Yazılarımda sıklıkla anlatmak isteğim şeyi yaşadığım bir hatta bir kaç olayla harmanladığımı fark ettim. Bu belki biz ‘lafı uzantanların’ ortak bir özelliğidir. Belki de kıyısından köşesinden bir şeyler yazıyor olmanın verdiği bir dikkatli bakma halidir. Tam olarak hangisinden kaynaklandığını bilemiyorum. Belki içinizde, aman her konuyla ilgili de yeni yaşanmış bir anısı var, bu kadar tesadüfe inanmam, diyenleriniz vardır bu yüzden açıklıyorum; dikkatli bakın size de oluyordur.
Benzer sıkıntıları lise biterken, üniversite biterken de yaşamıştım fakat tecrübenin fayda sağlamadığı alanlarda yürüyorum kural bu; yüz kere de sıkılsan yine sıkılacaksın o bitiş anlarında dolayısıyla yüksek lisans biterken de yaşıyorum bu sıkıntıları. ‘‘Ne yapacağım? Ne olacak? Bu tez bitecek mi? Dil meselesi hallolacak mı? İş güç, gelecek kaygısı, ‘sen şimdi ne oldun?’ diye soran akraba-i taallukata ne diyeceğim?’’ soruları etrafında şekillenen bu sıkıntılar, ‘…Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler…’ âyetinde bahsedildiği gibi değil de ayaktayken, otururken, yan yatarken, yerken, içerken kısacası her türlü ahval ve şeraitte bu soruların beynimi yemesine neden oluyor. Oluyordu. Neden mi geçmiş zaman kipi? Hâlâ zaman zaman yoklasa da bir süredir daha hafiflemiş hissediyorum kendimi.
Hatırımı soran bir arkadaşıma ‘her şey iyi her şey belirsiz, belirsiz ve iyi birbirini dışlayan şeyler aslında ama bir düzen tutturmaya çalışıyorum’ demişim sonra da unutmuşum. Günler sonra dinle diyanetle pek de ilgisi olmayan, muhtemel ateist, başarılı bilim adamının müthiş ilham veren bir yazısını okudum. Kafamda bazı ışıklar yanmaya başladı. Geleceğe dair plân yapmaya inanmadığını söyleyen ilkesi “Canının istediği şeylerin yapabildiğin kadarını yap, istemediği şeylerin ise yapmayabildiğin kadarını yapma” olan başarılı bir insanın ağzından çıkıyordu bunlar. Nasıl heyecanlanmam. Boşvermişlikten bahsetmiyordu elbette ben de bunu istemiyorum zaten. Fakat gelip gelmeyeceği bile belli olmayan bir gelecek için uzun vadeli ve ‘kesin’ plânlar kurup bugünü heba etmek, onun stresiyle içinde bulunduğun anı kaçırmak da pek işime gelmiyor. Öte yandan asıl bakmamız gereken açıdan bakıp kendimizi bıraksak, dileyenler zamana bizler Allah’a teslim olsak ki o en güzel plân yapandır, bugünümüzü ferah bir yürekle yaşar gelecek içinse umut taşımaya devam etmez miyiz? İşte böyle bu yazıyı henüz okumuş ve düşüncelere dalmışken bahsi geçen arkadaşımdan cevap geldi: ‘belirsizlikler iyidir, teslimiyeti gerçek kılmak imkânı da demek belirsizlik… yani nimettir hatta’ daldığım düşüncelere nokta koyan içimdeki sıkıntılardan bir anlamda sıyrılma imkânı sunan da bu cevap oldu işte. Belirsizlik teslimiyeti gerçek kılma imkânı sunuyordu, her belirsiz durum Allah’a ne kadar güvenip sırtını ne kadar dayayabildiğini ölçmek için verdiğimiz bir imtihandı belki.
Kendi hayatımdan çok basit bir örnek vereyim; liseye grafik tasarım okuyarak başladım dolayısıyla okula başladığımda grafiker olacağımı düşünüyordum. Fakat daha hazırlık sınıfı bitmeden ertesi yıl imam hatip lisesine geçiş yapmaya karar vermiştim. İmam hatipte okurken de ilahiyat fakültesine gitmeyi düşünmüyordum fakat sonunda bu şekilde karar verdim (belki şartlar bunu gerektirdi) ve ilahiyat fakültesine gittim. Hayatımla ilgili böylesine büyük bir değişim dört yıl içinde oldu. Hazırlık sınıfındaki Zeynep’e ilahiyatçı olacaksın deseydiniz muhtemelen aldığınız cevap hoşunuza gitmezdi. İlahiyata başladığımda ise bitirdiğimde edinebileceğim bir meslek görünmüyordu. Okurken öğretmen olma hakkı elde ettik gibi örnekleri çoğaltabilirim elbette.
Ne dersiniz? Size de olmuyor mu sabah kalktığınızda bir önceki gün uygulamak üzere aldığınız kararın tam zıddını yaptığınız olmadı mı hiç? Böyleyken böyle… yaşadığımız gün için bile plânlar tutmazken uzun vadeli plânlar yapıp ‘işimizi şansa bırakmamak’ adına kaybettiğimiz zamana ve yitirdiğimiz teslimiyetin o tatlı hazzına yazık olmuyor mu?
Yorumlar