Şekilciyim, Şekilcisin, Şekilci…

Şekilciyim, Şekilcisin, Şekilci…

Tesettür Giyimde Şekilcilik Anlayışı

Bugünün insanında seni en çok rahatsız eden husus nedir?” diye sordu. Bir saniye düşündüm düşünmedim, sanki cevabı çoktan bulmuşum da sorunun sorulmasını bekliyormuşum gibi hemen cevap verdim: “Şekilcilik” dedim. Şekilcilik, insanı rahatsız eden, yaralayan hatta örseleyen katı bir duruş. İçinde merhametin yer bulamadığı ve varolanın ötesini görmeyi engelleyen, ancak buna rağmen sık sık kullanmaktan da çekinmediğimiz bir perde…

Şekilcilik hayatımıza o kadar çok yön verir hale geldi ki, çok rahat bir şekilde insanları eleştirir olduk. Özellikle moda sektöründeki gelişmeler, tesettür modasının hızlı yükselişi ile birlikte içimizdeki şekilcilik de saldırgan bir hale büründü. İnsanların hayatlarına müdahale etme hakkını bize meşru kılan ne? Üstelik de sadece dışarıdan bakarak !

Pek çok haber ve yazı dikkatimi çekti son günlerde. Özellikle tesettürdeki şekilcilik ile ilgili konular. O kadar takva sahibiyiz ki hepimiz şal takanı da eleştirir olduk, çarşaf giyeni de. Tesettürlü olup da pantolonu dar olanlara kızdık, tuniğinin boyu kısa dedik, yüzü makyajlı, eşarbı çok renkli, mantosu çok dar, çarşafı çok göz alıcı, feracesi çok süslü, tüm kıyafetleri markalı gibi binlerce eleştiride bulunduk hepimiz ya da en azından pek çoğumuz… Çoğu kez “bizımla deayılsın” ya da “bizimleasın” mantığındaki kadar sığ oldu bu tartışmalar. Elbette ki, yaşamın her alanında uymamız gereken ölçü Allah’ın ölçüsüdür. İslam’ın ölçüsü olmalıdır. Zaten Kur’an-ı Kerim’de, özellikle Nur Suresi’nde (Ayet 31) tesettür ile ilgili ölçünün ne olması gerektiği apaçık yazılıdır.

Bu konuda bir tane doğru var, ancak milyonlarca farklı uygulama var. Neden böyle peki? Tesettür, yoruma açık bir konu değil muhakkak. Ölçü belli, ayet açık. Yorum farklılıkları olduğu da aşikar. Bu farklılıkların etnik, coğrafi pek çok sebebi var. Türkiye ise bence İslam’ın en güzel yaşandığı ülkelerden biri. Fakat bir tartışmadır gidiyor. İnsanlar birbirlerini fazlasıyla incitiyor. Herkes, kendini haklı bulunca, öteki hep haksız oluyor. Eleştirilerin dozu tutturulamıyor. Kaş yapayım derken, göz çıkartanlar misali bu kez de eleştirinin ölçüsü İslam’ın dışına taşıyor… Buradaki sorun şu ki eleştirirken karşımızdaki insanı ne kadar tanıyoruz, o insanın manevi alemini ne kadar biliyoruz bunu çok iyi ölçüp tartmak lazım. Sonuçta mükemmel ve kusursuz olan İslam’dır, insanlar değil! Kendimizden başka bir insanın manevi alemini, ahlakını tamamen bilmemiz ise hiç mi hiç mümkün değil…

Tesettür dünyanın her yerinde çok farklı yorumlanıyor. Türkiye’de, Filistin’de, Afrika’da, Azerbeycan’da kısacası dünyada, Müslümanlığın hüküm sürdüğü her coğrafyada farklı bir tesettür yorumu var. Bu farklılıkların olması anlaşılır bir durum. Uygulamada hata varsa da, bunu düzeltmenin yolu o insanları rencide etmek olmamalı! Biz nerdeyiz, o manevi alemin neresindeyiz? Cenab-ı Allah hangimizden razı ve bundan nasıl emin olabiliriz! İşte tam da bu yüzden, insanların dışına bakıp, içini yargılamamalıyız. İnsanları eleştirirken bu kadar rahat olmamalıyız.

Kanaatimdir ki, eğer şeklen eleştirdiğimiz bir konuda yanılıyorsak bunun da bir vebali olacaktır muhakkak. Efendimiz Muhammed Aleyhisselam insanlardan bahsederken “şöyle insanlar var, şu insanlara bak” gibi yargılayıcı, etiketleyici ifadeleri kullanmamamız gerektiğini bize öğütler. Kimin kime üstünlüğü vardır, varsa dahi bu üstünlük ve mertebenin ölçüsü nedir? İnsanların asıl üstünlüğü Allah’ın rızası ölçüsünde olacaktır. Bu rızanın karşılığı ve mükafatına ise bu dünyadan daha ötelerde bir yerde ulaşılacaktır, bu vaade inancımız sonsuz…

Tesettür Giyimde Şekilcilik Anlayışı

Hepimizin eksikleri var, hataları var ve dahi güzellikleri var. Hiçbirimiz kusursuz değiliz. Hiçbirimiz, bir başka kimseyi kıyafetinden, örtüsünden, çarşafından dolayı eleştirecek kadar söz sahibi değiliz. Kimin ihlaslı, kimin takvalı olduğunu ancak kalpleri yaratan ve o kalplerin içini apaçık gören yüce Allah bilebilir. Bu konuyu istişare ederken vardığım bir sonuç var, bu hatadan dönmek lazım. İnsanları giyim, kuşamları ile yargılamaktan vazgeçmek lazım! Hazreti Aişe’ye bile iftira etmekten çekinmeyen bir topluluk olduğunu akıldan çıkartmamak lazım. Her konuşmamızdan, her hareketimizden sorumluyuz. İslam’ın çok çok dışında bir kullanım var ise de, ilahi tebliğnin iklimleri yumuşatan, kalpleri çeviren gücüne inanarak hareket etmekte büyük kazanç olduğuna inanıyorum.

Fani dünyanın, kusurlu varlıkları olarak dönüp dolanmaktayız işte, ömrümüz yettiğince. Bu kısıtlı zamanı da birbirimizi yıkıp geçerek tüketmemek gerek. Son günlerde olimpiyat konusunda bile tartışacak ruh haline bürünmüş bir toplum olarak bir de kendi içimizde şal takanlar, takmayanlar, boneliler, bonesizler, açıklar, çarşaflılar, mantolular, mantosuzlar diye düşmanca söylemleri hem içimizde hem dışımızda susturmak lazım. İnsanın nefsi çoğu kez dilindedir. Söyler, diliyle döver, diliyle över. Gaflete ve kibre diliyle düşer. Hidayete de diliyle erer. Hep dikkatimi çekmiştir, ölen insanların ilk önce çeneleri bağlanır. İşte bu dildir hep, her hükümranlığı zillete düşüren… Konuşan ya hayır konuşsun ya da sussun, güzel bir edep şeklidir ve bize yakışan da edebin bu hali olmalıdır.

Ucub hali der tasavvuf ehli. Ucub, insanın yaptığı ibadeti ve inancı ile kibre düşme halidir. Kişi, o kadar kibre kapılır ki, gözleri kendisinden başka diğer herkesin yaptıklarını yanlış görmeye başlar. Müslümanlar olarak bizler ucub ehli olmayalım inşallah. Yolumuz tevazuudan ayrılmasın. Allah, içini görmediğimiz bir şeyin salt dışına bakarak onu yerden yere vuracak kadar bizi şaşırtmasın. Sürekli başkalarının hayatını yargılamak, sorgulamak, bir de bunu dile dökmek, üstüne o insanı incitmek de bir yoldur, bir tercihtir elbette. Buradaki karar kişiye bağlıdır.

Tesettür, bıçak sırtı dediğimiz konulardan biri. Üstelik tesettür sadece kadınları değil erkekleri de kuşatan bir konu. Ahzab ve Nur sureleri kadın ve erkeklere dair bize yol gösteren kelamlar. Erkeklerde, örtünmek olarak değil belki ama “Mü’min erkeklere söyle, gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar” şeklinde tesettürün başka bir tezahürünü görmek mümkündür. İnsan dünyaya geldiği anda örtünmek, Allah tarafından kullarının kalplerine sunulmuş bir armağandır. İnsanda örtünmek bu yüzden içten gelen doğal bir eğilimdir. İnsanların homo sapiens olarak adlandırıldıkları ilkçağ dönemlerindeki tasvirlerden tutun da günümüze kadar insan hep örtünme ihtiyacı hissetmiş ve bunda huzur bulmuştur. Afrika’da, Malezya’da ya da Bosna’da fark etmez her toplum ruhunu katar ister istemez örtünmeye… Ama his aynı histir… Baktığımız gökyüzü farklı olsa da, düşen yağmurlardan hepimiz aynı şekilde ıslanırız… Toprağın kokusu her yerde aynıdır… Maneviyatın kudretiyle Hakk’a adanmanın, secdede dökülen gözyaşlarının anlattıkları her yerde aynıdır… Burada önemsenmesi gereken şey ibadet etmek olsun ya da örtünmek tüm bunları İslam ahlakıyla yapmaktır. Sadece şekil değildir istenen çünkü, asıl tesettür ruhlardadır … Kalpler eşlik etti mi anlam kazanır şekil ve madde… İşte o vakit anlaşılır ki o bir kumaş parçası değil, bilakis bir ruh yansımasıdır… Mü’min bir insan İslam’ın, İslami ahlakın, Efendimiz Hazreti Muhammed (S.A.V) ‘in sünnetlerinin aslında tüm İslami terbiyenin taşıyıcısı olmalıdır. İslamiyet, insanların dünyevi menfaatlerinde değil, manevi topraklarında tam anlamıyla yaşanır…

Yaradan’dan gelen emir ve ayetlerle desteklenen ölçü şüphesiz her müslümanın kabul ettiği bir durumdur. Ortaya çıkan farklılıkları, ölçü dışına çıkan giyim, kuşamı ise güzellik ve hoşgörüyle gidermek, yerinde ve O’nun rızasına daha uygun olacaktır. Birbirimizi üzmeye harcayacağımız vakit yok, vakit gönüller kazanma vaktidir. “Mü’minin misali yeşil ekin dalı gibidir. Rüzgar onu kah eğer, kah doğrultur. Münafığın misali yere sabit sedir ağacı gibidir. Ortasından veya altından kırılıncaya kadar dimdik durmaya devam eder.” (Hadis-i Buhari, 1791) Samimi kulluğu anlatan güzel bir hadistir. Aslında söylenecek her şeyin özü “samimiyet” ile ilgilidir. Müslümanın yaptıklarının hikmeti, hulusi kalp ile eylemesinden gelir. Bu samimiyet mertebesi, samimi kullar olmayı gerektirir.

Allah ile kul arasına kimse giremez. Bizler kolaylaştıran ama güçleştirmeyen, nefret ettirmeyen Müslümanlar olmakla mükellefiz. Bizler kolaylaştıran bir Nebii’nin biricik ümmetiyiz. Bizler, “İçinde ümmetim olmayan Cennet’i ben neyleyim?” diye Rabbine yakaran bir Peygamberin şanslı cemaatiyiz. Böylesi büyük nimetlere sahipken, madde ile değil mana ile uğraşmak lazım gelir. Kamuda olduğu kadar, özel sektörde de yaşanan başörtü mağduriyetleri giderildiğinde, birbirimize hakiki dostlar olduğumuzda daha güçlü ve sarsılmaz olacağız inşallah. Dinin istismar edilmediği, kimlikleştirilmediği, metalaştırılmadığı, samimiyetin hükmettiği zamanlar dilerim.

Selam ve dua ile

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir