Diyanet İşleri Başkanlığının 20 yılı aşkın süredir kutladığı ‘Kutlu Doğum Haftası’ dün gece özel bir programla başladı. Ankara Arena Spor Salonunda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül‘ün de katılımıyla resmi açılış töreni yapılan hafta, yurt içinde ve yurt dışında çeşitli etkinliklerle kutlanacak.
Kur’an tilaveti ve Salavat-ı şerifler ile başlayan gecenin açış konuşmasını yapan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, dinin, bu milletin en önemli ortak bir değeri olduğunu kaydederek, “Bu millet, İslâm’ı kendine din olarak seçtikten sonra beşer olarak kendine rehber ve önderlikte değişmez yegâne örnek olarak sadece ve sadece Hz. Peygamberi kabul etmiş ve O’na olan ihtiram ve saygısını kendi üslubunca bu topraklarda yaşata gelmiştir. Çocuklara verilen isimlerde en çok O’nun ismi vardır. Birçok tören ve merasimler O’na salat ve selam getirilerek yapıla gelmiştir. Bu vatanı savunan kahramanların adı onun ismiyle anılır. O’nun hayatı her anne babanın dillerinin döndüğü kadarıyla çocuklarına öğrettikleri ilk bilgidir. Onlar bu hayatı bir ahlak ve örneklik olsun diye öğretirler” ifadelerini kullandı.
Mevlit Kandilinin yüz yıllardır her sene Kur’an tilavetleriyle, kasidelerle, mevlitlerle ve ilahilerle ihya edildiğini, Hz. Peygamberin doğduğu günün bu millet için her sıkıntıdan çıkarken milletin yeniden doğuşunu temsil ettiğini belirten Başkan Görmez’in konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle;
“Milli mücadele sonucunda açılan meclisimiz Kutlu Doğum Haftasının ilk Cumasına denk getirilmiştir…”
Milli mücadelenin sonucunda açılan meclisimiz, miladi olarak Kutlu Doğum Haftasının ilk cumasına denk getirilerek bütün yurt sathında indirilen hatimlerle, okunan Buhari-i şeriflerle, icra edilen mevlid-i şeriflerle bir Cuma namazından sonra açılmıştır.
Ayrıca o yıllarda çıkarılan kanunla veladet-i Nebi ile hâkimiyet-i milliye bir kabul edilerek aynı kanunla bayram olarak ilan edilmiştir. Söz konusu kanun maddesi Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumetinin resmi gazetesinde aynen şöyle yer almıştır:
“12 Rebiülevvel Gecesiyle Gününün Milli Bayram Addine Dair Kanun”
Madde 1- Leyle-i velâdet-i Hz. Risâlet Penahi’ye müsadif olup Türkiye’de saltanat-ı şahsiyyenin ilgasıyla hukuk-i saltanatın uhde-i millette istikrarını ve hâkimiyet-i milliyenin tesisini suret-i katiyede tespit eyleyen kararın Türkiye Büyük Millet Meclisince kabul eylediği 12 Rebiülevvel gecesi ile günü Hâkimiyet-i Milliye Bayramı addolunmuştur.
Madde 2- İşbu kanun tarih-i kabulünden muteberdir.
Madde 3- İşbu kanunun icrasına Türkiye Büyük Millet Meclisi memurdur. (Tarih: 13 Rebiülevvel 1332 ve 24 Teşrin-i evvel 1339)
“Biz bu haftayı Hz. Peygamberi anmanın yanında onu anlama, onun ahlakını öğrenme ve rehberliğini kavrama için bir vesile olarak görmekteyiz…”
Çeyrek asrı geçen bir süredir anma ve anlama programıyla idrak ettiğimiz Kutlu Doğum Haftası bütün yurt sathında, köylerden büyük kentlere kadar, yurtdışındaki vatandaşlarımızın olduğu yerlerde ve gönül coğrafyamızda her yerde, her kuruluşça binlerce etkinlik çerçevesinde ihya edilmektedir. Bu hafta, milletimizin ve gönül coğrafyamızın adeta ortak bir haftası şeklinde bir bilinç oluşturarak bir bilgi, iman ve kültür atmosferine dönüşmüştür.
Biz bu haftayı Hz. Peygamberi geleneksel mevlid kandilindeki anmanın yanında onu anlama, onun ahlakını öğrenme ve rehberliğini kavrama için bir vesile olarak görmekteyiz.
Her yıl bu hafta içerisinde bir üst başlık gündeme alınarak Sevgili Peygamberimiz o başlık etrafında anlaşılmaya çalışılmaktadır. Sevgili Peygamberimizin mesajı bu yıl “Hz. Peygamber, Din ve Samimiyet” üst başlığıyla ele alınacaktır.
Neden samimiyet…?
“Bugün ihlas ve samimiyetin ne olduğunu unuttuğumuz, yapaylığın ve gösterişin egemen olduğu bir dünyada yaşıyoruz…”
Zira bugün ihlas ve samimiyetin ne olduğunu unuttuğumuz, yapaylığın ve gösterişin egemen olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bugün belki de uygarlığımızın en büyük günahı küresel ölçekte içtenlik ve samimiyeti kaybetmesi, sahicilik ve tabiilik yerine suni, yapmacık ve gösterişçiliği ikame etmesidir. Zira bugün, insan fıtratını, tabiat doğallığını kaybetmeye başlamıştır. Toplumlar yalnız kalabalıklara dönüşmüştür. İnsanlar kalabalıklar içinde yaşadığı halde yalnızlaşmış, toplum içinde yaşadığı halde bireyselleşmiştir.
“Hayatımıza egemen olan yapaylığımızı, dinimize de bulaştırdık…”
Büyük bir üzüntü ile ifade etmek isterim ki hayatımıza egemen olan yapaylığımızı, dinimize de bulaştırdık. Dinimize dünyalıkları yamadık. Dindarlık algılarımızı ve ölçülerimizi yapay hale getirdik. Din dilinin gönülden uzak, yapay bir hâle gelmesine hepimiz göz yumduk. Hakikatin tercümanı, saf dili olmamız beklenirken, ne yazık ki, hakikatin temsilcisi olmak üzerinden kendimize ayrıcalıklar devşirmeye kalkıştık.
“Söz düştü, imaj yükseldi, sözü kurtarmak, aynı zamanda insanlığı kurtarmaktır…”
Üzülerek belirtmek isterim ki bugün dindarlıklarımızın içtenliği azaldı. Yüzeysellik ve görsellik yüceldi. Söz düştü, imaj yükseldi. İmajları sığınak haline getirdiğimiz bir dünyada en önemli konu, sözü kurtarmaktır. Kurtarılacak sözün başında da Allah’ın kelamı, Hz. Peygamberin sözü gelmektedir. Çünkü sözü kurtarmak, aynı zamanda insanlığı kurtarmaktır.
Şimdi hep birlikte kurtarmak zorunda olduğumuz büyük söze, Sevgili Peygamberimizin dini tarif eden bir hadisine bir kere daha kulak verelim. Hıristiyan bir din bilgini iken hicretin dokuzuncu senesinde Medine’ye gelerek İslam’la şereflenen Temîmu’d-Dârî’nin rivayet ettiğine göre bir gün Allah Rasulü (sas), ashabına hitap ederken, üç kez tekrar ederek şöyle seslenmiştir: Din samimi olmaktır. Din samimi olmaktır. Din samimi olmaktır. Sahabeden bazıları, “Din kime karşı samimi olmaktır ya Rasulallah?” diye sorarlar.
Sevgili Peygamberimiz de, “Allah’a karşı, Kitabına karşı, Peygamberine karşı, bütün Müslümanlara karşı, hatta bütün insanlara karşı samimi olmaktır.” diye cevap verir.
Sahabeden Cerir b. Abdullah şöyle demiştir: Medine’ye hicretten önce Akabe’de Rasulullah’a vardım ve ‘Sana İslâm üzere biat etmeye geldim, ey Allah’ın Rasulü’ dedim. O da benim ellerimi şefkatle tuttu ve her Müslümana karşı samimi olacağıma, hiç kimseyi aldatmayacağıma, hiçbir mümine karşı kalbimde kin, öfke ve nefret bulundurmayacağıma dair benden söz aldı.
Ebu Umâme’den gelen bir başka rivayete göre kudsi bir hadiste Resul-i Ekrem şöyle buyurmuştur: “Allah buyuruyor ki; ‘Kulumun kendisiyle bana ibadet ettiği en sevimli şey, bana karşı ihlaslı ve samimi olmasıdır.’” Ebu Hureyre’nin rivayetine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “En hayırlı kazanç, kişinin kimseyi aldatmadan, ihlas ve samimiyeti elden bırakmadan elinin emeği ile elde ettiği kazançtır.” Son olarak Buhari’nin rivayetine göre Basra Valisi Ubeydullah b. Ziyâd sahabeden Makil b. Yesar’ı hasta yatağında ziyaret etmiş; Makil ona Sevgili Peygamberimizin şu sözünü hatırlatmıştır: “Allah, bir kulunu bir toplumun başına getirir de o da halkını aldatarak ölürse Allah, cenneti ona haram kılar.”
“Sevgili Peygamberimiz, fıtrat dinine uygun, imana, ihlasa, samimiyete ve ihsana dayalı, bütün insanlığa örneklik teşkil eden bir toplum inşa etmiştir…”
Bu hadisler gösteriyor ki samimiyet, bütün bir yapıyı, samimi niyetle, ilahi rızaya uygun hareket edildiği takdirde, müspet yönde etkiler. Bunun örneğini Peygamberimiz, kız çocuklarının diri diri gömüldüğü, emeğin istismar edildiği, tefeciliğin toplumu felç ettiği, her kabilenin birbiriyle çatışma halinde olduğu, kutsalın istismar aracı haline getirildiği, topyekûn cehaletin hâkim olduğu bir ortamda hayata geçirmiştir. Sevgili Peygamberimiz, fıtrat dinine uygun, imana, ihlasa, samimiyete ve ihsana dayalı, bütün insanlığa örneklik teşkil eden bir toplum inşa etmiştir. Böylelikle Medine, saadet asrının merkez şehri olmuştur.
Dinden Medine; Medine’den de büyük bir medeniyet ortaya çıkmıştır.
Bu medeniyet, samimiyet medeniyetidir. İhlasın, fedakârlığın, kardeşliğin ve ihsanın medeniyetidir. Bu medeniyet, kardeşi aç iken tok yatanı kendinden saymaz. Bu medeniyette nifak, ikiyüzlülük ve riya hoş görülmez. Bu medeniyetin mensubu ne aldatan olur ne aldatılan. Bu medeniyette maddiyat ve mülkiyet insana bir statü getirmez. Herkes tarağın dişleri gibi Rabbimizin karşısında bir ve eşittir. Kimse kendisini başka türlü göstererek bir konum elde edemeyeceği için bu medeniyette yapay roller, sahte ilişkiler asla prim yapmaz. Bu medeniyetin özü samimiyettir, ihlastır, vicdandır, ihsandır. Bu medeniyet, ahlaki ilkelerini Kur’an-ı Kerim’den alır. Bu kitap ölçüde ve tartıda hile yaptırmaz. Bu kitap, yapamayacağınız şeyleri vaat ederek insanların umutlandırılmasını ve kandırılmasını günah olarak tarif eder. Bu medeniyette samimiyetten uzaklaşılmaz. Kişi fıtratından yabancılaşıp riya ve gösteriş yapmaz.
Zira bu medeniyetin öğretisi müminleri kendi aralarında alçakgönüllü olarak tarif eder. Müminler birbirlerine hakkı tavsiye ederler ve hayırda yarışırlar. Onların rekabeti ancak hayırda yarışmaktır. Bu medeniyette hırs, tutku ve tamahkârlık bir meziyet değildir. Çaba ve gayret, ancak ve ancak iyilik ve hayır üzere olmalı, rıza-i Bari esas alınmalıdır.
“Her türlü çıkar ve kaygılar bir tarafa bırakılarak birlikte yaşamanın hukukunu ve kardeşlik ahlakını samimiyetle istemeli, bunu tesis etmek için çaba sarf etmeliyiz…”
İslâm dünyası zor bir süreçten geçmektedir. Dil, ırk, mezhep, meşrep, grup ve siyasal tercihlerle kamplara bölünmek ve çatışmaların derinleştirilmek istendiği, vahdetten, birlikten ve beraberlikten bahsetmenin bile anlamını yitirdiği bir dönemdeyiz. Her tarafta kan, gözyaşı ve umutsuzluk hâkim. Her türlü çıkar ve kaygılar bir tarafa bırakılarak birlikte yaşamanın hukukunu ve kardeşlik ahlakını her mümin vicdan samimiyetle istemeli, bunu tesis etmek için çaba sarf etmelidir.
“Kur’an, bize ancak inananlar kardeştir diyor; bizler ise başkalarının ürettiği silahlarla kardeşlerimizi öldürüyoruz…”
İslam dünyasında yaşananlar çocuklarımıza ve gelecek nesillerimize umut vermiyor. Bu halimize bakanlar İslam’ın barış dini olduğu konusunda tereddütler yaşıyor.
Kur’an, bize ancak inananlar kardeştir diyor; bizler ise başkalarının ürettiği silahlarla kardeşlerimizi öldürüyoruz. Kur’an, bize Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, tefrikaya düşmeyin diyor; bizler ise elimize aldığımız iplerle boğacak insan bulmak için suni tefrikalar var ediyoruz.
“Sevgili Peygamberimiz, kardeşlerin bireysel günahlarını örtmeden bahsediyor; bizler ise hanelere tecavüz ediyor, tecessüs ediyor ve hiçbir ahlâkî kural tanımıyoruz…”
Sevgili Peygamberimiz, bizlerden, iman edenlerden emin beldeler oluşturarak herkesin eman içerisinde yaşamasını sağlamayı istiyor; bizler ise İslâm beldelerinde bombalar altında yaşıyor, camilerimizde insanların öldürülmesine seyirci kalıyoruz.
Sevgili Peygamberimiz, kardeşlerin bireysel günahlarını örtmeden bahsediyor; bizler ise hanelere tecavüz ediyor, tecessüs ediyor ve hiçbir ahlâkî kural tanımıyoruz.
Sevgili Peygamberimiz, bizden yardımlaşmayı, dayanışmayı, rızkımızdan infak etmemizi istiyor; bizler ise kardeşlerimiz açlıkla, yoklukla pençeleşirken mal ve servet biriktirerek güç elde ediyoruz.
“Kur’an, bizden, akletmemizi, istiyor; bizler ise başkasının bilgisiyle yetinerek, akıllarımızı kiraya verip nice insanın bu yolla istismarına seyirci kalıyoruz…”
Kur’an, bizden, akletmemizi, bilgiyi ve hikmeti elde etmemizi istiyor; bizler ise başkasının bilgisiyle yetinerek, akıllarımızı kiraya verip nice insanın bu yolla istismarına seyirci kalıyoruz.
Kur’an, emaneti ehillere verin diyor; bizler ise ehliyete ve liyakata bakmaksızın mensubiyet duygularıyla adam kayırıyor, nüfuz kullanıyor, birçok kimsenin hakkına ve hukukuna tecavüz ediyoruz.
“İslâm, bütün çaba ve gayretlerimizde ilahi rızayı gözetmemizi istiyor; bizler ise güç tutkusuyla, kendi menfaatini ümmetin menfaatine tercih ederek bir hizmet anlayışını esas alıyoruz…”
İslâm, her şeyden önce iman eksenli ahlaki kaygılara dayalı bir toplum inşa etmeyi hedefliyor; bizler ise her türlü ahlaki ilkeleri bir tarafa bırakarak, her yol meşru ve mubah mantığıyla toplumsal inşa davasına soyunuyoruz. İslâm, bütün çaba ve gayretlerimizde ilahi rızayı gözetmemizi istiyor; bizler ise güç tutkusuyla, çıkara dayalı maslahat prensibiyle ve kendi menfaatini toplumun ve ümmetin menfaatine tercih ederek bir hizmet anlayışını esas alıyoruz.
“Samimiyet başkalarının takdirini almak ya da dünyalık bir çıkar elde etmek için yapılan rol ve çabalarla değil, sadece ve sadece Rabbimizin rızasını kazanmakla yaşanabilir…”
İslâm sadece bir takım ritüellerin ifasıyla yerine getirilen bir din değildir. Elbette İslâm’ın din olmaktan kaynaklı ritüelleri vardır. Ancak İslâm’ın ritüelleri, yetimin hakkının gözetilmeden kılınan namaz değil, her türlü kötülüklerden bizi alıkoyan namazdır. Zekâtla, yardımlaşmayla, dayanışmayla ve infakla beraber zikredilen namazdır. İslam’ın ritülleri hayatın bütün vechelerine anlam veren hactaki menasikler gibi gündelik hayatta karşılığı olan ve bize yol gösteren ritüellerdir. İslam ahlaktan bağımsız ele alınamaz. İslam özünde ihsana, hüsne, güzel olana ermektir. Bu da her türlü riyadan, yalandan, gösterişten, kibirden, ihanetten, vefasızlıktan, ikiyüzlülükten, bencillikten, güç tutkusundan ve tahakkümden nefislerimizi arındırarak fazilete ve kemale ermektir. Din ihlas, sadakat ve temiz bir niyetle bu samimiyete erme çabasıdır. Dindarlığımızı bu anlamıyla gözden geçirerek, benliğimizi bu anlamıyla dine uygun hale getirmeliyiz. Samimiyet başkalarının takdirini almak ya da dünyalık bir çıkar elde etmek için yapılan rol ve çabalar değildir. Gerçekten samimiyet sadece ve sadece Rabbimizin rızasını kazanmakla yaşanabilir. Dinde ölçü samimiyet ve halis niyettir. Bu da bizimle Rabbimiz arasındaki akit ve ahiddir. Ahdimize uygun olarak kulluğumuzu idrak eder mükellefiyet ve mesuliyetimizin bilincine erersek Rabbimizin rızasını kazanmış oluruz. Tüm çabamız Rabbimizin rızasını kazanmak olmalıdır.
“Gelin bugün yeniden Efendimizin sevgisinin etrafında kenetlenelim…”
Gelin bugün, yeniden kenetlenip Ensar ve Muhacir kardeşliğini ve dostluğunu yaşatalım. Sevgili Peygamberimizin veda hutbesinde bizi şefkatle kavuşturan o sözlerini yeniden hayata geçirelim. Bizi bölecek her türlü duygudan, her türlü ihtirastan yüz çevirecek bir hakikat aydınlanmasıyla kendimize, secdemize, evimize ve kardeşliğimize dönelim.
Biz, yokluğunun derin yoksulluğunu yaşadığımız Peygamber Efendimizin doğumunun 1443. yılında onu anlayarak analım. Kalbimizi samimiyetle yeniden ona ısındıralım. Dağılmış olan gönül dünyamızı onun birleştirici yoluna çevirmeyi kendimize şiar edinelim. Onun yolunda kardeşçe, dostça, dürüstçe yürümeye devam edelim. Sizler, Sevgili Peygamberimizin (sas) gönlünden hiç eksik olmadınız. O, sizlerden hep “kardeşlerim” diye söz etti. Rabbimden niyazım odur ki, sizlerin gönlünden de Peygamberimiz (sas) hiçbir zaman eksik olmasın.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül…
“Bu etkinlikler, Peygamberimizin örnek hayatının ve aydınlatıcı rehberliğinin doğru bir şekilde anlaşılmasına çok anlamlı katkılarda bulunacaktır…”
Bu etkinlikler, toplumumuzda, Peygamberimizin yüce kişiliğinin, örnek hayatının ve aydınlatıcı rehberliğinin doğru bir şekilde anlaşılmasına; onun öncülüğünü yaptığı ve hepimize tavsiye ettiği huzur ve sevgi ikliminin oluşmasına çok anlamlı katkılarda bulunacaktır. Ayrıca, her yıl düzenlenen ve artık geleneksel hale gelmiş bulunan Kutlu Doğum Haftası etkinliklerinin olgun, kapsayıcı ve aydınlatıcı bir ortamda cereyan etmesini sağladığı için Diyanet İşleri Başkanlığımızı ve emeği geçen bütün mensuplarını tebrik ediyor ve takdirlerimi bildiriyorum. İnanıyorum ki bu etkinlikler, toplumumuzda, Peygamberimizin yüce kişiliğinin, örnek hayatının ve aydınlatıcı rehberliğinin doğru bir şekilde anlaşılmasına; onun öncülüğünü yaptığı ve hepimize tavsiye ettiği huzur ve sevgi ikliminin oluşmasına çok anlamlı katkılarda bulunacaktır.
“Hz. Peygamberin mesajı bugün de, gelecekte de dünyamızı aydınlatmaya devam edecektir…”
Peygamberlerin hepsi aynı ilahi mesajı tebliğ etmişlerdir. Bu inanç, dinimizin kuşatıcılığının ve evrenselliğinin en önemli dayanağıdır. Onun, Allah’ın lütfu ve inayetiyle insanlığa tebliğ ettiği ilk mesajından itibaren geçen 23 yıllık peygamberlik dönemi, tüm zamanlara ışık tutan ve rehberlik yapan hakikatler ile doludur. O, sadece içinden çıktığı toplumun insanlarına ilettiği ve bugün bizler için de geçerli bulunan mesajlarıyla değil, aynı zamanda örnek kişiliği ve hakikate şahitlik yapan hayatıyla da, her zaman olduğu gibi bugün de, gelecekte de dünyamızı aydınlatmaya devam edecektir. Onun gerek bir insan olarak sahip olduğu hasletlerin, gerekse peygamber sıfatıyla yaşadığı hayatın temel özelliklerinden sadece bir kaçına burada değinmemiz, bu devam eden rehberliğin yol gösterici niteliğini bize yeniden hatırlatacaktır. Onun ‘beşer’ kimliğinden dolayı, ilahi mesajlar, insanların aklına, düşünme ve muhakeme etme melekelerine seslenmekte ve özlerindeki temiz fıtratı harekete geçirmektedir. Allah’ın, mesajlarını, ‘düşünen’, ‘tefekkür eden’ bir topluma indirdiğini buyurması da, aklın ve düşünmenin İslam dininin tebliği ve medeniyetinin gelişmesinde oynadığı temel fonksiyonu ortaya koymaktadır.
“Veda hutbesindeki uyarıların geçerliliğini sürdürmesi, Peygamberimizin tavsiye ve uyarılarının tarih üstü evrensel değerini bir kez daha ortaya koymaktadır…”
Bütün bir İslam dünyası ve Müslümanlar olarak onlarla ne kadar uyum içinde olduğumuzu sorgulamalıyız. Veda Hutbesi’ni, bugünün kavramlarıyla ifade edersek, ırk ayrımcılığına, cinsiyet eşitsizliğine ve ekonomik sömürüye karşı güçlü uyarı ve tembihlerle doludur. Bu uyarıların bugün sadece İslam ülkeleri için değil, modern gelişmiş toplumlar için de hâlâ geçerliliğini sürdürmesi, Peygamberimizin tavsiye ve uyarılarının tarih üstü evrensel değerini bir kez daha ortaya koymaktadır. Hepimizin bildiği bu gerçekleri yeniden hatırlatmamız, İslam dünyası olarak son birkaç yüzyıldır içinde bulunduğumuz durumu ve bugün şahit olduğumuz, pek de parlak olmayan sosyo-ekonomik ve siyasi tablonun sebeplerini doğru anlamamızı sağlamak içindir.
“Bu yıl ki, Kutlu Doğum temasını çok anlamlı buluyorum…”
Bu vesileyle şu hususu yeniden ifade etmek isterim: İçtenlikli bir şekilde kendimizden başlayarak çevremize bakmalıyız. İyi niyetli ve istikrarlı çabalarla gidişatımızı gözden geçirmeliyiz. Bu topraklarda her inanç grubunun, her aidiyet ve mensubiyet çizgisinin huzur ve bekasını garanti altına almalı ve bu konuda vicdani ve ahlâkî açıdan sorumluluk duymalıyız. Bugün Hz. Peygamberi sevmenin, ona tabi olmanın her şeyden önce derin bir samimiyet gerektirdiğini düşünüyorum. Bin yılı aşkın Müslümanlık tarihimizin ortak özelliği dinde samimiyettir. İnsan, ilişkilerini Allah’la nasıl kuruyorsa çevresindekilerle de öyle kurmak zorundadır. Kabul etmek gerekir ki günümüzde herkes gibi bizler de ağır samimiyet sınavlarından geçmekteyiz. Allah ve Peygamber ile olan ilişkilerimizin özü samimiyet üzerine bina edilmiştir. Peki, diğer insanlarla, kendimizle, doğayla ve cümle mevcudatla kuracağımız ilişkinin dinî ve ahlâkî temeli ne olacaktır? Bu vesileyle bu konunun üzerinde hep birlikte yeniden düşünmeli ve her birimiz kendimizi gözden geçirmeliyiz.
“Samimiyet sağlıklı bir toplum olmanın en önemli şartıdır…”
Kaynak: diyanet.gov.tr
Birbirimize karşı samimi olmamızın, özümüzle sözümüzün, içimizle dışımızın bir olmasının her şeyden önce sağlıklı bir toplum olmanın en temel şartı olduğunu vurgulamak isterim. Kutlu Doğum Haftamızın Peygamber Efendimizin mesajlarının doğru bir şekilde anlaşılıp kavranması, hemen her boyutuyla içselleştirilmesi konusunda bizlere yeni kapılar açmasını temenni ediyorum.
Program gül takdimi ile sona erdi.
Yorumlar