o zaman sorun sandıklarımızın aslında hiç de büyütülecek mevzular olmadığını anlayabiliriz.
Yorumlar