Anam Babam Sana Fedâ Olsun Yâ Rasûlâllah!
O, öyle bir yâr ki; sevgisinin değdiği bütün yürekleri ihyâ eden, ateşten koruyan, yücelten, temizleyen, merhamet rüzgârları ile serinleten kutlu bir yâr… Doğumuna sevindiği için Ebû Leheb, o gün, yani pazartesi günleri, azâbının hafifleme sebebi…
O, öyle bir yâr ki; asırlar öncesinden günümüze kadar büyük bir sevgi seli oluşturan, unutulmayan, hayatı an be an tespit edilip ümmeti tarafından muhabbetle örnek alınıp taklit edilen… O mübarek ağzından çıkan her sözün kapışılırcasına içildiği, kayda geçtiği, ömrünün her ânında bizler için büyük ibretler olan, bütün insanların O’nda kendilerinden bir şeyler bulabileceği… Sıkıntıya düştüğümüzde; “Eğer Allah Rasûlü bu durumda olsa, ne yapardı?” deyip de aynısını yapabilirsek, dertlerimizin muhakkak nihayetlendiği, insanlığın her türlü problemlerine çözüm barındıran bir yaşantısı olan yâr…
O, öyle bir yâr ki; kalpteki muhabbetin esas kaynağı… O’nu seven, yüce Yaratan’ımızı sever. Cenâb-ı Hakk’ı seven, O’nu sever.
Bu kapkaranlık ömür yolculuğunda, yalnızca Kur’ân ve Sünnet ışığında yolumuzu kaybetmeden âhiret yurduna ilerleyebiliriz. Aksi takdirde tökezleyip düşmememiz mümkün değil.
O yâr ki, yaptığı her şeyde sayısız hikmetler barındıran; yüce dinimizi nasıl yaşayabileceğimizi bizlere en iyi şekilde gösteren, “üsve-i hasene”, yani en güzel örnek…
O, öyle bir yâr ki; sadece beşeriyet değil, bütün kâinât O’na âşık… Hutbe okurken çıktığı hurma kütüğü, mescide yeni bir minber yapıldığında, Peygamber Efendimiz bir daha kendisine dokunarak hutbe okuyamayacak diye ne çok ağlamıştı!
O, öyle bir yâr ki; muhabbetinin dokunduğu toplumu yüceltir, yükseltir. O’nun sevgisinin yürekleri titrettiği bir millet, birkaç aşiretlik bir beylik iken kıtalara hükmeden yüce bir devlet oluvermişti.
O, öyle bir yâr ki; ismi hürmetine hastalar şifâ, dertliler devâ bulur, duâlar kabul olur. O’na gönderdiğimiz salavâtlar vesîlesiyle duâlarımız daha çabuk müstecâb olur. Bir işimizi hâlletmek için müracaat ettiğimiz kişiye, onun samimi olduğu ya da çok sevdiği dostunun selâmını söylediğimizde daha çok ilgilenir, değil mi?! Aynı şekilde Cenâb-ı Hak da “Habîbim” dediği, âlemleri hürmetine yarattığı Peygamber Efendimiz (sav)’e gönderilen salât ve selamlar hürmetine bizim duâlarımıza ayrı bir muâmelede bulunuyor.
O, öyle bir yâr ki; O’nu seven, hayat tarzını benimseyen, yemesi, içmesi, oturması, kalkması, uykusu, ibadetleri, insanlarla olan münâsebetleri… kısacası her hâliyle Allah Rasûlü (sav)’e benzemeye çalışanlar; huzurlu, sağlıklı, dengeli, bereketli ve düzenli olurlar. Dolayısıyla hem bu dünyalarını, hem de âhiretlerini kurtarmış nasipliler zümresine girerler. Zira Peygamber Efendimiz (sav)’e itaat eden, Cenâb-ı Hakk’a itaat etmiş olur.
O, öyle bir yâr ki; merhameti, bütün kâinâtı kuşatmıştır. Sadece birlikte yaşadığı insanların değil; bütün canlıların üzerinde hakları olduğunu düşünüp buna riâyet etmiş, ümmetine de hep bu şekilde tavsiyede bulunmuştur. Meselâ Mekke fethine giderken yavrusunu emziren bir köpek gördüğünde sırf onu rahatsız etmemek için ordunun yolunu değiştirmesi, O’nun ne büyük bir Rahmet Peygamberi olduğunu gösteren misallerden biridir.
O, öyle bir yâr ki; en çok sevilmeye lâyık beşer… O’nun sevgisi, bu dünya ve içindekilere duyulan fânî muhabbetlerle kıyaslanamayacak kadar ulvî olmalı… “Anam babam Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah!” diyen sahâbe misali, Peygamber Efendimiz (sav)’e muhabbetle itaatin bu asırdaki temsilcileri olabilmeliyiz. Ancak o zaman hakikî müslümanlardan oluruz.
Kimseden fayda görülmeyen hesap gününde, şefaatini hak edebilmek için O’nu her şeyden ve herkesten çok sevmeliyiz.
İyi ki doğdun, iyi ki varsın, iyi ki yâr’sın yâ Rasûlâllah! Çok şükür ki, Cenâb-ı Hak bizleri ümmetin olmakla lûtuflandırdı.
Yorumlar