“Kendisine bir şey soranı can kulağıyla dinler, soruyu soran yanından ayrılmadıkça, onu terk etmezdi. Rasulullah ile bir kimse tokalaşırsa veya bir kimse tokalaşmak için ona elini uzattığında, karşısındaki kişi elini çekmeden Rasulullah elini çekmezdi. Rasulullah biriyle yüz yüze gelince de karşısındaki yüzünü çevirip ayrılmadıkça o kimseden yüzünü çevirmezdi. Önüne oturan kimseye hiçbir zaman ayaklarını uzatmazdı. Karşılaştığı kimseye önce kendisi selâm verirdi. Ashabıyla tokalaşmaya önce kendisi başlardı.”
Peygamber Efendimiz (sav)’in evinde yetişen ve yıllarca ona hizmet eden Hz. Enes (ra), Peygamberimiz (sav)’in eşsiz nezaketini böyle anlatıyor. Demek oluyor ki; nezaket salt giyim kuşam, jest ve mimikten ibaret değildir. Nezaket, Efendimiz’in yaptığı gibi insana olan değeri göstermektir.
Allahu Teâlâ bir ayetinde şöyle buyuruyor: “Eğer kaba, katı kalpli olsaydın, muhakkak ki insanlar çevrenden dağılır giderlerdi…” (Âl-i İmran suresi, 159) Buna istinaden, eğer Allah’ın Rasulü insanlara karşı zarafetten yoksun bir şekilde davransaydı, onları küçük görüp, aşağılayıp, hor görseydi kimse İslamiyet’i seçmez, puta tapıcılığa devam eder, Allah ve Rasulü’ne itaat etmezdi. Bu sebepledir ki; özellikle müslümanların davranışlarına dikkat etmesi gerekir. İslam hakkında menfi düşüncelere sahip olanlara fırsat vermemek için bu hepimizin görevidir. İslam’ı olması gerektiği şekilde temsil etmeli ve her hareketimizde, her konuşmamızda bu yüce dinin şiarını göstermeliyiz. Bize saygı duyan söylediklerimize de saygı duyar, söylediklerimize saygı duyan içeriğine de saygı duyar, içeriğe saygı duyan inanır, kalpten inanan Müslüman olmak ister ve iman eder. Böylece Hak Yolu bulmuş olur. Üstad Necip Fazıl’ın da dediği gibi:
Zarâfet büyük şey..
Avlayacaksınız!.. İslam’a av getireceksiniz!..
Ve onları tam Müslüman kılacaksınız!..
Sizi sevecek ki, dediğinizi sevsin!..
Dediğinizi sevecek ki hidayete ersin!..
Hidayete erecek ki, ebedî hayatı bulsun!..
Bizlere düşen sadece ruhumuzu ilahi kudretin ellerine teslim etmektir. Sahip olduğumuzu sandığımız mal mülk bize sahip olmamalı, onların sahibi biz olmalıyız ki alçak gönüllü olabilelim. Derdimiz en büyük olmak değil, en şerefli olmak; tavrımız insanlara karşı böbürlenmek değil, Allah’a karşı boyun eğmek olmalı. Eski bir tabir vardır: “Dışını imar eden bâtınını ihmal eder, dış mâmurluğu bâtın haraplığından ileri gelir..” Bu söz doğrunun bir kısmıdır. Asıl bâtınını imar edeceksin ki dış güzelliğin de tamamlanmış olsun. İçinde nezaketten bir damla olmazsa, insanlara kaba davranıp, cahilliği sürdürsen de; altın işlemeli fistanlar giysen de neye yarar? Varsın elbisen eski olsun, yamalı olsun, ama zarif olsun, incelikli olsun. Yeter ki zarafetiniz kendini hissettirsin. Yoksa pahalı, tanınmış markaları tüketmek, zarafet demek değildir.
Peygamber (s.a.s.) bir hadisinde: “Beş şey vardır ki, kardeşine karşı müslümana vazife olur. Bunlar, verilen selamı iade, aksırana hayır dua, davete icabet, hastayı ziyaret ve cenazeleri mezara kadar takip etmektir.” buyurmuştur. Efendimiz’in de buyurduğu gibi, müslümanın müslüman kardeşine olan vazifesidir bu beş şey. Ancak, Müslümanlık sadece kendi dinimizdeki insanlara karşı vazifelerle sınırlı değildir. Müslüman çaba sarf etmeli, gücü yettiğince tebliğ görevini sürdürmelidir. Bunun için de ilk şart İslam’ın o ince ruhunu görüntümüze yansıtmak, sonra da İslam’ın henüz tebliğ edilmediği kesimleri nezaket ve zarafet çerçevesi güzel bir üslupla etkilemektir.
Batılıların sözüm ona insan haklarını savunmak, dinlerini yaymak ve taraftar toplamak için yaptıkları aldatmaca programlarla çirkini en güzel, en renkli, en süslü şekilde karşımıza getirip, ruhumuz duymadan bize sunarken biz Müslümanlar onların oyunlarına gelmekten başka ne yapıyoruz? Karşı koymak değil, engel olmak değil görevimiz! Sadece asıl doğruyu, tek gerçek doğruyu yaymak için az bir çaba sarf etmemiz bizim mağlup olma sebebimiz. Hususi hayatımızda, Allah’ın huzurunda sadece biz kendimizden mesulüz. Ama dışarıya çıktığımızda bir Müslüman olarak zarafete, nezakete mecburuz. Hiç birşey yapamıyorsak bile tavır, davranış ve duruşumuzla bunu göstermeliyiz.
- Kul zarafetten yoksun olmasın diye “En Güzel” örnek gelmedi mi?
- Rasulü bizlere öncü olarak göndermedi mi?
- Ey Ademoğlu bu kadar batılılaşmak senin neyine?
- Rabbin sana en güzel vaadi vermedi mi?
- Senden istenen Müslümanlığı hakkıyla yansıtman,
- Güzele bürünüp, dışını da içini de onla yıkaman,
- Kıyamet günü geldiği vakit
- Başını eğmeden insanlardan helallik alabilmelisin o an..!
Almamız gereken örnek, batı değil kendi zarif, muhteşem birikimimizdir. Bize mürşid; modern hayat değil, İslamiyet’tir. Bu, hak dinin gereği yani, Rabbimizin tek dileği O’na hakkıyla kulluk etmemizdir. Gereken tek şey ise şartlarını yerine getirip, İslam’ı yaşama ve yaşatma aşkıyla bezenmiş ruhumuzun varlığını koruyabilmemizdir.
Zarafet, İslam’ı güzel gösterme sanatı… Kılığından, edasına, herşeyine kadar…
Yorumlar