Efendimiz (SAV), bir hadisinde şöyle buyururlar: “Allah, kendi yolunda cihad eden kimseleri en iyi bilendir. Gündüz oruç tutan, gece namaz kılan kimse Allah yolunda çarpışan mücahid misalidir. Allah, kendi yolunda cihada çıkan bir kulunu, elde edeceği sevap veya ganimetle salimen evine döndüreceğine veya onu (şehid olarak) cennetine kabul edeceğine dair kefaleti altına almıştır.”
Bu hadisi, manalarıyla birlikte okumak lazım gelir. Hadis-i şerifte, oruç tutan ve namaz kılan kişiler Allah yolunda savaşan mücahidlere benzetilmektedir. Aslında oruç tutan ve namaz kılan kişi de yani o mücahidler de bir nevi nefs imsakı içinde bulunurlar. Oruçlu bir kimse yemekten, içmekten ve pek çok dünyevi istekten kendisini çeker ve nefsini terbiye eder. Bu kimsenin meşguliyeti Allah’tır. Namaz esnasında da durum değişmez. Namazda huşuya kavuşmuş bir kimse de, dünya ile ilgisini keser ve Allah’ın kelamına yönelir, ibadetiyle meşgul olur. Bu sebeple hem oruç tutan Müslümanlar, hem de namaz kılanlar her an bir sevap ile buluşur. Mücahidler de, nefsini birçok şeyden mahrum bırakarak, Allah yolunda mücadele ederken, her an ve her hareketiyle Allah’ın yüce övgüsüne mazhar olurlar.
Yine bir hadiste, Allah yolunda nefsini feda eden her Müslümanın muhakkak cennete kabul edileceği hükmü bulunmaktadır. Aslında her Müslümanın en büyük cihadı, nefsiyle olandır! Bu cihad ister savaş meydanlarında olsun, isterse de kalbimizde fark eder mi ? Nefs mertebelerinde en altta olmak, ne kadar insani bunu da sorgulamak lazım… İnsanın dünyaya geliş amacı sadece yemek, eğlenmek, hoşça vakit geçirmek olabilir mi ? Kulluk, böylesine basit bir gaye ile açıklanabilir mi ? Rahman’a giden yolda, ebedi alemi nefsimize üstün tutmak şüphesiz çok daha kıymetli olacaktır.
Yaşamın hiç bitmeyecek, hiç sona ermeyecek gibi görünmesi, dünya zevklerinin, lüksün, eğlencenin daha önplana çıkması insana hep nefsi tarafından dayatılan hallerdir. Sadece ahir zamanda değil; dünya, insanlık var olduğundan beri her zaman spot ışıklarıyla yanıp sönerek insana göz kırpmış ve insanı kendine çekmiştir. Bugün nefse karşı koymak ne kadar çetin bir mücadeleyse, geçmişte de öyleydi. Ahir zamanın kuvvetle ihtimal, geçmiş yüzyıllardan en büyük farkı ise, her şeyin sıradanlaşması ve erişilebilirliğin artması. Bu da gösteriyor ki, bugünün insanı her an kendisi ve dünyanın cazibesi arasında gidip gelmekte! Bugünün insanı; atının üzerinde, kılıcı belinde, dilinde Allah kelamı, uyandığı her günde nefsini yenmek için dört nala koşan bir mücahid… Rüzgar arkadan eserse ala. Rüzgarın arkadan esmesi için de hem farz kılınan, hem de nafile olan ibadetlerin kudretini anlamak gerekir. Zira diğer türlü, rüzgar karşıdan geldiğinde, insanlar mücadele etmek için gereken takati kalplerinde bulamayabilirler…
Orucun anlamını yazmak çok mümkün gelmiyor bana. Çünkü oruç bir tat, bir his daha ziyade. Herkesin kendince bir anlama bürüdüğü emsalsiz bir duygu… Lezzetini bir kez tadanın, bir daha vazgeçemeyeceği bir adanmışlık… Yaradan’a bir sesleniş… Nefsin en güzel terbiyesi oruç! İşte tam da bu yüzden, Allah Resulü’nün de söylediği üzere; oruçlu kimsenin hali, Allah yolunda savaşan mücahidin hali gibidir! Saf, temiz, içten bir mücadele…
Allah kelamı yolunda savaşanlar, Allah yolunda savaşanlardır. İnsan ya nefsinin kölesi ya da nefsinin efendisidir… Ve belki de en zor cihad, içimizdeki cihattır…
Selam ve dua ile
Yorumlar