“Müstakbel” Kadınlar İçin Yazıldı Erkekler Okusun!

“Müstakbel” Kadınlar İçin Yazıldı Erkekler Okusun!

Müstakbel Kitabının Yazarı Faras ile Röportaj

İçimizde yıllarca gizli tuttuğumuz ve bir gün hiç tanımadığımız birine soluk almadan anlattığımız o öykülerin kitabı Müstakbel. Affetmeyi öğrenen kadınların, ayrılığın ön sözünün ve arka yüzünün, ‘geçmiş olsun’ demekle geçmeyen yaraların kitabı… Gelin birlikte kitabın yazarı Faras’la Müstakbel’in sayfaları arasında kendi hikayemizden parçalar arayalım…

Sevgili Faras, sizi biraz tanıyabilir miyiz?

1974 İstanbul doğumluyum. Profesyonel olarak Organizasyonel Gelişim, Eğitim Disiplinleri ve Kişisel Gelişim ile uğraşmaktayım. Ayrıca, kendi hazırlamış olduğum gelişim programları ile kurumsal firmalara ve üniversitelere danışmanlık ve eğitimler vermekteyim. Kişisel gelişim, iletişim yönetimi ve iş geliştirme üzerine çeşitli çalışmalar yaptım. Ancak bu alanda ilk kitabım “Müstakbel“.

Yazma serüveninizden biraz bahsedebilir misiniz?

Hafızamda kalan ilk anı, üniversitede ders aralarında şiir yazardım. Onların hiçbirini atmadım. Yazdığım, karaladığım her şeyi sakladım. Yaklaşık 2005 yılında da, Müstakbel’in temelini oluşturacak bir takım satırlar, hikayeler yazdım ama bekliyordu. Ayrıca profesyonel iş yaşantımda da bir takım yazı çalışmalarım oldu.

Profesyonel iş yaşantısında çok güzel bir yere sahipsiniz. Özellikle üniversitelerde gençlerin bildiği bir isimsiniz. Müstakbel hikayeleri, nasıl oldu da bu profesyonel yaşantının içinde kendine bir yol bulabildi? Birbirinden oldukça farklı bu iki dünyayı nasıl ayrı tutabildiniz?

Evet, farklı iki dünya var. Profesyonel yaşam, hayatımızı sürdürebilmek için seçtiğimiz yol ile doğru orantılı. Ama Müstakbel, benim kadınlarla ilgili yazmak istediğim satırlara sebep olan kitap. Onların hepsini birleştirdim. Profesyonel taraftaki çalışmalarım ise başka… Uzun zamandır üniversitelerde seminerler veriyorum, çeşitli kongrelere katılıyorum ama bu işin bilgi ve mantık boyutuyla ilgili. Müstakbel de, işin duygu ve ruh tarafıyla ilgili. Birbiriyle karıştırmamaya özen gösteriyorum.

Müstakbel’de iki farklı zaman örgüsü var. Birisi 2005 yılı, birisi de şimdi. Bu durumda, kitabın yaşamla yazıldığını söyleyebilir miyiz?

Elbette, ben hep şunu söylüyorum, kitapta anlatılan hikayelerin tamamı gerçek. 2005 yılında yaşanan hikayeler var. Hikayelerin sahipleriyle birebir, yüzyüze çalışmalar yaparak, notlar alarak, zaman zaman hikayeleri dışarıdan üçüncü bir göz olarak gözlemleyerek, hikayenin sahibinin duygularına birazcık daha karıştırarak, ayrıştırmaya gitmeden, söze dökülen bir de söze dökülmeyen içerideki duygusallığı irdeleyerek yazmaya çalıştım.

Müstakbel Kitabının Yazarı Faras ile Röportaj

Tam da burada, benim aldığım bir not vardı kitapta. “Ayrılığın ön sözü bir de arka yüzü var.” demişsiniz. Her iki yüzüne de dokunmuşsunuz anlaşılan.

Günlük yaşamımızda hiç kimse bir ilişkiye, bir işe, yeni bir hayata, herhangi bir eyleme ayrılıkla neticelenecek diye başlamaz. Ve hiçbir zaman da kendimizi ayrılığa hazırlamayız. Ayrılıkla karşılaştığımız o ilk an, benim tanımlamama göre; bizim ön sözümüz. Çünkü daha içeriye girmemiş. Kitapta da kimi yerlerde buna benzer ifadeler var: “Daha henüz kabukta içeriye girmedi ayrılık.” Ön söz biraz başlangıç zamanı; yani ayrılığın ilk vurduğu sıralar. Her şeyi abartı görmek, kendini çok zavallı görmek ya da kendini çok kibirli görüp karşı tarafa hırslanmak. Bunların çoğu aslında yaşanan duruma karşı gerçek duygular olmuyor. Ayrılığı alıyoruz, boğazımızdan geçiriyoruz, yutkunuyoruz, sindiriyoruz ya da sindirmeye çalışıyoruz. Ayrılık pek sindirilemiyor ama o süreçte kurulan cümleler, eylemler, düşünceler, dile gelen duygular, yazılan satırlar ayrılığın arka yüzü oluyor.

Kitapta “Ben onun için neler neler yaptım.” serzenişi var. Aslında bir çok kadının kurduğu bir cümledir bu. Ayrılığın ön sözünde en çok bu cümle tekrar edilir. Psikolojik bağlamda soruyorum, “Ben onun için neler neler yaptım.” “Ben bunu hiç hakketmedim.” cümlelerinde yanlış olan ne?

Hayatta ne yaparsak kendimiz için yapıyoruz. Karşı taraf için değil. Neden aşık olursunuz? Neden seversiniz? Sevilmek için, sevildiğiniz için… Ama öncelik kendiniz içindir. Yirmi tane kadın toplayalım, bu cümleyi kuralım: Karşınızdaki adam için ne yaptınız? Onlarca cevap alırız. “Peki, neden yaptınız?” sorusunun yanıtında ise kişi hep kendisine döner. O sebeple, kadınların yolculuklarını ikiye ayırıyorum. İlk kısım yenilmişliğin, beklenmeyenin verdiği hırsla, öfkeyle “Ben onun için neler neler yaptım?” sorusunu sorduğu kısmı… Kitapta, karakterlerin duygusal gelişim sürecine göre, o zırh ya çok kuvvetlendi ya da tamamen ortadan kalkıp belki de biraz kendine doğru döndü.

Geçmiş olsun demekle geçmiyor bazı yaralar.

Bir kadın, bu yaralarla başbaşayken yalnızlığını bir öğretmene çevirebilir mi? Çünkü biz toplum olarak genelde yalnızlıkla nasıl baş edeceğimizi bilmiyoruz. Etrafımızda hep bir insan seli tutuyoruz ama derinde, sizin de kitapta söz ettiğiniz gibi yastığa akan rimeller, sessiz gözyaşları var. Bu noktada yalnızlık bir öğretmene dönüşebilir mi?

Eğer ki, kadın bunu gerçekten isterse dönüşür. Gerek kitapta gerek gerçek yaşantıda birkaç çeşit eğilim var bu konuda. Ya küllerden yeniden doğuyor ve bu küllerden doğuş bir eğitim süreci oluyor ya tamamen kül olup toprağa karışıyor, yok oluyor, varlık değerini yitiriyor ya da bu ikisinin arasında kalıyor. Bence her ayrılık insana mutlaka bir şeyler öğrettiği için o öğretilen kısmın kendi ikliminde, ruhunda, zihninde nelere ışık saçtığını görülürse; mutlaka diğer ilişkilerinde, işlerinde, bakış açısında bir aydınlanma yaşanacaktır. Özelikle bizim kültürümüzde genelde kadın “mağdur” duygusuyla hareket ettiği için, ayrılıktan alması gerekeni alamıyor. Çünkü duyguları, hırsı, kini, nefreti hep önde. Hele ki, üçüncü bir kişinin devreye girmesiyle olan bir ayrılıksa o ayrılığın kadına öğreteceği hiçbir şey kalmıyor. Ayrılıkların, kayıpların bizi eğitmesi birazcık daha ilerleyen zamanlarda oluyor.

Kadının sessizliği hakkında konuşalım istiyorum. Bence bu sessizlik çok gürültülü bir sessizlik. Özellikle geceleri evden el ayak çekildiğinde duyulan sessizliğin gürültüsü çok sarsıcı oluyor değil mi?

Normalde günlük yaşantımızda, kadınların erkeklerden daha çok konuştuğu, kelime dağarcığımızın daha zengin olduğu söylenilir. Bilinen bir ifade var. “Kadın susmuşsa gerçekten gidiyordur” diye. Kadın her şeyi çırpına çırpına anlatır. Karşı tarafından gerçekten anladığına emin olabilmek için. Dolayısıyla, erkek de bu çok sesliliğe alışıktır. Kavgalarda da kadının sesi oldukça yükseğe çıkar ama kadın sessizliğe girdiği zaman o ifadede söylendiği gibi bitmiştir. Müstakbel’de de buna benzer bir çağrışım var: “Anlat” dedi. “Sustuklarımı dinle” dedim. Anlamadı.

Yani kadının iç karanlığı suskunluğuyla başlıyor. Bazen o karanlığı aydınlığa çevirebiliyor, suskunlukta kendi kendine bir takım cevapları da bulabiliyor.

Müstakbel Kitabının Yazarı Faras ile Röportaj

Kadın ve erkeğe geldik… Müstakbel’in tanıtımında “Bu kitap kadınlar için yazıldı ama erkekler okusun.” diyorsunuz. Çok ince ve ironik bir mesaj. Erkeklere bir çağrı var aslında. Bu çağrıya yanıt alabildi mi Müstakbel?

Bununla ilgili ilk tepki, TÜYAP Kitap Fuarında geldi. Müstakbel’i yanında iki tane hanım olmasına rağmen bir beyfendinin alması fuar anılarımızda unutmayacağımız anekdotlardan biridir. Kitabın içinde aslında kadınların sesinden “Biz buyuz, bizi anlayın.” gibi ifadeler yok. Kadının ayrılık travmasından sonra, minimum düzeyde neler yaşayıp, bunu nasıl dile getireceği, kendi iç dünyasında aslında neler olduğu ve söylediği cümlelerin arkasında nelerin yattığını çok net ifade eden, resmeden bir kitap Müstakbel. O sebeple erkekler okusun diyoruz. Hani o çok kurduğumuz cümlelerle bizi anlayamıyorlar ya, o çok sesliğin arkasında ne olduğunu anlatan bir kitap.

Müstakbel, kapıyı aralamaya cesaret eden erkekler için bir manzara…

Başka bir bakış açısı vermeye çalışıyoruz erkeklere. Ben hep şunu söyledim. Bu kitaptaki hikayelerde geçen en az bir cümle, mutlaka bir kadın için geçerlidir. Dolayısıyla erkeklerin okumasını istememizin sebebi de bu. Tanımak istediğiniz, tanıdığınızı zannettiğiniz ama aslında hiç tanımadığınız kadınları tanıyabileceğiniz bir kitap.

Yeşil Topukları da takip eden bir çok erkek takipçimiz var, haberlerini alıyoruz. Biz de onlara Müstakbel’i tavsiye ediyoruz.

Kitabın ismine gelelim. Neden Müstakbel. Nedir bu ironi? Kimdir Müstakbel?

Kitabın ismi aslında içindeki bir hikayeden esinlendi. Temelinde ise, kitaptaki hikayelerin baş kahramanları olan kadınların tamamı, evlenmeyi beklerken yani müstakbel eşken, birden bire hayatlarının tepetaklak değişmesi ve ayrılığı tamamen yaşamaları ile ilgili. Bu sebeple ‘müstakbel’ kitap için en doğru isimdi.

Müstakbel Kitabının Yazarı Faras ile Röportaj

Kitabın iç ve dış kapak görsellerini çok beğendim. Yüzlerini net olarak göremediğimiz kadınlar var. Bu kadınları tanıyor musunuz? Yoksa onlar, hikayelerini size emanet eden kadınlar olabilir mi?

Evet, hepsini tanıyorum. Burada deşifre etmek doğru değil ama aralarında hikayelerini bana teslim eden kadınlar da var, sadece bu projenin içerisinde yer alıp, kendi mesajını vermek isteyen kadınlar da var. Bu arada görsellerde çeşitli ironiler var. Kadınların ellerinde tuttukları çiçek buketleri tamamen kuru ve solmuş, uçları siyah kurdelelerle bağlanmış. Çekimleri, moda fotoğrafçısı Sarper Kesim yaptı. Bu kitap daha doğmamışken, kitabın kapak çekimlerini yapmak istediğini söylemişti. Ben de vakti geldiğinde, “Başlıyoruz.” dedim. Estetik tasarımını da kardeşi Alper Kesim yaptı. Böylelikle kitaba erkek eli değmiş oldu. Umarım okuyucu beğenir ve sever.

Kitapta “Gençlik yıllarımdan orta yaşlara sürüklenen bu hikayenin en olgunlaşan kısmındayım.” demişsiniz. Bizim de acıları çok taze olan, heyecanları çok coşkulu olan, o olgunluğa doğru yürüyen genç bir kitlemiz var. Sanırım kadın o olgunluk döneminde birazcık da kendine annelik etmeye başlıyor.

Kadınlar aslında yaşadıklarından edindikleri deneyimleri paylaşmayı sever. “Aman dikkat et!” cümlesi, olgunlaşan kadının hem kendine hem de etrafındaki kadınlara annelik duygusunu ortaya koyuyor.

Kadına ait duygusal olgunluk müstakbelden geçer.” Bu cümle de size ait. Eğer yaşamı bütün coşkularıyla yaşıyorsanız bir gün müstakbel olabilirsiniz gibi gizli bir uyarı cümlesi mi bu?

Burada biraz ironi var. Duygular devreye girdiğinde mantık falan kalmıyor. Kadına ait tanımlamaların tamamı erkekle ilintili aslında. Kadınlık özellikleri, kadının fiziksel, duygusal, ruhsal, cinsel ve sözel dünyası aslında erkek dünyasıyla birleşmek üzere kurgulanır. Evrensel kurgu da böyledir. Bahsettiğimiz bütün bu olgunlaşma aşamaları, bir müstakbel eş haline gelip ondan sonra o noktada yaşananlarla; size yeni bir vizyon, yeni bir dünya oluşturuyor.

Müstakbel Kitabının Yazarı Faras ile Röportaj

İzlediğimiz tüm filmlerde, popüler kültüre ait kitaplarda; bir kadın çok zor bir ayrılık yaşar, acı çeker, yüzünü kendine döner, güçlenir, sonra hayatına yalnız devam eder. Ama gerçek hayata baktığımızda bunun pek de böyle olmadığını görüyoruz.

Kadınlar içlerinde tuttuklarını çok zor uğurluyor. Müstakbel, bu bağlamda gerçek hayatla örtüşüyor. Kadın, kendini topluyor, güçleniyor ama sevmekten de vazgeçmiyor. Sahip çıkıyor.

Kitabın son sayfalarında bile “Yine gel, buradayım.” diyor. Bu beni çok etkiledi. Kitabınızda, acıyı yaşayan kadının intikam dolu birine değil de tam aksine eskisi gibi sadece erkeği değil artık kendini de seven, kendinin de farkında olan, aşkına da sahip çıkan bir kadına dönüşüyor. Bu kadını konuşalım mı?

Sevginin temelinde kin duyup, zarar vermek mümkün değildir. Anlık duygu geçişleriyle, öfke nöbetleri geçirebiliriz. Son hikayedeki kadın çok acı çekiyor. Ayrılığı kaybetmişliği kendi içinde çeşitli şekillerde büyüterek yaşamını sürdürüyor. Ama o süreçte kendisini tanımaya başlıyor, kendisini seviyor. Neden seviyor? Bu birazcık, işin ilahi kısmı aslında. Çünkü çoğunlukla yaşadığımız ayrılıklarda, travmalarda manevi bir güce ve desteğe ihtiyaç duyarız. Özellikle inançlı olan insanların, bu dönemde inançları birazcık daha yukarıya çıkar. Çünkü bu bir sığınaktır, bir rehberdir.

İçsel gizli duyguların çırılçıplak paylaşıldığı tek noktadır. Bu sebeple acılarını bu boyuta taşıyan, daha farklı yaşayan kadınlar, belki Allah ile ilişkisini bir üst boyuta getiriyor. Kendini başka şekilde sevmeyi öğreniyor. Son hikayede biraz da bu var. Kadın ayrılık acısını yaşarken, kendini keşfediyor. Neye tahammül edemediğini, yaşadıklarının içinde onu en çok neyin acıttığını ve kendi acılarının aslında bir hiç olduğunu ve asıl büyük acıların ne olduğunu öğrenme yolculuğuna çıkıyor.

O hikayenin içinde, ellerini kollarını kullanmadan yaşamaya çalışmak var. Başkalarının acılarını deneyimleyerek, kendi acısının sadece ruhta yaptığı yarayı fark ederek… Ama başka acıların hem ruhta hem bedende açtığı yaraları gözlemleyerek… Kadın hem biraz duygularını terbiye etmeyi hem biraz acısını farklı bir boyutta yaşamayı deneyimlemeyi hem kendini sevmeyi öğreniyor.

Affettim, benim dinimde affetmeden ölmek yok. Eğer ölürsem, çıktığım yolculukta bana eziyet edecekti.

Kitabınıza göre, kadının olgunlaştığı zemin affetmek ve barışmak üzerine kurulu. Bu aynı zamanda, tasavvufi anlamda ruhun terbiye edildiği kısım. Bütün yükleri geride bırakıp yürümeye başlanması. Bu yolculuğu anlatabilir misiniz?

Bizler, canımız yandığı zaman duygularımızı çok uç noktada yaşıyoruz. Malesef zaman zaman ya o uçurumdan düşüyoruz. Ya orada yaşadığımız bir takım duygusal travmalar psikolojimiz üzerinde çeşitli oyunlar oynuyor. Ya da şansımız varsa bir takım kazançlar elde edebiliyoruz. Bu tip durumlarda, kadın ben merkezinden uzaklaşabiliyorsa, Yaradan’la kurduğu iletişimi kuvvetlendirebiliyorsa çıktığı yolculuk anlam kazanmaya başlıyor. Yaşadığı süreç onu daha fazla bir şey öğrenmeye, daha fazla bilgi edinmeye ve sahibini daha iyi tanımaya doğru yöneltiyor.

Affetmek, bugün için olmasa da Yaradan’la kavuştuğu vakit insan için çok önemlidir. Kadın bir şey öğrendi: “Bu yaşamda affetmezsem diğer yaşamımda affetmediklerimin hepsi için Yaradanla karşı karşıya geleceğim ve affetmediklerimle bir daha yan yana geleceğim. Affedeyim ki, diğer yaşamda benim Yaradanla karşılaşmamda, arama girmesinler.” Kadın; öfke, nefret ve bunları besleyen bir takım duygulardan arınmanın ne kadar değerli olduğunu keşfediyor. Bir başka insan için Yaradanla ilişkisini bozmak istemediğinden affetmeyi öğreniyor. Yaradanla olan ilişkisinin sağlamlaşması; bu ilişkiye duyduğu güven sayesinde iyileşeceğini, her şeye bakış açısının değişeceğini, sevdiği adama bile bakışının değiştiğine inanıyor. Belki de bu inanç kadını yukarıya çıkarıyor. Acı aynı acı, yaşanılanlar aynı ama artık bakış açısı farklı.

İnancın, kadın için bir melek kanadı olduğunu söyleyebilir miyiz?

Bu hikayedeki kadının inanma biçiminin değişmesi, yoluna ışık oldu. Rehber oldu. Kadın, rehberini asla bırakmadı ve onunla güçlendi.

Önce güvelendim, ruhuma uygun naftalinler aradım kitaplıklar arasında.”

Müstakbel Kitabının Yazarı Faras ile Röportaj

Yeşil Topuklar ekibi olarak bizi evinize davet ettiniz, burada çeşitli kategorilerde kitaplardan oluşan büyük bir kitaplık var. Ki siz de böylesiniz, iç dünyanız çok zengin. Kitaplar insan için bir sığınak olabiliyor mu her zaman?

Teşekkür ederim. Kitaba gerçekten onu okumak başlarsanız kitap sizin için bir sığınak olur. Ama aklınızdan başka şeylerin geçmesine izin verirseniz maalesef sadece vakit kaybı olur. Kitaplara sığınmak aslında kitapların arasındaki kendi dünyanıza sığınmaktır. Kitapların arasındaki altı çizilen cümlelere, kitabın arasına girmiş bir kaç fotoğrafa, sayfaların arasına yazılmış satırlara, koparılmış bir kağıda yazılmış notlara sığınmaktır.

Benim kendime çok yakın bulduğum bir kitap oldu Müstakbel. Umarım okuyucularımız da, kendi hikayelerinden bir parça bulmak ümidiyle sayfaları karıştırır.

Umarım, çünkü “Kadınlar için yazıldı, erkekler okusun.” desek de muhakkak ki kadın okuyucularımızın duygularını merak ediyoruz. Sosyal medyadaki hesaplarımızdan bize ulaşan okuyucular, hakikaten bizi şaşırtan cümleler kuruyor. Hikayelerden bölümler yollayarak “Bu tamamen benim kurduğum/hissettiğim cümle.” diyenler oldu. Bu da bizi çok mutlu ediyor. Anlıyorum ki, kitap amacına ulaşıyor.

Son olarak, ayrılığın ön sözü ile yeni karşılaşan takipçilerimiz için bir notunuz var mı?

Duygunun en yoğun olduğu dönemde biraz durmak, biraz çemberin dışına çıkmak için kendilerine fırsat versinler. Eğer o çemberin dışına çıkıp, kendilerine ve yaşadıklarına bir iki adım geriden bakmayı becerebilirse, o ayrılık ve travma onlara çok şey öğretecek ve hücrelerine kadar yenilik verecektir. Kendimizi korumak adına birazcık o çemberin dışında kalmakta yarar var.

Umarım Müstakbel’in yolu, öyküsünü dillendiremeyen kadınların yaşamından geçmeye devam eder. Ev sahipliğiniz, lezzetli ikramlarınız ve keyifli sohbetiniz için Yeşil Topuklar ailesi olarak çok teşekkür ederiz.

Röportaj: Hümeyra Yabar

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir