Mimarlığın diğer sanat dallarından farklılaşan yönleri göz önüne alındığında sanat olup olmadığı hep yüzyıllardır tartışılmış bir konudur. Bu tartışmanın nedeni yüzyıllardır belirli bir kesimin mimarlığı mühendislik disiplinleri içerisinde düşünmesi, bir başka görüşe göre ise mimarlığın biçimden ileri geldiği ve sanatsal kavramları mühendislikten daha çok benimsediğidir.
Hangisi diye düşünüldüğünde aslında, birbirinden ayrılamayan iki kavram oldukları mühendislik kısmının insan sağlığı açısından her zaman maxsimum güvenlik açısından mükemmel olması gerektiği, sanat açısından incelendiğinde de, olması gereken ( şart değil ), ancak dozunun mimarın kalemine bağlı olduğu bir durum olarak görmekteyim. Mutlaka her yapı belirli bir işlevi görmek amacıyla yapılmaktadır. En önemli oluş nedeni budur. Ve sadece bir işlevi yerine getirmek için yapılmış bir yapının da sanat eseri olup olmadığı mutlaka tartışılması gereken bir konudur. Vitrivius’a göre; yapı ustaları duvarı örer, sütunları diker, kirişleri yerleştirir. Mimar ise bu öğelerin yerini, boyutlarını saptar, yatay ve düşey hareketleri belirler ve bunları renklendirir. Yani yapının çirkin olmasını önler ve güzelleştirir. Bir başka düşünceye göre de; işlevini yerine getirmek için yapılmış yapı; zanaat ürünü, işlevinden öte anlatacak bir şeyi bulunan yapı ise sanat ürünü olacaktır.
Tüm bu durum mimarin eserine yüklediği anlamın kabul ettirme ve toplumun bu durumu düşünce ve duygu yelpazesinin kararı doğrultusunda gelişir. Sanatın görevi; 5 duyu yolumuzla algıladığımız biçimleri gerçek yüzeye aktarmaktır. Yapı sanat aracılığı olmadan anlatılabiliyorsa zaten sanata gerek yoktur ve işlev gereği yapılıyordur. Ve yapı sanat kavramı içerisinde barınamaz.
Mimarlıkta üzerinde durduğumuz ve sanat olmasına öncülük eden kavram estetiktir ve biçimle koordineli çalışır. Estetik sanata yarar sağlama amacı yüklemektedir. Yapıların estetik oluşu, gerçek olarak üzerinde yoruma, eleştiriye ve övgüye açık insanlar arası diyalog sağlayan bir olgudur.
Estetik kriterler toplum tarafından benimsendiği zaman, ortak bir zevki, ortak bir sanat anlayışını oluştururlar. Toplumsal beğeni olarak tanımlanan bu kavram, aynı zamanda kültürel bir değeri ifade eder. İnsanların beğenerek keyifle içerisinde yaşadığı, üzerinde fikirler üretebildiği yapıların olması mimarlığın insanlarla arasında iletişim içerisinde olduğunu gösterir. Estetik değerin, kültürel değer oluşturmaktaki önemi tartışılmazdır. Nasıl ki Plato; estetiği mutlak olanı arayarak bulmaya çalışmışsa buna karşın, Aristoteles ise güzel yargısını, alışkanlıkların, heyecanların ve kişiliğin etkisi altında ele almıştır. Bir diğer yandan da Hegel ise bu durumu doğal ve sanatsal olarak iki farklı başlıkta incelemiştir. Yani sonuç olarak aynı temel kavram altındaki bakış açısının ürünüdür hepsi.
Sanat felsefenin tam olarak tanımlayamadığı, bilimin akıl yoluyla yorumlayamadığı gerçeklerin göz önüne seren, anlaşılabilmesi güç ve bilgi isteyen bir olgudur.
Hangi açıda olursa olsun, beklenti her zaman yarardır.
Yaradan’ın sanatına bulunmuş hayatlarda yaşamanız dileğiyle…
Yorumlar