Bir gazetenin ekinde dünyanın en çok ‘arzulanan’ ayakkabılarını tasarlayan tasarımcılarla ‘Türkiye, Türk kadını, kadın olmak’ gibi temel konularda konuşup hazırlanmış bir yazı okudum. Ülkemizde, Carrie Bradshaw’ın ayakkabılarına duyduğu dillere destan aşkıyla tanınan Manolo Blahnik’e, kadınları bir çift kırmızı taban görünce nerdeyse bakkalda şeker diye tutturan çocuklara çeviren Christian Louboutin’e ve başka birkaç kişiye daha sorulmuş bu sorular.
Türk kadınını nasıl buluyorsunuz?
Bu soruya Christian Louboutin’in verdiği cevap biraz… biraz düşündürücü aslında. Şöyle ki Avrupa kadınının artık bir cazibesi kalmadığını, Avrupa’lı kadınların ‘erkeksi’leştiğini söylemiş ve buna karşın Asya’lı kadınların daha alımlı daha dişi olduklarını eklemiş.
Burada benim ilk dikkatimi çeken, dikkatimi nefretle çeken ‘artık şu bölge kadının modası geçti’ tavrı; kadınların sezonluk bir çantadan, ayakkabıdan daha farklı olmadığı algısı – ki o ne çarpık bir algıdır.- Diğeri ise bu erkeksileşme mevzusu. Avrupalı kadın neden erkeksileşmiş, kadınlığını, ‘anaçlığını’ kaybetmiş olarak görülüyor? Çünkü Avrupa’da kadınların çok büyük çoğunluğu çalışıyor, çünkü erkeklerle aynı şartlar altında çalışırken illaki iş yaşamının şartlarına doğru bir değişim göstermeleri gerekiyor. Aynı şartlar altında aynı performans beklentisiyle çalışıp bunu ‘dişi dişi’ yapmanın mümkünlüğünden ne kadar bahsedebiliriz ki? Sabah aceleyle evden çıkıp akşam metroda yarı uyuyarak eve dönen kadınlardan nasıl bir hanım hanımcıklık nasıl bir her daim ‘prenses süreyya’ olması bekleniyor anlayamıyorum.
Bunları Avrupalı kadın kardeşlerimin derdiyle dertlendiğim için onlara yapılmış eleştiriyi kendime yapılmış saydığım için söylemiyorum. Bunları tıpkı geçen yazımda bahsettiğim İslam hakkında bir şey bilmiyorum diyip sonra ‘bazı kapalılar var onlar da kapalı mı’ diye hüküm buyurmakta sakınca görmeyen samimiyetsiz tavra benzettiğim için söylüyorum.
Bir yandan ‘kendi ayakları üzerinde duran’ kadınlar övülüp bunun gelişmişlik olduğu söylenirken diğer yandan kendi ayakları üzerinde duran kadınlar yeteri kadar ‘kadın’ olamamakla suçlanıyor. Hem eşit şartlar altında çalışılsın müşterekliğimiz yürüsün hem köpek balıklarıyla yüzmeye benzettikleri iş yaşamında ayakta kalsın hem de kadınlığın getirdiği tüm özelliklere sahip olsun hepsi canlı kalsın. Sizce de biraz ütopik değil mi?
İşin garibi buna benzer lafları yeni yeni tesettürlü kızların okuması ve çalışmasıyla ilgili olarak dindar çevrelerden de duyuyorum; tesettürlü kızlar erkekleşiyor! Hadi canım, sahiden mi?
Mağazaya girince ‘nasıl yardımcı olabilirim?’ diyen satış görevlileri gibi gördüğüm herkese ‘iyi günler, size nasıl yaranabilirim?’ diye soracağım geliyor.
Bir şeyler yapmaya çalışan bir kadın olmak bunu tesettürlü olarak yapmak çok zor. Bunu uluslar arası bir konferansa gitmeden önce ‘şu böreği yap öyle git’ lafını duyduğum için biliyorum çünkü her şey arasında bocalıyoruz ne o olabiliyoruz ne bu. Sonra hem o olamadığımız için suçlanıyoruz hem bu.
Yorumlar