Yoksa Ben FOMO muyum?
Twitter’da son günlerde dikkatimi çeken şöyle bir uyarı var: “Sen buralarda yokken!” Mutlaka siz de bu uyarıya rastlamışsınızdır. Aslında bu uyarı bize pek çok subliminal mesaj veriyor. Örneğin; “Sen yokken burada neler oldu bir bilsen…”, “Olamaz, çok şey kaçırdın.” ya da “Sen yokken çılgınlar gibi eğlendik…” gibi örnekler bu uyarının alt metinde verdiği mesajlardan bazıları.
Peki gerçekte durum nedir? İnsanlar gerçekten böyle mi düşünüyor? İnstagram, Facebook ya da Twitter gibi sosyal medya hesaplarına bir süre bağlanamadığında, yaşanan gelişmelerden uzak kaldığı için korku mu yaşıyor? Ya siz nasıl düşünüyorsunuz?
Gelişmeleri Kaçırma Korkusu
Fear Of Missing Out
Bilim insanları FOMO hastalığını bir nevi “Sanal uyuşturucu” olarak adlandırıyor. İsmi FOMO olarak kısaltılan bu hastalık, sosyal medyada yaşanan gelişmeleri ve gündemi kaçırma korkusu olarak tanımlanıyor. Özellikle aşırı düzeyde telefon kullanan insanlarda yaşanan “Nomofobi” durumu da FOMO hastalığına işaret ediyor. Öyleyse FOMO hastalığı kişide nasıl oluşuyor? FOMO’nun temelinde kişisel denetim mekanizmaları var. Çevreyi aşırı düzeyde kontrol etme isteği olan insanlarda FOMO hastalığı zaten kendiliğinden gelişiyor. Aynı zamanda başkalarını gözetleme isteği yüksek olan, hiperaktif ve de dürtü kontrolü zayıf olan bireylerde FOMO hastalığı daha sık görülüyor. Bunun yanı sıra işi gereği bilgisayarda vakit geçirmek durumunda kalan insanlar da bu hastalığa farkında olmadan maruz kalabiliyor.
Kısacası FOMO, pek çok insanın bilinç kontrol dengesini bozuyor ve kendisine sürekli bağımlılar yaratmaya devam ediyor. Bu bir nevi madde bağımlılığı ile aynı mekanizmaya sahip. Kişi internete ulaşamadığında yüksek düzeyde anksiyete yaşıyor veya internette bulunduğu zaman dilimlerinde büyük bir haz alıyor. Bu ödül-ceza mekanizması kişinin interneti neredeyse temel ihtiyaçları gibi görmesini sağlıyor. Algıda çarpıklıklar baş gösteriyor.
Z Kuşağı FOMO Riskini Daha Fazla Taşıyor!
X ve Y kuşağına göre Z kuşağı bireylerinde FOMO olma riski çok daha fazla. Çünkü Z kuşağı, teknolojinin çocukları demek biraz da. Bu kuşak teknolojiyi kullanmaktan büyük zevk alıyor. Özellikle Z kuşağının özgürlükçü, bir sakızı alırken bile mücadele etmemiş, her istediği önüne sunulan çocukları şu an için daha fazla tehdit altında görünüyor. Bu çocuklar için sanal dünya, kitap okumak ya da sörf yapmak kadar olağan bir hobi. Aileler bu durumu önlemek için çocuklara yeni hobi alanları sunmalı ve asıl hayatın bilgisayardaki sanal hayat olmadığını onlara sabırla anlatmalı. Çocukları sık sık parklara, çiçek toplamaya götürmeli. Çocukların ayaklara biraz da toprağa basmalı.
FOMO’ya en çok 15-25 ve 25-35 yaş dilimleri arasında rastlanıyor. Genellikle ergenler eğlence ve haz odaklı faaliyetleri kaçırmaktan endişe ediyor. En yüksek kaygıyı da yine ergenler yaşıyor. 35-45 yaş arasındaki insanlar ise kendilerini daha çok “soyutlanmış” olarak hissediyor. Kendilerini en güvensiz hissedenler ise 18-34 yaş arasındaki insanlar. Kadınlarda FOMO’nun daha fazla görülmesini bekliyorsunuz öyle değil mi? Hayır. FOMO, erkeklerde daha fazla görülüyor…
FOMO İnsan Psikolojisini Tehdit Ediyor
FOMO hem bedensel hem de psikolojik süreçleri etkiliyor. Pek çok psikiyatr, önümüzdeki on yıl içinde sürekli bilgisayarda vakit geçiren insanlara has özel bir tür hastalığın ortaya çıkabileceğini iddia ediyor. Çoğu insanda FOMO, diğer türdeki psikiyatrik sendromları da tetikliyor. Anksiyete, şüphe, kendini değerli hissetmeme veya kendini aşırı değerli hissetme gibi pek çok probleme sebep olabiliyor.
FOMO bedensel yapıyı olduğu kadar, insanların psikolojik dengesini de değiştiriyor. Kişinin yaptığı işe odaklanmasını veya ders dinlemesini hatta internet olmadan, sosyal medyaya bakmadan güzel bir pazar kahvaltısı yapmasını, bir dostuyla iki kelam etmesini dahi engelliyor.
Esasen FOMO hastalığının bu kadar kısa bir zamanda kendine yer etmiş olması çok da garip değil. Sosyal medya güçlü bir platform ve herkes orada kendinden bir şeyler bulabiliyor. Arkadaşlarımızın, yakınlarımızın ne yaptığını görmek istiyoruz. Mesela, siz çok yoğun bir günün tam göbeğindeyken, çocuk bir türlü uyumuyorken, telefonlar hiç susmuyorken, önemli bir sınava girmeniz gerekiyorken sosyal medyaya düşen deniz kenarında keyif yapan insan fotoğrafları bir anda tüm sinaptik ağınızı hoplatabiliyor. Sistem biraz da böyle çalışıyor. Zamanla daha çok insan sosyal ağları kullanıyor, çevre genişliyor ve sosyal medyada harcadığımız zaman da o oranda artıyor. Kaçıracağımız bilgi sayısında da doğal olarak bir artış yaşanıyor. Bilgi akışındaki bu artış, kişinin akan bilgiyi daha yüzeysel görmesine neden oluyor. İçerik önemsizleşiyor ve kişiler sürekli olarak başkalarının kendilerinden daha mutlu olduğu hissine kapılarak psikolojik bir sendromun kıvılcımını tutuşturuyor.
Her Şeyi Sevin Ama Bağımlısı Olmayın!
Sosyal medya mecrası, pek çoğumuz için iş ve bireysel hayatımız açısından elbette ki büyük önem taşıyor. İnterneti elbette ki kullanacağız. Ancak internet artık hayatınızın seyrini değiştiriyorsa sizin için su gibi, ekmek gibi bir anlama büründüyse, sabah yataktan henüz daha çıkmadan ilk yaptığınız şey, siz uyurken neler olup bittiğini görmekse çalan tehlike çanlarını duymak da fayda var.
Bilgisayar ekranının ötesinde coşkuyla akan bir hayat daha var. Gökyüzündeki güneş, gece yükselen ay, sofradaki yemeklerimiz, muhabbete katılan dost yüzler, hepsi gerçek hayatta telefon ekranında göründüğünden çok daha güzel. Sanal alemde bir kahvenin kaç yıl hatırı olur ki? Hangi cezvede kaynayan kahvenin kokusu sosyal medyanın soğuk duvarlarını aşabilir ki? Hangi fotoğraf, gülen bir insanın heyecanını, mutluluğunu ifade edebilir ki? 140 karakter, seni anlatmaya yeter mi? Şimdi kalk ve pencereden bak. Orada gerçek bir hayat var…
Psikolojik Danışmanlık & Aile Danışmanlığı üzerine ayrıntılı bilgi almak için:
Telefon: 0 537 580 19 20
www.cozumpsikoloji.com
[…] kısıtlanmasına da neden olabiliyor. Ötesi daha önceki yazılarımda da bahsettiğim üzere “Anı kaçırma korkusu” bireylerde üst düzey kaygıya yol açabiliyor. Bu kadar ulaşılabilir olmak insanın yaşam […]