Dünya’nın geldiği halden hepimiz haberdarız elbette. Fakat açamıyoruz gözlerimizi. Kapılıp giderken ve içine alırken bizi bu anlamsız boşluk, baş kaldıramıyoruz düzene. Biliyoruz ki bitmeyecek siyasi kavgalar, açlık sona ermeyecek, savaşlar son bulmayacak ve dahi dinmeyecek yüreklerdeki sızılar. Neresindeyiz bu kargaşanın, bir Müslüman olarak !? Hemen söyleyeyim; seyir kısmı bize düşen. Bile bile, göz göre göre yokluğa sürünmeye devam ederken insanoğlu, Allah’ını unutan bir toplum oluyoruz farkında olmadan.
İstanbul’dan bahsediyor bi hocamız: Yapmak zor, yıkmak ise çok kolay diyor. Benim ecdadım İstanbul’da camiler, medreseler meydana getirdi, hemde ne zorluklarla… Neslimiz ise rezil rüsva eyledi İstanbul’u. Fatih Sultan Mehmed’in Ulubatlı Hasan’ın mirasını bu hale getiren bir nesilden ben şikayetçiyim Ya Rab. Benim maneviyatımı sona erdiren nesilden şikayetçiyim Ya Rab diyor.
Şikayetçiyiz evet! Sözde Müslümanlıktan şikayetçiyiz. Yozlaşan insanlıktan şikayetçiyiz. Neredeyse hepimiz, her gün birilerinden ve birilerinin yaptıklarından şikayetçiyiz. Yine soruyorum neresindeyiz bu şikayet ettiğimiz neslin? Veya ne yapıyoruz insanlığı kurtarmak için?
“Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” mantığıyla yaşayıp giderken hiç mi gelmiyor hatrımıza Allah’ın şu yüce kelamı: “İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur.” (Enfal Suresi, 73) Kötülüklerin önüne geçebilecekken kayıtsız kalmak, ayrılıkları gidermeye çalışmayarak gaflet içinde yaşamak, insanların ahirette büyük bir vebal altına girmesine sebep olabilir. Bu nedenle Müslümanların yapması gereken, yeryüzünde yaşanan olumsuzluklar için kötüleri suçlamayı bir tarafa bırakarak; fesadın ortaya çıkmasının ve hareket sahası bulmasının asıl sebebi olan sürtüşmeleri ortadan kaldırmak olmalıdır. Kuran ahlakını yaşamada Müslümanların ittifak etmesi, Allah’ın emridir ve yeryüzündeki barış ve huzurun tek çaresidir.
Yine bi ayet-i kerime de şöyle buyuruyor Allah-u Teala: “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe Suresi, 71) “Veli” kelimesinin anlamı, dost, koruyucu, yardımcı ve destekçidir. Öyle ise müminler; vicdan sahibi, güzel ahlaklı, dürüst ve samimi insanlar olarak birbirlerini desteklemeli, birbirlerine dost, yardımcı ve koruyucu olmalıdırlar.
“Dünya’yı kurtarmak bize mi düştü?” anlayışını bir kenara bırakmalıyız artık. Her birey kendinden sorumlu evet ama uyarmadığı, düzeltmeye çalışmadığı her Müslüman kardeşi için ahiret günü hesap verecek yaradana. Hem demiyor mu Rasulullah: “Müminler birbirini sevmekte ve birbirine merhamet etmekte, bir bedenin uzuvları gibidirler. Bedenin herhangi bir uzvu rahatsız olursa, diğer bütün uzuvları da rahatsız olur.” diye. Biz uzuvlarımızın bir çoğunu kaybetmiş haldeyken ve hiçbir şey için henüz geç kalmamış iken, son nefesimizi vermeden neden başlamıyoruz çevremizi düzeltmeye. Konu basit aslında. Önce kendimizden başlamalıyız, kendimizi sorumlu hissedip Allah’a sarılmalıyız ki, güçlenelim, rahmetine erişelim. Sonrasında ister istemez rahatsızlıklarımız peyda olacak ve atılacağız yanlışları ayıklamaya.
Korkularımız var. Uyardığımız insanların tepkisinden korkuyoruz mesela. Bize çağdışı, yobaz denmesinden korkuyoruz. Şeriatçı(!) damgası yemekten korkuyoruz. Allah’ın emir ve yasaklarını tüm cihana yaymak için çabalayan, bu uğurda benliğini yoksayan, kendini feda eden Muhammed(sav)’in korkak ümmetiyiz. Rabbi için koşulsuz şartsız savaşan, envai çeşit işkenceye maruz kalan, gerektiğinde en sevdiğinden vazgeçen sahabinin utanç verici torunlarıyız.
Müslümana, inanana, iman edene hiçbir şey zor değil. Tek eksiğimiz gerçek anlamda iman etmemiz. Bize şah damarımızdan yakın olan Rabbimize sarıldığımızda kim durabilir ki karşımızda. “O ne der, bu ne der” diyene inat “Allah böyle buyuruyor” diyebildikten sonra korkmamalı hiçbir müslüman. Kavgaları başlatan da bizleriz, bitirecek olan da…
Bu konuda Hz. Ebu Bekir’in şu ikazı, son derece anlamlıdır: “Ey insanlar ! Sizler, “Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz hidayette olduktan sonra, başkasının dalaleti size zarar, vermez” (Maide Sûresi,105) ayetini yanlış anlıyorsunuz. Biz Resululah’ın şöyle dediğini duyduk: “İnsanlar kötülüğü görüp de, onu değiştirmeye çalışmazlarsa, Allah’ın onlara umumi bir bela vermesi yakındır.”
Ve toplumdaki kötülerle iyilerin mücadelesini Resulullah, aynı gemide yer alan iki grup yolcu temsiliyle anlatır. Bir grup yolcu geminin güvertesinde, diğer grup yolcular ise, geminin alt katındadır. Alt kattakiler güvertedekilerden su isterler. Üstekiler ise, ne su verirler ne de onların su almak için yukarı çıkmasına müsaade ederler. Bunun üzerine, alt kattakiler, su elde etmek niyetiyle gemiyi delmeye başlarlar. Üsttekiler, buna engel olurlarsa hepsi kurtulacaklar; onları kendi hallerine bırakırlarsa, beraber boğulacaklardır.
Uyanmalıyız, inanmalıyız ve İslama sahip çıkmalıyız…
Yorumlar