Bir fotoğrafa ne kadar bakılacaksa o kadar baktım ve ne kadar susulacaksa o kadar sustum. Bodrum’da kıyıya cesedi vuran 3 yaşındaki Aylan ve abisi Galip’ten bahsediyorum. İnsanın aklı nasıl kabul eder böylesi bir acıyı? Tutup da hangi mantıkla açıklar? Kelimelerle nasıl anlatılır?
Söylenecek hiçbir kelime yok. Her lisan kifayetsiz artık. Dünyadaki her harf anlamsız. Her teselli yorgun. Yüzlerimiz ifadesiz. Gönüllerimiz kırgın. Yazmaya koyuldum da, acıdan kalemim kırıldı; öfkeden mürekkebim bitti. Kelimelerle sınandım ve yine kelimelere sığındım. Ama susmak da kafi gelmedi. Elimden geldiğince, dilim döndüğünce yazdım.
Her Şeyi Başlatan Kabildi!
Dünyadaki bu kötülük, bu savaş, bu hırs ne zaman başladı diye sorarsan, Kabil’in nefretiyle başladı belki de her şey. İlk, Kabil’in nefreti ve hırsı körükledi. İnsanoğluna gözü dönmüşçesine insan öldürmeyi ilk Kabil öğretti. Dünya hırsına, menfaatine ve nefretine ilk yenik düşen de oydu. Kabil, Habil’i öldürmeseydi dünyadaki işler yine bu denli korkunç olur muydu bilinmez. Bildiğimiz tek şey kötülük, yeryüzüne Kabil ile geldi.
Bu dünyada yaşamak, çoğu zaman sarsıcı olabiliyor. Bir gülümseme, aniden yüzümüzde donup kalıyor mesela. İnsan çoğu zaman güldüğü için mahcup oluyor. Kıyıya vuran çocukların olduğu, insanların hunharca harcandığı ve ölüme yollandığı bir zamanda o kadar da içten gülünmüyor. Bazen sanki dünyadaki bütün acılar insanın kalbine kalbine vuruyor. Sıradan muhabbetlerin içinde, dost meclislerinde, bir iş yaparken, cezveye kahveyi koyarken her an ve her saniye görünmeyen bir hüzün insanı teslim alıyor. Bunca kötülük neden?
Bir çocuğun cesedi, ölü bir balık misali kıyıya vuruyorsa, biz bırakalım bu Hümanizm, insan hakları safsatasını. Ne hakkı? Kimin hakkı? İnsan hakları dediğin, aristokrat Avrupalılar ve Amerikalılar için uydurulmuş bir kisveden başka dünyanın diğer kısmı için ne gibi bir anlam ifade ediyor ki? Kabil olmaya hevesli bunca insan varken, Habil olana kim yaşama hakkı verir ki?
Yaşamak Uğruna Ölmek…
“Umarım ölürüz. Bu yaşanacak bir hayat değil. Herkes kapıları suratımıza çarptı, geleceğimiz yok.” diyor Suriye’den Kos Adasına zor bela ulaşabilen genç bir kadın. Haklıydı. Gelecekleri olmadığı gibi gidecekleri bir yer de kalmadı artık. Canhıraş, sadece yaşamaya çalışan bu insanlar, zalim bir savaşın mazlumları zaten. Fillerin tepinmelerinde ezilen çimenler onlar. Petrol fiyatları, doların yükselmesi değildi onların derdi. Onlar evlerinde huzurla yaşamayı seçen ama huzurları kaosa dönüştüğünde, orada yaşamayacaklarına ikna olduktan sonra yurtlarını terk etmek zorunda kalan insanlardı.
Kim ister ki? Kim vatanını, evini, yurdunu, akrabalarını, anılarını, hikayelerini ve geçmişini bırakıp hatta belki de tüm geçmişlerini silmek uğruna toprağını terk etmeyi kim ister ki? Dedem anlatırdı Selanik’ten nasıl geldiklerini. Neden geldiklerini. Katliamları. Gemide ölenleri, hastalananları. Şaşkınlıkla dinlerdim bu gerçek olamayacak kadar kötü olan masalımsı hikayeleri. Biraz daha büyüyünce anladım ki hiçbiri masal olamayacak kadar gerçekti.
Nereden bilsin ki Aylan ve Galip’in annesi, umutla çıktıkları bu yolculuğun, kendisini evladından edeceğini. Hangi çocuk ölmek için doğar ki? Aylan öldü. Galip öldü. Aylan ve Galip gibi niceleri öldü. 2015 yılının başından bu yana, vatanlarını terk ederken yollarda ölen mültecilerin sayısı 2.500. Rakamın korkunçluğuna bir bakın. Dile kolay belki ama 2.500 ölen insan. Dünya ülkeleri, BM, İnsan Hakları Örgütleri, vs. gözlerini yumup mutlu ülkelerinden bakarken dünyaya bu gerçeği de görmezden geliyorlardı. Aylan ve Galip, bu gerçeğin ta kendisiydi ve artık görmezden gelinecek gibi değildi. Bu iki kardeş, yaşamak uğruna ölenlerdendi.
Bir Kalbimiz Vardı Hatırlayalım mı?
Hayat öyle ki. Yaşamak uğruna, kıyıya vuruyor ölüm, küçücük çocukların, küçücük bedenleriyle hem de. Her gün yeni bir acıya uyanmak, işte dünya yorgunluğu bu olsa gerek. Kahır dolu bir sessizlik. Kahır dolu bir çığlık. İsyan bize yakışmaz da tevekküle sardığımız gözyaşlarımız, ağıtlarımız, biçareliğimiz hepsi hepsi hepsi tonlarca acı ediyor.
Bu dünyada yaşamak neden bu kadar zor diye sorma. Bazıları rahat döşeklerinde yatarken, kimisi daha üç yaşında hayat mücadelesinde işte. Sen akşam keyif çayını içerken, birileri acıdan kıvranıyor emin ol. Kimileri haksızlığa uğruyor. Askerlerimiz şehit düşüyor; ateşleri yüreğimize düşüyor. Dünyada acı bitmiyor. Yaşarken pervasız olma. Aklın, fikrin, gücün yerindeyken mazlumu yok sayma.
Yaşamak sadece yemek, içmek, eğlenmek değil. Yaşamak ciddi bir mesai. Yaşamak, farkında olmak her şeyin. Her acının, her kederin ve her mazlumun yanında olmak. Hayatta acınası olan, acıyı çekenler de değildir unutma. Asıl acınası olanlar; bunca kedere, haksızlığa, zulme seyirci kalanlar, dünyaya öylesine gelmiş gibi uzaktan bakanlardır.
Psikolojik Danışmanlık & Aile Danışmanlığı üzerine ayrıntılı bilgi almak için:
Telefon: 0 537 580 19 20
www.cozumpsikoloji.com
Yorumlar