Derviş Yunus söyler sözün, yaş doludur iki gözün
Bilmeyen ne bilir bizi, bilenlere selam olsun…
Modern yüzyıllarda yaşamanın bedellerini ödüyoruz hepimiz. Bu kargaşa, bu kargaşa ve anlaşılmazlık hep ondan… Hızla akıp giden şu zaman içerisinde, herkesin aynı anda konuşup, aynı anda işitilmediği, anlaşılmadığı, birbirini incittiği şu zor zamanlarda sanırım insan en çok huzur veren yerlere; belki bir masala, belki bir düşe, belki de bir sükûta sığınmayı seçebiliyor. Yunus Emre şiirleri de güzel bir sığınak. Şiirleri terapi etkisi yaratıyor insanda. O vakit bu hafta Yunus’a sığınıp, Yunus’u yâd edelim satırlarda…
Sordum Sarı Çiçeğe
Yunus Emre’nin “ Sordum Sarı Çiçeğe” isimli ilahisini, Geyikli Baba ziyareti sırasında, Uludağ’da yazdığı rivayet olunur. O yüzden gözlerim ne vakit şu ulu ve hikmetli dağa uzansa, zannederim ki bir vakit yolu Bursa’ya da düşen, Yunus Emre gezinir dağlarda.. Zannederim ki, sarı bir çiçeğe sorar Yunus ve bir ilahi yükselir yeryüzünden, belki de gökyüzünden.. Bilirim ki, boynu eğri olan her çiçeğin kalbi Hakk’a doğrudur. Bilirim ki çiçeğin rengi, ay ile gün nurudur. Velhasıl Uludağ’a baktıkça Aşık Yunus’u, Derviş Yunus’u, Biçare Yunus’u ararım sanki her çiçeğin başında…
Sordum sarıçiçeğe
Ademi bilür misiz
Çiçek eydür ey derviş
Adem binde biridir
Sordum sarıçiçeğe
Sen Sırat’ı gördün mü?
Çiçek eydür ey derviş
Cümlenin ol yoludur
Yollar Nereye Varır?
Anadolu Selçuklu Devleti’nin en ihtişamlı zamanlarında, devletin tepesinde yaşanan taht kavgaları, Moğol saldırıları Anadolu Selçuklu Devleti’ni iyice zayıflatır; devletin çözülüşünü ve çöküşünü hazırlayan bu sıkıntılar tüm ülkeyi sarar. İşte tam da bu sıkıntılı zamanlarda bir de kıtlık ile imtihan olur insanlar. Sanki toprak da bozulmaya yüz tutmuş, buğday vermez olmuş, bereketini insanlardan esirger olmuştur. Ailesini çiftçilik yaparak geçindiren Yunus düşüncelidir. Ne bir meyve, ne bir sebze, ne de hayvanlar için bir tutam yeşil ot.. Bu yokluğa çareler arayan Yunus, Kırşehir’de keramet sahibi, yardımsever bir insan olan Hacı Bektaşi Veli’den yardım almaya ve kendisinden buğday istemeye karar verir ve yollara düşer…
Yunus Emre Ve Hacı Bektaş Veli Buluşuyor…
Günler süren bir yolculuğun ardından Yunus, Hacı Bektaş Veli’nin dergâhına varır ve huzura kabul edilir. Böylesine kerem sahibi bir insanın kapısına eli boş gitmek istemeyen Yunus Emre, yolda heybesine doldurduğu olgun alıçları Hacı Bektaş Veli’ye ikram eder. Derdini açar, yokluk halini anlatır ve buğday ister. Hacı Bektaş Veli, bu engin gönüllü, seçkin misafirinin manevi derinliğini hemen fark eder ve kendisini hemen geri göndermek istemez. Yunus Emre birkaç gün dergâhın misafir olur. Büyük bir mana kapısının eşiğinde olduğundan bi’haber olan Yunus’un ise tek derdi buğdayı alıp bir an önce ailesine, köyüne dönmek ve insanların sıkıntılarını bir miktar da olsa hafifletmektir.Yunus bu düşüncelerle uykuya dalar.Vardığı yol onu bir buğday tanesinin çok ötesine götürecektir..
Buğday Mı, Himmet mi?
Yunus, kendisine gösterilen alakadan memnun olsa da, vakit geçirmeden köye dönme hesapları yapmaktadır. Yunus’un bu acelesinin farkında olan Hacı Bektaş Veli, ona manevi bir ikramda bulunmak üzere dervişlerinden birini çağırır:
-Sorun bakalım, der. Misafirimiz buğday mı ister, himmet mi verelim?
Derviş, Yunus’a gider ve Hacı Bektaş Veli’nin söylediklerini bildirir. Yunus söylenenleri duyunca:
-Ben himmeti ne yapayım, bana buğday gerek. Evdekiler beni bekler, diyerek buğday istediğini bildirir.
Yunus’un cevabı Hacı Bektaş Veli’ye ulaşır, o ise tekrar haber gönderir:
-İsterse getirdiği alıçların her tanesi için himmet verelim.
Ailesinin halini düşünen Yunus, tekrar buğday istediğini belirtir. Öyle zorluklar görmüştür ki, o an için himmetin değerini düşünebilecek gibi değildir. Hacı Bektaş ise bu seçkin misafirine illa ki bir manevi ikramda bulunmayı istemektedir. Yunus’a üçüncü bir haber daha gönderir:
-İsterse getirdiği alıçların her çekirdeği sayısınca on himmet verelim.
Yunus’un cevabı aynıdır:
-Ben buğday istiyorum.
Yunus’un bu cevabı karşısında Hacı Bektaş sessiz kalır. Yunus, çuvallarına buğday konularak köyüne uğurlanır..
Himmetin Yükü, Buğdaydan Ağır Gelirse…
Yunus köyüne varmak üzeredir. Ancak içinde bir pişmanlık bulutu yağmurunu ha döktü ha dökecektir. Maddiyatın geçici, maneviyatın ise baki olduğunu idrak eden Yunus, tekrar Hacı Bektaş’ın kapısında bulur kendisini.
Hacı Bektaş’a haber gönderir:
-Ne istediğimi bilemedim. Cahilliğime versin. Buğday gerekmez imiş, himmet isterim.
Mana aleminde olacaklardan haberdar olan Hacı Bektaş, Yunus’a haber gönderir:
-O şimdiden sonra olmaz. Biz, onun kilidinin anahtarını Taptuk Emre’ye verdik. İsterse varsın, ona gitsin…
Taptuk Emre’nin Dergahında..
Yunus ne kapıdan ne de bir anahtardan haberdardır hâlbuki… Sorular da, cevaplar da kalpte olunca bir anahtar yaraşır, bir kul yetişir ya yardıma, Taptuk Emre işte o yetişen kul olur Yunus için… Taptuk Emre’nin kapısına varır, içeriye buyur edilir. Taptuk Emre:
-Safa geldin. Durumun bize malum olmuştur. Emek ver, himmetini al, der. Ve Yunus dergâha kabul edilir. Yunus dergahın oduncusu olacaktır…
Yunus’a Hakk açtı kapı
Yunus Hakka’a kıldı tapı
Baki devlet benim imiş
Ben kul iken sultan oldum
İmtihan ve nefs terbiyesi ile geçen uzun yıllar Yunus’u her gün biraz daha pişirecektir. O beşer Yunus, buğdayı isterim, himmet istemem diyen Yunus, gün gelecek faniliğinden, beşerliğinden arınacak, tüm kalbi himmet dolacaktır.. Gayreti ve aşkı onu yücelere ulaştıracaktır.. Yunus verir canını Hak’ın yoluna. Çünkü bilir ki can verilmeyince, canan bulunmaz..
Tapduk’un tapusunda
Kul olduk kapısında
Yunus miskin çiğ idik
Piştik elhamdülillah
Vakit Tamam Olunca..
Hangi bülbül gizler ki gülden terennümünü. Yunus da gizlemedi. Daha doğrusu gizleyemedi. Taptuk Emre’nin kapısında her gün biraz daha yandı. Her gün biraz daha kavruldu içi. Ve bir mecliste bir gün, vakit tamam olunca bir nehir gibi akmaya ve çorak gönülleri yeşertmeye başladı sözleri.. Bir küp içinden çıkan hazine gibiydi kelimeleri. Nakış gibi, dantel gibi ilmek ilmek dokunan bu sözler belli ki söyleyenin ötesindeydi. Yunus’u dinlemek, söyleyen dışında “söyleten”i de hatırlamaktı aslında.
Hayra döndü benim işim
Endişeden azad başım
Nefsimin başını kestim
Kanatlandım uçar oldum
Değil mi ki Yunus aşka bulanmıştır, irşad ve tebliğ vazifesi de ona haktır. O artık irşad ve tebliğ için, Hakk aşkı için tutuşturacaktır sözlerini. Yunus böylece yollara vurur kendini. Sebep, hasret midir, sıla mıdır bilinmez ama Yunus dile gelmiştir bir kere..
Ya elim al kaldır beni
Ya vaslına erdir beni
Çok ağlattın güldür beni
Gel gör beni aşk neyledi
Yunus Emre Konya’da
Bu cihandan vazgeçip de dost illerine uçan Yunus, başka bir manevi kapıda bulur kendini, başka bir gönül dostuyla.. İlahi aşk ile dolan ve il il dolaşan Yunus Emre, Konya’ya vardığında Mevlana Celaleddin Rumi’yi de ziyaret eder.
Mevlana Hüdavendigar bize nazar kılalı
Onun görklü nazarı gönlümüz aynasıdır
Mevlana bir gün etrafındakilere şöyle söyler: “ Ben tasavvuf mertebelerinin hangisine yükseldiysem, şu Türkmen kocası Yunus’un benden önce o makama ulaşmış olduğunu gördüm..” Yunus Emre ile Mevlana’nın muhabbeti tarihte pek çok yere de not düşülmüştür. Bu muhabbet Mevlana öldükten sonra da, Mevlana’nın oğlu Sultan Veled ile devam etmiştir. Hatta Yunus Emre, Sultan Veled ile birlikte bizzat Mevlana için yapılan türbe inşaatında birlikte çalışmış, fakat Yunus Emre’nin kerameti açığa çıkınca Yunus Emre izin istemiş ve Hakk’a varan yollarda, başka illere yürümeye devam etmiştir.
Dervişlik Dedikleri Hırka İle Taç Değil!
Yunus Emre öyle yüce bir gönül insan ki, değil bir yazıya, bir kitaba dahi zor sığar zannımca. Bazı insanları kalem bile yazarken ürperiyor. Yunus da öyle… Bir gün yorgun ve perişan halde yoluna devam ederken bir dergâh görür ve belki bir ilim, bir lezzet bulurum düşüncesiyle dergâha doğru yürümeye başlar. Ancak o sırada o dergâhtan birkaç derviş karşısına dikilir ve kim olduğunu sorarlar. Yunus Emre bir derviş olduğunu söyleyince, gülerler: “Senin sırtında hırkan, başında tacın yok. Bu nasıl dervişlik?” diyerek onu hakir görürler. Yunus bu sözlere gücenir. Hakk aşığı bir insan, nasıl olur da kalp kırar, bir hırkaya tamah eder diye diye yanan durur. İçine ateş düşen Yunus’un o sırada şu dizeler dökülür dilinden:
Dervişlik dedikleri
Hırka ile tac değil
Gönlün derviş eyleyen
Hırkaya muhtaç değil
Sözlerini bitiren Yunus oradan uzaklaşmaya başlar. Hatalarını anlayan dervişler, Yunus Emre’den af dilerler. Onlarda mana aleminin izlerini dahi göremeyen Yunus, onlarla yaptığı birkaç sohbetten sonra yoluna devam eder.
Biraz Daha Kalsan Kazanı Donduracaktın?
Yunus Emre ile ilgili anlatılan kerametlerden biri de bir gaza sırasında ortaya çıkar. Rivayete göre, düşmana esir düşen Yunus Emre kazana atılır. Haşlandığından emin olduğunu düşünen düşmanlar kazanın kapağını açınca karşılarında diri Yunus’u görünce dehşetten ne yapacaklarını şaşırırlar. Yunus Emre dergaha döndüğünde Taptuk Emre sorar: “Biraz daha kalsan kazanı donduracaktın. Bu ne iştir Yunus?”, deyince şu mısralar nakşolur Yunus Emre’den;
İbrahim’e Nemrud odun
Aşktır gülistan eyleyen
Aşktan nazar ericeğiz
Gülzar oldu nar olmadı
Gönül İbrahim olmuş, Yunus ne yapsın..
Bir Molla Kasım Gelir…
Yunus Emre’nin kerametleri vefatından sonra da devam eder. Yunus Emre’nin vefatından uzunca bir zaman sonra, Molla Kasım adında bir zahit rivayete göre Yunus Emre’nin üç bin kadar şiirinin bulunduğu kitabı alır ve bir nehir kenarına gider. Bazı hoşuna gitmeyen şiirleri yırtıp nehre atarken bir şiirin son mısralarında donakalır. Şöyle söylemektedir Yunus Emre:
Derviş Yunus bu sözü
Eğri büğrü söyleme
Seni sigaya çeken
Bir Molla Kasım gelir
Yunus Emre, ne kadar okunsa o kadar terbiye eden, o denli çarpan sözleriyle bugünün insanına da ulaşmaya devam ediyor. Kalbi kibir ve kinden arındırmayı, doğru söylemenin önemini, mütevazi olmayı her şiirinde kulaklarımıza çalan bir Hakk aşığı Yunus Emre..
Dertli ne ağlayıp gezersin burda
Ağlatırsa Mevla’m yine güldürür
Nice dertli kondu göçtü burada
Ağlatırsa Mevla’m yine güldürür
Yunus Emre’nin 80 yaşlarında vefat ettiği ve Eskişehir yakınlarındaki Sarıköy’yde bir türbesinin olduğu bilinmektedir. Hatta Yunan işgali sırasında, Yunanlılar tarafından yakılıp yıkılmıştır. 1948 yılında bu bölgeye bir tren hattı tasarlanmış, fakat tren hattının tam da Yunus Emre’nin mezarının üstünden geçtiği görülünce, mezarın 50 metre sağa alınmasına kararlaştırılmıştır. Mezar büyük bir özenle açılır ve içinden, bir eli başının altında, bir eli kalbinin üstünde, bozulmamış bir naaş çıkar. Türkiye’nin her köşesinden gelen insanlar eşliğinde naaş tekbirlerle, dualarla defnedilir.
Dua o ki, kalbimizin Yunus olan tarafı hiç bitmesin. Yunus Emre’nin Allah aşkı ve Resulullah (s.a.v) sevgisi ve dahi insanlığı, sadeliği, tevazusu hepimiz için örnek. Anadolu erenler diyarı. O zatları anlamak, ilim kazanmak da hem bir nasip, hem de bir emek işi.. Yunus Emre’nin de dediği gibi: “Çeşmelerden bardağın / Doldurmadan kor isen / Bin yıl orada durursa / Kendi dolası değil..”
Elbette ki dünya geçici, iyilik kalıcı, ölüm bakidir.. Kendi gölgesinden sıyrılan insan, an gelir ki aşka ve baki olana yükselir. Öyleyse, birbirini işitmeyenler birbirlerini işitsin diye, şol cennetin ırmaklarına birlikte varalım diye, gönül hanelerimizi yıkmayalım diye, dünyaya gönüller yapmaya gelen Yunus Emre söylesin:
Sözünü bilen kişinin
Yüzünü ak ede bir söz
Sözü pişirip diyenin
İşini sağ ede bir söz
Söz ola kese savaşı
Söz ola bitire başı
Söz ola ağulu aşı
Bal ile yağ ede bir söz
Selam ve dua ile…
Yorumlar