Türkiye’nin çok satan romanlarından biri Huzur Sokağı. İlk yayınlandığı günden bugüne ilgi hiç azalmadı. Timaş Yayınları geçen hafta kitabın 101. baskısını yaptı. Kitabın yazarı Şule Yüksel Şenler’le dizi olarak çekilmesi gündemde olan Huzur Sokağı’nı, zor yılları ve konferans günlerini konuştuk.
Huzur Sokağı 1969 yılında gazetede tefrika edilmeye başlandığında büyük alaka uyandırdı. Roman o zamandan bugüne bir milyondan fazla sattı. Bu ilgi günümüzde de hiç azalmadı. Sürekli yeni baskıları yapıldı kitabın. Birleşen Yollar adıyla filmi de çekilen Huzur Sokağı, 101. baskıya ulaştı. Şule Yüksel Şenler, sadece Huzur Sokağı’nın yazarı değil. Gazete yazıları ve konferanslarıyla bir uyanışın mimarı olmuş, bu uğurda bedel ödemiş bir isim. Başörtüsünün kamusal alanda gözükmesinin öncülerinden. Şule hanım bugün yetmişli yaşlarını sürüyor. Sağlık sorunları sebebiyle vaktinin çoğunu evinde geçiriyor. Ama ziyaretçisi, arayanı eksik değil. Şule hanımla Huzur Sokağı yıllarını ve bugünü konuştuk.
Huzur Sokağı yayınlandığı 1969 yılından bugüne bir milyondan fazla sattı. Kitabın 101’inci baskısı yapıldı…
101. baskı diyoruz ama bu adet kitaplarım Timaş Yayınevi’ne geçtikten sonra, yani 1988 yılından bugüne ulaşmıs baskı sayısı. Asıl ondan evvel muazzam bir satış vardı. Onun için yüzüncü baskı demiyorum ben, yüzlerce baskı…
- Kitabın bugün de ilgi görüyor. Sizce neden?
Bu ilgi, alakayı ilk yazıldığı yıllara bağlayayım. Her şey niyetle başlıyor. Eğer niyetinizde ihlaslı, samimi iseniz yani sadece Allah rızası için bir şey yapmaya çalışıyorsanız karşılığı da böyle güzel oluyor. Huzur Sokağı sadece hizmet duygusuyla yazılmış bir roman. Ben romancı olayım diye yola çıkmadım. Çok okunsun, insanlar beni tanısın duygularından uzak ellerimi açar yalvarırdım: Allah’ım Huzur Sokağı’nı öyle geniş kitlelere duyur ki bu hakikatler pek çok hidayetlere vesile olsun. İslam’la barışık bir hayat sürsün insanlar. Sen bunu bana göster, diye dua ettim hep.
- O dönem ifade ettiğiniz hakikatleri niye roman formatında sunmak istediniz?
Huzur Sokağı’nın çıkışı çok enteresandır. Ben o yıllarda haftalık bir kadın gazetesinde yazılar kaleme alıyordum. Başı açık bir resmim vardı köşemde. Yalnız gazetenin sahibiyle anlaşamıyorduk. “Şule Hanım niye yazılarınızda hep Allah geçiyor? Başka mevzuda yazamıyor musunuz? Bahar gibi genç kızsınız.” diyordu. Risale-i Nurlarla tanışan ağabeyimin anlattığı hakikatler dökülüyordu kalemimden. Maneviyata karşı arayış içinde olduğum yıllardı. Birçok gruplara girdim çıktım. Ama maalesef hiçbirinde aradığımı bulamadım.
Bu arada ağabeyimin yakın arkadaşı Kemal Ural Bey, Şule dergisini çıkarmaya başladı. Bu mecmuada bir şiirim yayımlandı. Şule mecmuası için kısa bir roman ya da uzun bir hikaye yazayım diye aklımdan geçirdim. Karakterler zamanla oluştu. Bilal karakteri ağabeyimdir. Feyza da benden çok iz taşır. Fakat Şule dergisi kapandı. Rejisör Yücel Hekimoğlu, ağabeyim vasıtasıyla benden bir senaryo istedi, film yapacakmış. Ben de çatısı hazır olan hikayeyi senaryolaştırdım…
- Filmi o zaman niye çekilemedi?
Yücel Hekimoğlu senaryoyu okuyunca “Bu o kadar güzel duygularla yazılmış. O kadar tertemiz bir dünyayı anlatıyor ki. Bunu çekip de yazık edemem. Bunu benden kurtar.” demiş. Sonra Şevket Eygi Bey bunu öğreniyor. Ağabeyime “Üzeyir, Şule Hanım bunu roman yapsın biz de gazetede tefrika edelim.” diyor. Tefrika edildiği günlerde büyük yankı uyandırdı. Gazetenin tirajı muazzam arttı.
- Peki siz iyi bir roman okuru muydunuz? Klasikleri okumuş muydunuz?
Evet okumuştum ama romancılığı ben tamamen Allah’ın lütfu olarak görüyorum. Huzur Sokağı’nı yalnız İslami camia okumuyor. Her kesimden okuru var. Ziyaretime gelen, mektupla ya da telefonla ulaşan insanlardan “Romanı okudum, yepyeni bir hayatı önüme açtı.” diyenler oldu. Bir ara roman neşredilmemişken devamlı telefonlar, telgraflar alırdım. Bir kızımız oldu, ismini Şule koyduk, Şule Yüksel koyduk diye… Roman yayınlandıktan sonra gelen telefonlarda, mektuplarda ise “Bir kızımız oldu, ismini Feyza koyduk.” diyorlardı. Ben de latife yapardım. Neredeyse kıskanacağım Feyza’yı diye… O dönemde Necip Fazıl, Nurettin Topçu, Sezai Karakoç gibi yazarlarla temasınız olmuş muydu hiç?
Necip Fazıl Bey’le çok münasebetlerimiz oldu. Hep takdirlerini işittim kendisinden. Biliyorsunuz Necip Fazıl kolay kolay kimseyi beğenmezdi. Ama acize çok saygısı vardı.
- Hayatınızda konferansların büyük yeri olduğunu biliyoruz. Anadolu’da birçok il ve ilçelere gittiniz. Kim organize ediyordu programları?
Şimdi olduğu gibi dernekler, cemiyetler vardı. Mesela Ankara Dil Tarih’teki konferansı İmam Hatip Mezunları Cemiyeti tertip etmişti. Din görevlileri çağırıyordu. Şimdiki gibi rahat konuşacağımız salonlar yoktu. Sinema salonlarında konferans veriyordum. Hatta salon yokluğundan Paşabahçe’deki içki fabrikasında bile konuşma yaptım. Oralarda konuşurken manen acılar içinde kıvranırdım.
- Salonlardan taşan bir kalabalık sizi dinlemeye geliyormuş?
Bugünün mitinglerini tahayyül edin. Salon dolmuş olurdu. İnsanlar sokaklarda, caddelerde… Konuşmalar caminin belediyenin hoparlörlerinden yayınlanırdı.
- Medya bu duruma tepki gösterir miydi?
Konferanslardan sonra Çetin Altan, Metin Toker, İlhami Soysal, İlhan Selçuk, Falih Rıfkı Atay aleyhimde çok yazılar yazdı. “Sıkmabaş Şule” diye yazarlardı.
Bülent Ecevit, mitingini iptal etmek zorunda kaldı
- Konferanslardan unutamadığınız hangisidir?
Zonguldak’taki konferansı unutamam. Seçim dönemiymiş. Ben dur durak tanımıyorum. Zonguldak’tan davet aldım. Şehre doğru geliyoruz. Duydum ki aynı gün Bülent Ecevit’in de mitingi var. Konvoylar karşılaştı. O gruptan bizim konvoya “Kadın peygamberinizi getiriyorsunuz” şeklinde sözler sarf edildi. Bu söz üzerine iki taraf birbirine girdi, kavga çıktı. Neyse konferansın yapılacağı salona geldim ki tıklım tıklım. Caddelerde, sokaklarda insanlar… Bülent Bey’in mitingi yapacağı meydan da dolmuş… Bülent Bey ertesi güne erteledi mitingini. Rahşan Hanım kalıp sonuna kadar dinlemiş konferansı…
- 1990’lı yıllarda pek göremedik sizi. İnzivaya mı çekildiniz, bir kırgınlığınız, küskünlüğünüz mü vardı?
Bu davaya baş koyduğumda söylediğim bir şey vardı. 90 yaşıma daha gelsem elimde bastonum, evlatlarım diye dolaşırım, yazacaklarımı yazarım. Sizin niyetiniz bu… Birçok imtihanlar yaşadım hayatımda. Bunların her biri ayrı bir yıkıntı meydana getirdi. Keşke demek dinimizde pek makbul görülmüyor. Ama keşke hiç evlenmeseydim dediğim oluyor. Hakikaten evlilikten sonra ne kadar gayret ederseniz edin eskisi gibi olamıyorsunuz. Ama şunu da söyleyeyim. Bütün yıllar zarfında ne çekersem çekeyim konuşamadığım, yazamadığım zamanlarımın her bir saniyesi de hep o aşk ve heyecan içinde geçti…
- Sağlığınız da elvermedi sanırım koşturmanıza….
Siz istediğiniz kadar samimane isteyin bir şeyi. Rabb’im koş dediği zaman koşturtuyor. Dur dediği zaman durdurtuyor. Aile hayatımdaki değişmeler ile sıhhatimde çok büyük arızalar meydana geldi. Doktordan doktora, hastaneden hastaneye koşturdum. Bugün hep inzivayı arzuluyorum. Çünkü sıhhatim bozuk. Gönlüm çok kırık ama. Sıhhatim düzgün olsa bütün gönül kırıklıklarıma rağmen yaşlı da olsam koştururum.
- O günlerden bugünlere çok şey değişti… Siz nasıl görüyorsunuz gelişmeleri?
Hayalini dahi kuramayacağımız güzel şeyler oldu. Sahip olamadığımız pek çok imkana kavuştuk. Konforumuz yerinde, hayatımız güzel. Ama o günkü o heyecanı, o dayanışmayı ben maalesef bugün yeteri kadar göremiyorum. Ama o mahrumiyet zamanlarındaki İslami şuuru ben bugünkü nesilde göremiyorum.
- Sağlığınız nasıl şimdi?
Akciğer hastalıkları ile ilgili bir problemim var. En ufak bir soğuk algınlığında hastalık nüksedebiliyor. Biliyorsunuz felç geçirmiştim, birinin yardımı olmadan tek başıma düzgün bir şekilde yürüyemiyorum. Baharın soğuk aylarında ve kışın köstebekler gibi hiç dışarı çıkmadan yaşıyorum.
‘Tayyip Bey damadım, Emine kızım’
Tayyip Bey o zamanlar 25 yaşlarındaydı. Bir gençlik derneğinin başkanıydı. Bizim işlerimizi de görür, ilgilenirdi. Pek çok programda gençlik adına elinden plaketler, çok çeşitli hediyeler aldım. O yıllarda ona şöyle dediğimi hatırlıyorum: “Tayyip, sende liderlik ruhu var, inanıyorum ki bir gün sen bu milletin başına geçeceksin, adımlarını ona göre at. Ben böyle hissediyorum.” Böyle bir tecelliyi o zamanlar umut ediyorduk. Umudumuzun gerçekleşmesi karşısında hem çok şaşırdım ben bahtiyar oldum. Tayyip Bey’le de Emine Hanım’la da irtibatımız bugün de sürüyor. Telefonda görüşüyorum.
Başörtülü yazar kızlarımızı iftiharla takip ediyorum
Bugün gazetelerde, televizyonlarda başörtülü kızlarımızı görüyorum. İftihar ediyorum hepsiyle. Allah hepsinden razı olsun. Bu yolda gitsinler, selametler diliyorum. Düşünebiliyor musun ben o konferansları verirken, yazıları yazarken yüzlerce davam var. Bir ayağım devamlı mahkemede. Bütün günü mahkemede geçiriyordum.
Kitap 481 552 608 sayfa basılmış farklı yıllarda sayfa sayısındaki bu farklılığın azalmanın sebebi nedir kesme atlama mı yapmışlar bazı yerleri yoksa küçültme mi yapılmış acaba