Bu çocuk, Doğu Türkistan’da yaşıyor. Kim bilir, belki de artık yaşamıyor… O hem bir Uygur Türk’ü, hem bir Müslüman, en önemlisi de o bir insan… Yüzündeki çaresizliğe bakarsınız, acı çekiyor… Annesi tedirgin… Aslında Doğu Türkistan’da her anne tedirgin. Çünkü her saniye kendisinin, çocuklarının, eşinin sudan bir sebeple Çin askerleri tarafından türlü işkencelere maruz bırakılıp öldürülme ihtimali var.. Türlü işkenceler diyorum, çünkü Çinli askerlerin, Uygur Türklerine neler yaptığını yazmaya elim varmıyor. Ve bu anne, bu çocuk bizlerden yani kardeşlerinden yardım bekliyor..
Ne Doğu Türkistan’daki petrol yataklarını anlatacağım ne de Doğu Türkistan’ın stratejik konumundan bahsedeceğim. Zira hiçbirinin bir saman çöpü kadar bile değeri yok bu olanlar karşısında. Önemli olan tek bir şey var, Doğu Türkistan’daki kardeşlerimize yıllardır sistematik biçimde uygulanan soykırım! Çin’in uyguladığı bu asimilasyon politikası ile bugüne kadar 35 milyon Müslüman Uygurlu katledildi, vahşice ve insanlığa sığmayacak bir şekilde..
Doğu Türkistan’da Müslüman Bir Türk Olmak
Doğu Türkistan’da yaşıyorsanız eğer, Müslüman bir Türk olduğunuz anlaşılsın diye şapka takmak zorundasınız. Camiye giderseniz eğer maaşınız kesilir. Değil Kur’an-ı Kerim, Fatiha Suresi’ni dahi okumanız yasak. Ölürseniz de cenaze namazınız kılınamaz; çünkü Çin hükümeti tarafından bu da yasak.. Doğu Türkistan’da yaşıyorsanız eğer ölümünüze sadece sessiz gözyaşları eşlik eder. Ölünün arkasından hatimler indirip, dualar etmek de yasak. Ramazan yasak, oruç tutmak yasak, bayram yasak, düğün yapmak, tören yapmak, kandil kutlamak yasak, hepsi yasak.. Bir Uygur Türk’ü olmak demek, bu işkencelere 60 yıldır katlanmak anlamına geliyor. Bir Uygur Türk’ü olmak demek, hiçbir gerekçe gösterilmeksizin bir anda idam edilmek demektir. Doğu Türkistan’da yaşamak, bir gecede 10.000 Müslüman’ın, kız ya da erkek fark etmeden, evinden zorla alınıp, bir daha o kişilerden haber alınmaması demek. Doğu Türkistan’da yaşamak, dünyayla her türlü bağlantısı ( telefon, internet ) kesilmiş bir şekilde, acılarını kanıtlayabilecek tek bir fotoğrafa, bu acıyı duyuracak tek bir çığlığa sahip olmamak demek aslında… Doğu Türkistan’da yaşamak, bir seyahat pasaportuna dahi sahip olamamak demek… Her daim suçlu, köle ve itilmiş olmak demek.. Doğu Türkistan’da Türk olmak , Çin’in, “ kökünüzü kurutacağız ” tehditlerine boyun eğmek, bir soykırımı en canlı haliyle yaşamak, ötesi yok.. Doğu Türkistan’da yaşamak, ceset dolu sokakların arasında yürürken, insanlığın nasıl kaybolduğunu görmek aslında..
Acının Coğrafyaları
Doğu Türkistan, insanca yaşamanın sınırlarını zorluyor. Orada yaşananları işitmeye dayanabilecek bir kulak, görmeye katlanacak bir göz yoktur muhakkak. Orada insanlar, hem dinde hem de soyda kardeşlerimiz Uygurlar her gün ölmeye uyanıyor. Korkunç işkenceler yapılıyor. Evlerine, dükkânlarına, hatta kızlarına el konuluyor. Ve bu insanlar ya topraklarını terk etmeye zorlanıyorlar ya da haklı olarak bu zulümden kaçıyorlar. Bundan birkaç gün önce, Malezya’ya gitmeye çalışırken, Tayland’da yakalanan 220 kişi de tam da bu zulümden kaçıyorlardı.
Çin Zulmünden Kaçan 220 Uygur
Malezya’ya gitmeye çalışırken yakalanan 220 kişinin şimdi Çin’e iadesi söz konusu. Ve Çin’e gönderildikleri anda katledileceklerini onlar da, dünya da, herkes de biliyor. Çin hükümeti ısrarla o 220 kişinin Çin’e iadesini istiyor. Tayland’ın güneyinde yakalanan 220 Uygur Türk’ünün 78’i erkek, 60’ı kadın, 82’si ise çocuklardan oluşuyor. Şu an tüm bu insanlar Tayland’da gözaltında tutuluyor. Erkin Ezizi şu an Tayland’da ve bu 220 kişiyi Çin zulmünden korumak için Türk muhacirlere diplomatik anlamda da destek olmak için çalışıyor. UNHCR yetkilileri şimdilik durum değerlendirmesi yapılmadan bu 220 kişinin Çin’e iadesini engellemeye çalışıyor, tabi şimdilik…
Doğu Türkistan İçin Ne Yapabiliriz?
İnsan, bir acıya merhem olduğu ölçüde insandır. Doğu Türkistan’a samimiyetle yaklaşabilmek için, öncelikle insani melekelerimizin hala yerlerinde duruyor olması önemli… Acılarımızı yarıştırmıyor olmamız önemli. Bosna için, Gazze için, Mısır için, Kırım için kan ağlayan gözlerimiz Doğu Türkistan’ı da kucaklayacak kadar da büyüktür elbette. O yüzden ilk önce durumu fark etmek gerekiyor. Bizler burada huzurla yaşarken, dünyanın herhangi bir yerinde acı çeken insanlar olduğunu zaman zaman düşünmek gerekiyor. Bizler burada havadan dem vururken, Doğu Türkistan’da insanların sadece güvenle yaşayabilmek için, zor koşullarda neden topraklarını, yakınlarını arkalarında bırakıp gittiklerini anlamak gerekiyor.
Acıyı anlamak, empati kurmak yetmiyor bazen. Anlamanın da ötesinde bazen adım atmak gerekiyor. Belki kalkıp Doğu Türkistan’a gidemeyiz ama en azından o insanlara sosyal medya üzerinden destek olabiliriz. Doğu Türkistan’ın dünyayla kesilmiş olan bağlantısını, biz sağlayabiliriz. Doğu Türkistan Türklerinin sesi, soluğu, nefesi, takati, dermanı olabiliriz. Ellerinden tutup, gözlerine samimiyetle bakıp “ üzülme kardeşim ” diyebilecek kadar yakın olmasak da, en azından onlara yalnız, kimsesiz ve çaresiz olmadıklarını gösterebiliriz.
Topraklara zulüm getirenlerin yerine, biz o topraklara mutluluğu iade eden, gülümsemeyi ait oldukları yere, çocukların yüzüne yeniden yerleştiren insanlar olalım. Çin’in gayri insani muamelesine, insanları yerlerinden, yurtlarından, sevdiklerinden koparan bu zulme sessiz kalmayalım. Açalım kapılarımızı Uygurlara. Açalım gönlümüzü onlara. Uygurlu muhacir kardeşlerimize ensar olalım…
“Kardeşinin elini sakın bırakma” Bir annenin çocukları için duyduğu hassasiyetin göstergesidir bu cümle. İşte şimdi tam da böylesi bir zamanda, kardeşinin elini sakın bırakma güzel ülkem..
Selam ve dua ile…
Yorumlar