Çocukluğa dair her şey sanki küçük olmalıymış gibi bir his vuku bulur içimde … O yüzden çocukluğun o en esrik hallerinde , gözlerimin önünde , tıpkı çocuklar gibi umarsızca koşan midilliler var . Onlar büyümediler hiç , büyümeyeceklerde …
Her hikaye aynı mıdır bilinmez ama insanların kendi bireysel tarihlerinde hatırladıkları en güzel , en mutlu anılar daha ziyade çocukluk dönemlerine aittir … En güzel saklambaç çocukken oynadığımızdır mesela . En sevdiğimiz elbise hep çocukken şu bayramlarda giydiğimiz elbiselerimizdir . Şu an bile en sevdiğimiz arabanın rengi , ucundan kıyısından çocukluğumuza dokunur … Barış Manço bile çocukluk anılarımızın arasında bulur yerini , en güzel haliyle . Adam Olacak Çocuk’la büyüyen bizler şimdi düşünüyoruz büyümese miydik sanki diye …
Büyüdükçe , dertlerin katmer katmer kalbimizde açacağı gedikleri hangimiz tahmin edebilirdi ki ? Küçükken yirmili yaşlarında bir insan gördüğümde , o yirmili yaşlar bana o kadar uzak gelirdi ki ve o henüz daha yirmisindeki genç insan bana koca bir çınar gibi gelirdi . Oysaki şimdi geçen zamanın içinde tüketirken yaşlarımızı , olan bitenin ne kadar farkındayız ki ? Zaman alıp başını gittikçe uzaklara mutluluklar , kimi zaman da kederler yazılıyor ömrümüzün kara tahtasına …
Küçük bir Midilli’dir içimizdeki çocuk … Dört nala , neşeyle , sevgiyle , yeleleri uçuşarak koşan mutlu bir Midilli … Lakin büyüdükçe ya susar o Midilli , ya da an gelir küser bize … Yara almak , yaralanmak çocukluğa ait kavramlar değildir ! Çocukken , yere düşünce aldığımız yaralar , kanayan yerlerimiz yetişkinliğin acılarına hiç benzemez nedense … Yaralıdır büyükler , yaralayıcıdır hayat … Yaralı bir aslan , kainatın henüz rastlamadığı kadar zalim , namına erişilemeyecek kadar vahşi olabilir ! Tozu dumana katar , ve o dumanda onu yaralayan herkesi ve her şeyi peşinden sürükleyebilir … Ama yapmaz çoğu zaman insan . Onun yerine sabretmeyi , tevekkülü , teslimiyeti öğrenir … Yaralar , bazen çocukluktan bile eskidir …
Çocukluk güzeldir , hayatımızın en içten zamanlarıdır ! Çocukken ki ağlamalar sesli ve biraz da yaygaracıdır , fakat büyüdüğünde yaygarasız , sessiz ve sakin bir yağmur gibi ağlarsın ! Ey biçare gözler , tutsan da yaşları kirpiklerinde , içine akıtsan da gözyaşlarını , artık suskunluğun yeter acılarına kanıt … Viran olmuş surlarının gedikleri , gözyaşlarınla kapanır mı sandın a gönül ? Öfken , hiddetin , kasırgan panzehir olur mu zannedersin canının yangınına … Okyanusları içsen de susuzluğun diner mi ? Kalkar mı hayatının üzerindeki sis ve kalbindeki bulutumsu his … Şimdi , omuzlarının üzerindeki bu baş bile sana ağır değil mi ? Lokmaların boğazında düğüm , içtiğin su bile geçmez sanki … Güldüğünde sakladığın yas gibi , gece koyu , gece sır , gece matemdir senin için , öyle değil mi ..?
En içten gülümsemeler de çocukluğun masumiyetine aittir şüphesiz ! Büyüdüğünde kimin gerçekten samimiyetle güldüğünü kestiremez insan … İçindeki surettir aslolan , insanların büyüdüklerinde içlerindeki mağaraya kaçmalarının sebebi budur işte … Dost düşman , düşman dosttur . Maskelerin ardındaki yüzü görürsün zamanla … Güvenin kırılır , güvenin tazelenir , insanların suretlerinde gidip gelir gözlerin , ta ki maskelerinin ardındaki gerçeği bulana dek ..! Kimi zaman , bahar gelse de çorak topraklara ne fayda , bazen buz keser kalbin yazın en sıcağında … Lirik şarkılar , köhne şiirler anlatamaz gördüklerini … Büyümek , kocaman bir mesaidir işte !
Bir fotoğraf var elimde , siyah-beyaz bir fotoğraf … Dişleri henüz çıkmış , kahve gözleri kocaman ve yüzünde de kocaman bir gülümseme … Büyümüş her insanın böyle bir fotoğrafı olmalı diye düşünüyorum ! Ve aslında büyüklerin de hepsi bir zamanlar çocuktu , hayat insanları henüz daha törpülemeden hemen önce … Henüz daha vizelerle , finallerle , insanların kaprisiyle , işin stresiyle , üç kuruşluk hesaplarla tanışmadan hemen önce … Yorgunluk çalışmaktan mı gelir sence , değil azizim değil … İçimizde devrilen ağaçların yorgunluğu bu … Gölgesinde serinleyeceğimiz muhabbetler yok artık … Dost yüzler dipsiz kuyularda … Bundandır bu yorgunluk , bu hüzün , bunca ızdırap … Büyümek , yaşam içinde tutunduğumuz her şeyin yanıp , kül olma ihtimalini de getirir . Bu güvensizlik ki sadece yetişkinliğe özgü bir endişedir . Yanar , biter , kül olur yaşam … Ateş , duman , kül bu mudur kısa özeti her şeyin … Çok da pesimist olmaya gerek yok belki ama kimbilir , belki de budur …
Eğer küçükken okuduğum kitaplar doğruysa bir yerlerde dürüst insanlar olmalı ! İyi olan herkes bir ata binip gitmiş olamaz öyle değil mi ? Bir yerlerde kırılan kanatlarına tutkal olacak insanlar olmalı ! Bir yerlerde olmalı bir şeyler … Ya da bir kıvılcımla yanmalı Roma , Babil’in asma bahçeleri yıkılmalı , Kudüs kalbim kadar yakınımda …
Çocukluğun o en güvenli zamanlarına dönme isteği , zor zamanların sığınağı gibi addedilir psikoloji biliminde . İnsan her zaman güvende olduğunu bilmek ister sonuçta ! Ailemize , sevdiklerimize , işimize ve en nihayetinde hayata güven duymak yaşamın güdüleyici gücüdür ! Abraham Maslow da güvenmenin , sevmenin , ait olmanın yeme-içme gibi temel ihtiyaçlardan biri olduğunu söyleyerek düşüncelerimizin doğruluğunu pekiştiriyor ! Çocukluğun o mutlu hallerini , yetişkinlikte de istikrarlı bir şekilde sürdürmek , yetişkin insanların mutluluk sebebi !
Büyümek , melankolik bir durum değil elbette ancak şu da bir gerçek ki , büyüdükçe , arkamızda koskoca bir çocukluk bırakıyoruz . Ve şunu biliyoruz ki , bir daha hiçbir zaman dünya o kadar toz pembe olmayacak … Çocukluk , gençliğin mazisidir belki de ..!
Yaradan’dan temenni ediyorum ki , ömrümüzün her anında , çocukluğumuzun o saf ve mutlak mutluluklarını bugüne taşıyabilecek gücü kendimizde bulabilelim ! İçimizdeki Midilli , kalbimizdeki o küçük çocuk sen hiç büyüme olur mu ..? Biz büyüsek de sen büyüme …
Selam ve dua ile …
Yorumlar