Nasıl öldürürüz bu insanlığın egosunu. O kadar ayyuka çıkmış ki, vahametini gördükçe korkuyorum sonumuzdan. Sorsan hepsi Allah’ın kulu; ama eser yok dinden, imandan. Ağır konuşmak doğru mu diye düşünürken; ‘ezilen, zulme uğrayan kitlelere, zulme uğradıklarını hatırlatmak, onları mustaz’af olduklarının bilincine vardırmak, vahyî sorumluluğumuzun gereğidir ve Müslüman, Allah’ın sevmediği insanlara en küçük muhabbet besleyemez’ diye bir not okudum ve ardından şu ilahi kelam canlandı zihnimde “Şüphesiz Allah müstekbirleri sevmez” (16/Nahl, 23 ).
Müstekbirleri şöyle tarif ediyor bir hocamız: “Müstekbir, kalbindeki hastalığın (2/Bakara, 10) gözüne de yansıdığı (2/Bakara, 18) kimsedir. O yüzden gözleri sirk aynaları gibi çarpık gösterir. Küçüğü büyük, büyüğü küçük gösteren çukur ve tümsek aynalar gibidir bakışları. Kendilerini dev aynasında, başkalarını da cüce görmeleri bundandır. Hakkı bâtıl ve bâtılı da hak görmeleri de aynı hastalığın belirtisidir.” Bir hastalık olarak adlandırılıyor ve nitekim öyledir de. Çağımızın en büyük hastalıklarından. Hemde bir dinsizin değil, bir Hristiyan’ın veya Yahudi’nin değl.. Biz Müslümanların hastalıklarından! “Ben” olgusu öyle yerleşmiş ki o mütevazi Rasül’ün ümmetine, ne acizden haberdar ne de düşkünden. Öyle düşmüş ki dünyalık derdine; ne tevazu kalmış ne de vicdan.
Bizi, müslümanlığımızdan dolayı küçük göreni, “hayvandan aşağı” (7/A’râf, 179), “yaratıkların en şerlisi” (8/Enfâl, 55), bir “pislik” (9/Tevbe, 28) “sağır, dilsiz, kör ve akılsız” (2/Bakara, 171; 8/Enfâl, 22) görmek zorundayız amenna ve saddakna. Ancak Müslüman kardeşini kendinden aşağı görenlerin vasfı ne olacak onun endişesi sardı beni. Sen ki bilensin senden büyük Allah var. Şeytan: Kibirlenip büyüklük tasladı; herkesin hakaretle/lânetle andığı aşağılık mahlûk oldu. Firavun: Kibirlendi, hem de “ben sizin en yüce rabbinizim” diyecek cür’et gösterdi (79/Nâziât, 24); herkese secde de ve küçülmüş vaziyette teşhir edildi. Bunları biz Müslümanlar da bilmezsek kim bilecek? Müslümanın görevi kurtarılmak değil; kurtarmakken, batılı yok sayıp, ona kapılanları Hak’ka çağırmakken; nereye sürükleniyoruz böyle!
“Müstekbirler, önlerine diz çöktüğümüz için büyüktürler; o halde biz de ayağa kalkalım!” Onlar bizim tevazumuzdan yüz bularak büyüklenirler. Yapmamız gereken kötüyle kötü olmak değil; aksine tevazu da ısrarcı olup karşımızdakini utandırmaktır, salih bir kul olup kendilerini aynayla yüzleştirmeye zorlamaktır, kamil mümin olup tek büyüğün ALLAH olduğunu vurgulamaktır!
Gerçek anlamda büyümektir; kendimizi Allah için âciz/küçük görmek. Gerçek anlamda küçülmektir; kendimizi büyük görmek. Peygamberimiz buyuruyor ki: “Tarafımızdan en çok sevilenleriniz ve ahirette bize en yakin olacak olanlarınız, en iyi huylularınızdır. Buna karşılık nefretimize en layık olanlarınız ve âhirette bizden en uzak kalacak olanlarınız da bütün gevezeler, alaycılar ve kendini beğenmişlerdir.” Başka söze ne hacet. Nasıl da güzel ve net tarif ediyor Allah’ın Resulü. Ve hala bunca ilahi mesajdan haberdar olmayıpta gaflete düşen varsa şu çağda, vay onların haline.
Ölçü belli: “Kâfirlere karşı şiddetli/çetin; kendi aralarında merhametli olmak” (48/Fetih, 29) “Mü’minlere karşı alçak gönüllü/şefkatli; kâfirlere karşı onurlu ve zorlu olmak” (5/Mâide, 54)
Allah-u Teala bu ayetleri biz anlayalım ve hayata geçirelim diye gönderdi. Müslüman demek kibriyle, dalkavukluğuyla anılan değildir! Müslüman; tevazusuyla kendisine hayran bırakan, şefkatiyle örnek alınan, takvasıyla saygı duyulandır. Müslüman; insanlığın en güzel temsali olmalıdır. Bizler de bu yüce sorumluluğumuzun artık farkına varmalı ve ona göre davranmalıyız.
“Bin bahar gelip geçse taşın yeşermesi ne mümkün. Kabahat baharda değil senin kibirle taşlaşmış gönlünde. Sen toprak gibi alçak gönüllü olmaya bak. Gör o zaman o gönül toprağından nasıl renk renk güller açılıyor, baharlar yeşeriyor.” (Mevlânâ)
Yorumlar