Şehrimden kilometrelerce uzakta, denizden gelen sıcak bir rüzgar yüzüme vururken düşünüyorum, yol mudur giden, yolcu mudur yoksa? Yollar, arşınlara müptela uzayıp giderken sonsuza kimbilir hangi suretlere de tanıklık eder, yüzyıllar boyunca… Kimbilir?
An gelir insan, kendini hiç bilmediği bir coğrafyada, hiç tanımadığı yüzlerin arasında bulur. İlk defa gördüğü bir dünya yemişine tanık olur. Kendini, hiç tatmadığı bir yemeğin sofrasında bulur. Türlü adetler, türlü alışkanlıklar… Ne kadar insan varsa, o kadar da hayat var belli ki şu dünyada… Kaldırımlar yabancı, insanlar yabancı, sözler yabancı, nasıl da yabancıdır her şey… Tüm bu yabancılıklar arasında bir taraftan keşfetmeye çalışırken, bir taraftan da hep “ en bilindik “, “ en aşina “ olanı arar gözler… Nasıl aramasın ki ! İklimi, suyu, kokusu bambaşka bir yerde, sen hep kendi yağmurlarını özlersin. Yeşilini özlersin dağlarının, akan ırmakların sesini özlersin. Sahurdaki top seslerini, Ulucamii’den yükselen ezanı, gökyüzünü, gökyüzünün maviliğini özlersin. Pencereden baktığında, gördüğün şehrin siluetini özlersin, o şehirden kilometrelerce uzakta… Özlersin işte ! Gittiğin her yerde, gözlerinde taşırsın özlemi, ha aktı ha akacak bir yağmur damlası gibi…
Yollar, yaban; yolcular yabancıdır… Ait olmadığımız topraklarda her şey ne kadar yabancıysa, biz de o topraklar ve o suretler için o kadar yabancıyız aslında. Sanki herkes bilir “ yabancı “ olduğunu. Şehrin en bilindik caddesinin tam ortasındayken, şehrin en bilindik caddesini sorduğunda sana bakan şaşkın gözlerden anlarsın, aslında senin de onlar için bir “ yabancı “ olduğunu… Kerebiçin ne olduğunu sorduğunda, bir kelimenin anlamını sözlükten bile bulamadığında anlarsın, aslında onlar sana değil, sen onlara yabancısın …
İlla ki olur; mecburiyetler, ihtiyaçlar ve türlü türlü ihtimaller yola koyar insanları. Bazen gönüllü, bazen gönülsüz, elde bir bavul çıkılır yollara. Yollar bazen bilindik, bazen bilinmedik; bazen tanıdık, bazen tanımadık… Nedense otobüsün, geminin, uçağın her ne ise onun, kalkış esnası hep bir hüzünlü olur. Allah’a emanet edersin, Allah’a emanet edilirsin ve ardında bıraktığın o şehri daha şimdiden özlersin… Böyledir yolculuklar. Yollar ve yolcular ancak yolculukta buluşurlar…
Bir hadiste okumuştum, yola çıkmadan evvel hatrıma düştü. Şöyle diyor hadis : “ Gittiğiniz yerlerde işlerinizi halledin ve menzilinize tekrar dönün ! ” Sayılı gün çabuk geçer, her yol, menziline varır biiznillah. Her yolun sonunda yediğimiz, içtiğimiz bizim olur; gördüklerimiz kalır geçmişin hatıralarına…
Yollar yürünür, yolcular o yollarda yürür. Tıpkı hayat gibi… Ne kervanlar biter, ne kervansaraylar… İster yeryüzü coğrafyaları olsun, ister ruhun coğrafyası, istikametteki her yol bir şeyler öğretir insana.Her yolculuk, “ yabancı ” olanı bir nebze aşina kılar. Kainatın bir tarafını daha aydınlatır. Ne, çok gezen bilir, ne de çok okuyan ! Aslında en çok gezerken de, okurken de “ gören gözler ” bilir. Tüm yolların hayra çıkmasına ve her adımdaki hayrı görebilme umuduyla…
Selam ve dua ile
Yorumlar